Lars von Trier ile Dogma 95 akımını başlatan Thomas Vinterberg, The Hunt’ın (2012) ardından bir kez daha Tobias Lindholm’la bir araya gelerek bu kez Druk’ın senaryosunu kaleme almış, kamera önünde ise sac ayağını tamamlarcasına Mads Mikkelsen’a rol vermiştir. Filmin gösterime girdiği tarihten itibaren her yerde karşımıza What a Life şarkısı eşliğinde dans eden Mads Mikkelsen çıkması ise elbette boşuna değil. Zira oyuncu bu filmdeki performansı ile BAFTA’da En İyi Erkek Oyuncu adaylığı elde etmiştir. Peki bu dansı böyle büyülenircesine izlememizin nedeni nedir? Filmin yapım yılından da anlaşılacağı üzere Druk bir pandemi filmi. Mikkelsen da açık havada, deniz kenarında ve kalabalığın içinde bir yandan birasını yudumlarken bir yandan da hoplayarak, zıplayarak dans ediyor. Bu görüntü pandeminin zor günlerini geride bıraktığımızı düşündüğümüz bugünlerde bile özlemini çektiğimiz bir anı resmediyor bence. Bu yüzden de bu sahneyi izlemek müthiş bir keyif veriyor. Film hep böyle yüksek bir tempoya ve enerjiye mi sahip sorusuna gelirsek de yanıt kesinlikle hayır. Zira filmimiz adeta tükenmişlik sendromuna yakalanan Meryem Uzerli misali orta yaşlı dört erkeğin içinde bulundukları buhranı aşmak için Norveçli bir psikiyatristten medet ummalarını anlatıyor. Yani bu dört erkek önceleri hayattan tat alamazken giriştikleri deneyle durumu tersine çevirmeye çalışıyor ve kısmen de başarılı oluyorlar.
Druk filminin yolculuğu da tıpkı konusu gibi yaşama yeniden sarılmayı öğrenilen bir süreçten geçiyor ne yazık ki. Vinterberg’in on dokuz yaşındaki kızı, filmin çekimlerinin başlamasına dört gün kala bir trafik kazasında yaşamını yitiriyor. Vinterberg, bu acının ardından filmi çekemeyeceğini düşünüyor ancak set ekibinin ve oyuncuların desteği ile filmi tamamlıyor. Hiç kuşkusuz, filmde anlatılan hayattan zevk almama ve depresyon hâlinden, yaşamın yeniden keyfini çıkarma kısmına dönüşü anlatan sahnelerde bu trajedinin izleri var.
Film her zaman yüksek tempoda değil ve tatsız dört erkeğin hikâyesini anlatıyor diye aklınızda kasvetli bir yapım canlanmasın. Filmin ve kahramanlarının geçirdiği acılı sürece karşın film oldukça akıcı ve dozunda bir dram ve neşe barındırıyor. Benim bu dört erkeğin hayat enerjilerinin kalmamasının nedeni olarak gördüğüm bir tespitim var açıkçası. Filmde hiçbir karakterin evinin Danimarka’nın ünlü akımı olan Hygge felsefesinden nasibini almadığını görüyoruz. Kuzey insanlarından çıkan bu felsefeye göre, yılın büyük bir kısmını çok soğuk, kalanını ise soğuk bir hava ile geçirmek zorunda kalan zavallıcıkların mutlu olmanın formülü olarak gördükleri samimi ve sıcak ortamlar yaratma sanatı olarak özetlenebilecek hygge felsefesine uygun tarzda yaşamamaları bu dört erkeği bozmuş olmalı. Tevekkeli kahramanlarımızın filmde Hygge felsefesine uyan tek yer olan restoran sahnesinde mutluluğun formülünü bulmaları hiç de şaşırtıcı değil. Zira loş sarı ışıklar, güzel tablolar, şık bir masa, biraz alkol ve o masada bir araya gelen dostlarla edilen hoş sohbet: İşte size hygge.
Bu kadar girişten sonra gelelim filmin konusuna. Martin, Nikolaj, Peter ve Tommy aynı okulda öğretmenlik yapmaktadır. Martin’in ders anlatırkenki ilgisizliği ve öğrencilerinin ondan şikâyet etmesi onun ufak çaplı bir depresyonda olduğunu anlamamıza yetiyor da artıyor bile. Nikolaj’ın kırkıncı yaş gününü kutlamak için bir araya geldiklerinde ise Nikolaj, Martin’in içinde bulunduğu durumun farkında olduklarını belirttikten sonra Norveçli psikiyatrist Finn Skårderud’un bir teorisinden bahsediyor. Skårderud’a göre, insanların kanındaki alkol oranı olması gerekenden %0,05 daha azdır ve insan bu seviyeyi sürekli olarak sağlayabilirse daha rahat, özgüvenli, neşeli ve açık olmaması için hiçbir neden yoktur. Güzel geçen bu gecenin ardından Martin bu deneyi denemeye değer bulur. Ertesi gün derse hafif alkollü giren Martin, uzun yıllardan sonra ilk kez anlattığı dersten keyif alır. Martin’deki bu değişim arkadaşlarının gözünden kaçmaz ve hepsi birden kuralları olan bu deneyi uygulamaya koyulur. Tabii ki çok geçmeden kurallar yıkılacak ve sınırlar zorlanacaktır. Her çıkışın bir inişi olduğunu gösteren filmin, alkol her türlü kötülüğün anasıdır gibi bir alt metne sahip olmadığı gibi alkolü özendirmek gibi bir amaca da hizmet etmediğini belirtelim. Ancak dünyanın en mutlu insanlarının yaşadığı Danimarka’daki alkol tüketiminin Avrupa’nın iki katı olduğu bilgisini de yazımızın sonuna iliştirip, Skårderud’a bir göz kırpmayı ihmal etmeyelim.
Filmin başrolündeki Mads Mikkelsen’a Magnus Millang, Lars Ranthe ve Thomas Bo Larsen eşlik etmektedir.