Kısmen romantik komedi, kısmen aile draması ve kısmen müzikal olan Flora and Son (2023), işçi sınıfından ayrılmış genç bir kadın olan Flora’nın (Eve Hewson), suça meyilli oğlu Max’i (Orén Kinlan) babasından çok az yardım alarak büyütme çabasını mercek altına alır. Hikâye, bekar anne Flora’nın zorlu kararlar arasında sıkışıp kaldığı bir dönemindeki yaşamını anlatır. Flora ve eski sevgilisi Ian (Jack Reynor), sorunlu bir çocuk olan Max’e (Orén Kinlan) birlikte ebeveynlik yapmayı göze alır. Fakat bir süre sonra Max, birkaç kavga ve küçük hırsızlıkla gözaltına alınmanın eşiğine gelir. Yerel bir gardiyan (Don Wycherley), Max’in bir boks kulübüne katılarak beladan uzak durmasını ister. Çünkü bir dahaki sefer tutuklandığında bir süreliğine çocuk gözaltı merkezine gönderilecektir.
Flora ve Ian’ın Max’in ebeveynliğini çok erken yaşta üstlendiği ve her ikisinin de hâlâ kendilerini bulmaya çalıştığı da bir gerçektir. Ian iş arayışındadır, Flora ise hâlâ dans etmenin tadını çıkarmaktadır. Max’in evde olup olmadığını önemsemeksizin sürekli yabancı adamları eve getirir ve Max’i umursamadan çılgınca geceler düzenler. Hatta Flora o kadar bencildir ki oğlunun doğum gününü bile unutur. Bu durumu düzeltmek adına bir yaylı gitar bulur, tamir etmesi için birisine para verir ve Max’e hediye eder. Fakat Max bu barış teklifini geri çevirir. Flora gitarı kendisi kullanmaya karar verir ve gitar dersleri almaya başlar. Telleri tıngırdatmaya başlamak ve hayatında bir hedef bulmak için internet aracılığıyla oturum başına 20 dolar karşılığında yakışıklı bir müzik öğretmeni olan Jeff’i (Joseph Gordon-Levitt) bulur.
Sing Street (2016)‘teki müzik aşığı kavgacı gençlerden Begin Again (2013)’de açlıkla savaşan sanatçılara kadar, John Carney’in filmografisindeki karakterler, müziği kullanarak kendilerini ifade eden, söylemeleri gerekenleri dışavuran kişilerdir. Bu durum, yeni uzun metrajlı filminin başkahramanı için de geçerli olsa da, İrlandalı yönetmen ve senarist, Flora and Son ile konuyu bir adım daha ileri götürerek şu soruyu sorar: Bir insan, doğuştan yeteneği olmasa bile yaşam amacını müzik yoluyla bulabilir mi?
Carney’nin senaryosu, Hewson’ın Flora’sının hâlâ kendini bulmaya çalışan, küçük yaşta çocuk sahibi olmanın getirdiği zorlukları kurcalar. Bu konseptin heyecan verici yanı, Flora’nın etrafındaki herkese karşı açık ve dürüst olmasıdır; bu da izleyicilere canlandırıcı bir deneyim sunar. Flora ve Jeff’in eğitim seansları ilerledikçe bu daha da belirginleşir. Carney, eğitimden terapiye doğru geçişin samimiyetini çok akıllıca yansıtır. Şarkı yazmanın ne kadar kişisel olabileceğini ve hoşumuza giden biriyle iş birliği yapmanın ne kadar tatmin edici olabileceğini hayal etmemizi sağlar.
Yüzeysel bir bakışta Carney’nin filmindeki karakterler sevimli görünmeyebilir. Max tam bir baş belasıdır ve annesi onu doğurduğu için olan öfkesini hem arkasından söyler hem de yüzüne vurur. Birbirlerine duydukları sevgi dile getirilmese de, olay örgüsü ilerledikçe ikisi müzik üzerinden bağ kurmayı öğrenir ve bu iletişim giderek güçlenir. Flora ve Jeff arasındaki son derece büyüleyici kimya ise adeta şiirsel bir şekilde aktarılır. Hewson’un performansı, filmi üçüncü perdede sıkışıp kalma tehlikesinden kurtarır. Hewson’ın Flora’sı, hayatını değiştirme, bir seçim yapma ve nihayetinde genel bir olgunluk gösterme fırsatı yakaladığında, sonunda doğal, özgün ve bazen neredeyse alçakgönüllü bir anne olur. Hewson, üç boyutlu, gösterişsiz ve bir anda sevilmeyi zorlaştıran ama bir anda büyüleyici olan bir karaktere hayat verir.
Carney, Max’in başının daha da belaya girmesi ve Flora’nın onu müzik aracılığıyla geri kazanma çabaları gibi öngörülebilir konular yaratsa da; filme aynı zamanda hayatının akorlarını bulan bir ritim kazandırır. Carney’nin Jeff’i bilgisayar aracılığıyla aynı odada birlikte müzik yaparak ortaya çıkardığı sahneleri çekmesindeki akıllıca teknik, Gordon-Levitt’e daha iyi bir performans sergileme şansı verir. Oyuncu aynı zamanda Jeff’in son derece gergin Flora üzerinde sakinleştirici bir etkisi olan aurasını da gösterme şansına sahip olur. Müzik yapmanın yanı sıra saygıyı, güveni ve dostluğu da öğretir. Sonuç olarak, Flora and Son, Carney’nin sinematik vizyonuna özgü, insanları bir araya getirebilen müziğin eşsiz bir deneyimini sunar. Carney, bu yapım ile belki en başarılı filmini olmasa da; en eğlenceli, samimi ve izlemesi keyifli yapımlarından birini sunar.