2. Dünya Savaşı sonrası İtalya’sında 1950’lerde ortaya çıkan ve 60’lara damgasını vuran hayat anlayışını, hayatın içinde kendi yerini bulamamış olan entelektüel anti-kahraman Marcello Rubini aracılığıyla bize aktaran La Dolce Vita, Fellini’nin dehasını ortaya koyduğu filmlerinden birisidir. Anlattıklarının gerçekliğiyle ve çok sayıda sembolün yarattığı güçlü ifadeyle akıllarda yer eden bu klasik eser, Avrupa kültürünün beşiği sayılan İtalya’da yaşanan içtimai buhranla birlikte toplumun kutsallarının bir bir yıkılışını ve masumiyetin kayboluşunu işliyor. Fransız Yeni Dalga hareketine de ironik bir şekilde temel sağlamış olan bu “Tatlı Hayat” anlayışı, Marcello Rubini’nin içine girdiği ortamlarda farklı kişilerin vizyonlarıyla ve onun yaşadığı standardın dışında, arayış içinde, çok eşli hayatla izleyiciye sunuluyor. Avrupa toplumlarının 20. yüzyılda geçirdiği değişimin önemli sözcülerinden olan La Dolce Vita, yayınlandığı yıl Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’nin de sahibi olmuştur.