Limit, yani sınır. Hem kendi sınırını, hem de matematiğin sınırlarını aşan bir adam, Ramanujan.
Hindistan’ın Madras şehrinde yaşayan Ramanujan, matematik konusunda üstün yeteneklere sahip bir gençtir. Üstün zekâsına rağmen diploması olmadığı için hiçbir okul tarafından kabul edilmez. Yeni evli olan Ramanujan, ailesine bakabilmek adına tüm kapıları aşındırır ve sonunda bir işe girer. Patronu, Ramanujan’ın yanından ayırmadığı defteri inceler ve Cambridge Üniversitesi’ndeki Profesör Hardy’e, formüllerinin bulunduğu kâğıtları göndermesine yardımcı olur.
İngiltere’den gelen cevap, matematik teorilerinin ve formüllerinin bulunduğu kitabı çıkarmasına yardım edeceğini söyler. Tanrıya ve dinine düşkün olan Ramanujan için sıkıntılı bir süreç başlar. Çünkü İngiltere’ye gidebilmek için okyanusu aşmak gerekmektedir ve okyanusu aşmak uğursuzluktur. İlk sınır burada aşılır. Ramanujan, hayattaki en değerli varlıklarını; annesini, karısını geride bırakarak İngiltere’ye gider. Bu gidiş, aslında matematik dünyasına yeni bir dâhinin gelmesidir.
İngiltere, sömürgesi altında bulunan Hindistan’dan gelen bu dâhi çocuğu sıcak karşılaşamaz. Göstermelik medeniyetin ikiyüzlülüğü, Ramanujan’ı yargılayan, aşağılayan profesörleri gördükçe okyanusun dalgaları gibi yüzümüze çarpar. Aşılmaması gereken okyanusu aşan matematik dâhisinin koca okyanusta tek tutunacağı tahta parçası, Profesör Hardy’dir. Hardy’nin de ateist olması, Ramanujan’a son derece soğuk davranması, konuşur gibi formül yazan matematik dâhisini, koca İngiltere’de küçücük odasına hapseder.
Ramanujan, küçük bir tapınağa benzeyen çalışma odasında makine gibi çalışır. Formüller, teoriler Amazon Ormanları’ndaki ağaçların yetmeyeceği kadar çoktur. Kitabının basılması ümidiyle, bütün teorileri Hardy’e götürür. Profesör, yazdığı bütün formüllerden, teorilerden âşık olmuş birisi gibi çok etkilenir ama devreye batının mantığı girer; formüller ve teoriler ispatlanmalıdır. Matematiksel verileri, Tanrı’nın sözleri olduğu için önemseyen, o formülleri Tanrı’nın kendisine yazdırdığı düşünen Ramanujan için ispat konusu, kabullenilmeyecek bir durumdur. Kendisi kavruk ama formülleri dünyayı aydınlatacak kadar beyaz olan dâhinin sadece Tanrı’yı dinleyerek yazdığı formüller, inançsız Hardy’nin zekâsıyla ispatlanmak zorundadır.
Ramanujan, dini emirlerden dolayı Cambridge’in yemekhanesinde çıkan çoğu yemeği yiyememektedir. Vücuda alınamayan proteinler, karbonhidratlar bedeni yorgun düşürmeye başlar. Tam bu sırada I. Dünya Savaşı çıkar. Ramanujan artık sadece duvarın güneyinde kalan üniversite içinde değil, kuzeyinde olan dünyada da istenmeyen adam hâline dönüşmesine neden olur. Bu durumun matematik dâhisini yıprattığını gören Hardy, karakterinin dışına çıkarak Ramanujan’la dost olmaya, onu anlamaya çalışır. Başka şartlarda karşılaşsalar belki de birbirleriyle konuşmayacak iki karakter, ortak noktaları matematik sayesinde çok iyi dost olur. Birbirinden tamamen ayrı iki karakterin bu denli yakın dost olması izleyiciye, farklılıkların insanları beslediğini, ebemkuşağı gibi farklı renklerin uyumunu hatırlatır. Filmi izlerken yaşadığımız bu duygu, özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu bu günlerde en çok hissetmek ve farkına varmamız gereken bir duygu: farklılıkların güzelliği.
Ramanujan’ın bedeni daha fazla formül üretmesine izin vermez ve onu yatağa düşürür. Formüllerin efendisi, Hardy’nin dostluğuyla hasta yatağından kalkar. Hardy, sadece hasta yatağından kalkmasını değil, ülkeden atılmasını isteyen İngiliz profesörlerin bulunduğu oylamada Ramanujan’ın Kraliyet Ailesi Hocası olmasını sağlar.
Film, 1900’lü yılların başında inançlı ve inançsız iki insanın dost olmasını ve bu dostluğun onları getirdiği mutlu dünyayı resmederken bir yandan da medeniyetle bağnazlığın iç içeliğini gösterir. “Sonsuzluk Teorisi” bir biyografi filmi olsa da arka planında dostluğun güzelliğini, medeni görünen insanların ise devreye koyu milliyetçilik ve ırkçılık girdiğinde nasıl bağnaz, kafatasçı olduklarını anlatıyor.
*Hardy limitleri zorlarken Ramanujan sonsuza gider.