‘’Her şeyi alt üst ederek ve karşı koyarak, idealizmin gerçeği yadsıyan, sahte ve özellikle yaşam düşmanı putlar olarak maskesi düşen ve alay edilen tüm biçimleriyle savaşır Zerdüşt.’’ [1]
Nietzsche’nin Böyle buyurdu Zerdüşt kitabında Zerdüşt bu cümlelerle tasvir edilir. Nietzsche, yeni bir dünya düzeni ve yol gösterici görevi yükler Zerdüşt’e. Tanrısı ölen insana, kendi Tanrısı olabileceği bir ütopyaya: Üst insana.
Nietzsche, evrimin Homo sapiens ile tamamlandığına inanmaz. İnsanların üst kademeye yani üst insana (Übermensch) ulaşabileceğine inanır. Nietzsche’nin geliştirdiği ve onunla anılan üst insan, Marvel filmlerinde yer alan süper kahramanlar gibi anlaşılmamalıdır. Hatta üst tanımıyla bir otorite veya üstünlük de anlaşılmamalıdır. ‘’Daha çok bir geçiş’, bir hareket olarak algılanmalı.’’ [2] Nietzsche insanı, hayvan ve üst insan arasında bir köprü görevi olarak aktarmıştır. İnsanın, üst insana ulaşabilmesi için fiziksel bir evrimden ziyade zihinsel bir evrimi gerçekleştirmesi gerektiğini söylemiştir. Üst insanın görevleri bununla sınırlı kalmaz. Üst insan, kendi yolundan ilerler ve herhangi bir otorite, inanç veya siteme ait hissetmez; acı çekmekten çekinmez ve bencildir. Söz konusu bencillik, kendi olabilme cesaretinde bulunmak olarak ele alınmalıdır. Hirayama tam da burada modern toplumda dönüşüp tekdüzeleşmeye başlayan sürüler arasında kendi olabilme cesareti gösterebilmesiyle seyirciyi karşılar. Bu bağlamda üst insan, yalnızca kendini değil, etrafındaki insanları da aşabilen kişidir. Yani bu dönüşüm ne kadar bireysel görünse dahi toplumsal bir izdüşüm barındırmaktadır. Seyirci, Hirayama’nın sadece içsel olarak kendisini aştığını görmez; onun hikâyesine tanık olan her bireyi de aşabilmesi gerekmektedir. Örneğin, Takashi, Aya’yla buluşabilmek için Hirayama’nın müzik kasetlerini satmaya çalışır. Seyirci burada, Hirayama’nın öfkesi ve kararlılığıyla karşılaşmaktadır. Hirayama, Takashi’ye alternatif bir çözüm sunar ve ona para verir. Ardından, seyirci Hirayama’nın arabaya binip mutlu bir ruh hâlinde olduğunu görmektedir. Hirayama, hatalı olduğunu bilmesine rağmen Takashi’ye kızmak yerine onu anlayıp yardım etmeyi tercih etmektedir. Her insan bir ayna işlevi görür. Hirayama, bu aynalarla kendi dönüşümünü inşa eder. Ve Hirayama, ne kadar izole bir yaşam sürüyor gibi görünse de düzenini bozan durumlara karşı bir nefret ya da korku beslememektedir. Bunu, yeğeninin gelişiyle birlikte rutininin sarsılmasına karşı bu değişime uyum sağlamasıyla seyirci tanık olur. Bir nevi, insana ait ve üst insanın bünyesinde bulunmayan özelliklerini yaşamındaki insanlarla birlikte, gelişip dönüşmesine izin vermektedir. Bu değişim, tek seferlik ve tekrarlanmayan bir süreç değildir.
