İsveçli yazar Fredrik Backman’ın 2012 yılında yazdığı çok satan En Man Som Heter Ove (A Man Called Ove) adlı romanı ilk kez 2015 yılında yine İsveçli yazar ve yönetmen Hannes Holm tarafından aynı adla beyaz perdeye uyarlanmıştır. Eser bu kez ABD yapımı ve başrolünde Tom Hanks ile arz-ı endam etmiş yani ikinci kez uyarlanarak seyirciyle buluşmuştur. Hannes Holm tarafından uyarlanan versiyonu birçok festivalden ödülle dönmüş ve dahası 89. Akademi Ödülleri’nde Yabancı Dalda En İyi Film ile En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı ödüllerine aday gösterilmiştir. Ülkemizde de 19. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali kapsamında gösterime giren film, yine kendi hayran kitlesini oluşturmayı başarmıştır. İlki seyirci tarafından böylesine övgüyle karşılandıktan sonra filmin ABD versiyonunun çekileceği haberi endişeli bir merak yaratmıştır. Zira bu kez izleyici için Tom Hanks’i huysuz ihtiyar rolünde izleme fırsatı doğmuştur.
Beni bu filmi izlemeye iten etkense sosyal medyada filme dair gördüğüm bir sahneydi. Söz konusu sahne, Otto’nun bir sokak kedisiyle yaşamak zorunda kaldığına ilişkin bir bölümü içeriyordu. Yalnızca bu sekans dahi filmi izlemek istemem için yeterli bir nedendi. Zira bir hayvanla dostluk kurulan filmler her zaman favorimdir. Filmi izlerken ilk beş dakikasından sonra edindiğim izlenim ise filmin Up (2009) benzeri bir konuya sahip olduğuydu. Up’taki Carl’ın Russell’la tanıştıktan sonra değişen hayatı gibi Otto’nun da karısının başına gelenlerden sonra katılaşan yüreği, tam karşısındaki eve taşınan Marisol ve ailesiyle değişmeye başlar.
Bana göre Forster’ın Otto’sunu, Holm’ün Ove’sinden ayıran en büyük farksa Otto’nun Marisol ile tanıştıktan sonra geçirdiği dönüşümün daha detaylı olarak aktarılmasıydı. Bu farkın nedeni belli ki iki yönetmenin Otto ve Ove’den bahsederken ona dair anlatmak istedikleri şeylere ayırdıkları zamandan ileri geliyor. Holm, flashbacklere daha fazla zaman ayırarak Ove’nin Sonya ile olan hayatına ve onun için verdiği mücadeleye eğiliyor. Forster ise Sonya’sını kaybeden Otto’nun, Sonya’ya duyduğu sevgiye sahip çıkarak hayatına başkalarını alışına odaklanıyor. Haliyle Otto’nun Marisol’le, Marisol’ün kızlarıyla, trans birey Malcolm’la ve yeni ev arkadaşı kedisiyle kurduğu ilişki çok daha ayrıntılı ve sıcak bir dille izleyiciye aktarılıyor.
Forster’ın Otto’nun hayatına dair anlatmayı tercih ettiği bu odak, yukarıda bahsettiğim insanları evlerinden etmeye çalışan sistemle yeterince uğraşmadığı eleştirilerini beraberinde getiriyor. Ne var ki bu odak aynı zamanda Otto’nun çevresindeki insanları daha iyi tanımamıza neden oluyor. Bu vesileyle dünyanın en sempatik komşusu Marisol’ün ülkesini bırakıp geldikten sonra verdiği mücadeleye dair bir fikrimiz oluyor ya da Marisol’ün kızlarının Otto’yu zamanla nasıl bir büyükbaba gibi gördüklerine tanıklık ediyoruz.
En Man Som Heter Ove gibi seyircisi tarafından özel bir yere koyulan bir yapımın ardından risk alarak filmi yeniden beyaz perdeye taşıyan Forster iyi bir iş çıkarmış. Bunda usta oyuncu Tom Hanks’ın payı elbette yadsınamaz ancak yukarıda belirttiğim gibi en az onun kadar iyi olan biri var ki o da sahnelerini iple çektiğim ve söylediklerini şarkı dinler gibi dinlediğim Meksikalı oyuncu Mariana Treviño’dur. Son tahlilde A Man Called Otto, ikinci kez uyarlanan bir filme yöneltilebilecek tüm eleştirilere karşın insana kendini iyi hissettiren başarılı bir yapım.
*Söz ve müziği Mazhar Alanson’a ait olan ve Mazhar-Fuat-Özkan’ın sekizinci stüdyo albümüne ismini veren müzik eseri.