Hirayama, dönüşümünü seyircinin bilmediği ve bilemeyeceği kadar çok sayıda tekrarlayacaktır. Çünkü Hirayama, yaşamı boyunca aynı derede iki kez yıkanamayacaktır. Hatta o dere, günümüzde bir okyanusa dönüşmüştür. Son insan, Nietzsche felsefesinde übermensch olarak adlandırılan üst insanın anti-tezini tanımlamak için kullanılmıştır. Son insan, günümüz literatürüne uygun şekilde aktarılacak olursa: Konfor alanından çıkmayı reddeden ve risk almayan insan olarak açıklanabilir. Bu düzlemde Hirayama’yı son insan olarak ele alamayız. Çünkü Hirayama, son insanın aksine konforlu bir yaşam sürebilme şansına rağmen bunu reddedip kendi istediği şekilde yaşamayı seçmiş biridir. Hirayama’nın aksine, etrafındaki insanların çoğunu son insan olarak değerlendirmek mümkündür. Takashi’nin tuvalet temizliğini ciddiye almaması, işe geç kalması; Hirayama’nın kız kardeşinin varlıklı yaşamını sürdürmesi ve seçtiği yaşam tarzı için Hirayama’yı suçlaması bunun göstergelerindendir. Perfect Days (2023), En basit tanımıyla Tokyo’da tuvalet temizleyerek yaşamını sürdüren edebiyata, müziğe ve fotoğrafçılığa tutkun Hirayama’nın hikayesini anlatmaktadır.
Hirayama’nın gözlerini yeni bir güne açmasıyla birlikte Wenders, seyirciye Hirayama’nın hikâyesine girişin kapılarını aralar.
Üst İnsan Çerçevesinden Hirayama’ya Bakış
‘’Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz. Hâlâ gölgesi beliriyor uzaklarda. Kendimizi nasıl avutacağız, biz katillerin katilleri?’’ [3]
19. yy. aydınlanma dönemi sonrası batıda din ve Tanrı kavramları yerini bilime ve akla bırakmıştır. Bu da beraberinde insanlarda büyük bir anlam arayışını da beraberinde getirmiştir. Bu anlam arayışı ise yaşamın özsel bir anlamı veya değeri olmadığı görüşünü benimseyen Nihilizm akımını doğurmuştur. Nietzsche ise Tanrı ile kaybedilen bu anlam boşluğunun üst insan olmakla aşılabileceğini dile getirmiştir. Üst insan olmak aynı zamanda acıyı yaşayabilen ve bununla yaşamını olumlandırıp defalarca yeniden inşa edebilendir. Bu da büyük ölçüde yaşamın getirilerini kabullenip yaşamı sevebilmekten geçer. Hirayama bunu başarabilmiş biridir. Her sabah bitkileri sulayarak güne başlaması, kirleneceğini bilmesine rağmen her gün tuvaletleri büyük bir titizlikle temizlemesi, defalarca aynı ağacı çekmesi ve günü her seferinde kitap okuyarak bitirmesi, bunları yaparken de yaşamdan keyif alması yaşantısını sevdiğinin göstergeleridir. Hatta bunları yaparken yaşantısı rutine dönüşse de seyirci bunları tekrarlanan alışkanlıklar olarak görmekten uzaklaşır. Çünkü Hirayama, her gün yaptığı şeyleri sanki ilk defa yapıyormuş gibi bir yenilikle karşılar. Her gün yemek molasında aynı ağacı çekeceğini bilmesine rağmen, bunu ilk defa gerçekleştiriyormuşçasına şevkle yapar. Çünkü kendisi de bilir: Ağaç, aynı ağaç değildir. Işık değişmiştir, hava değişmiştir ve her şeyden öte, kendisi değişmiştir. Bunu tek kelime dahi etmeden ağaca dostane bir şekilde selam vererek seyirciye göstermektedir. Hirayama, aynı zamanda durabiliyor. Durabilmek, ne kadar basit bir kelime gibi görünse de çağdaş dünyada büyük bir yoksunluğa dönüşmüştür. Gülten Akın, İlkyaz şiirinde bu durumu sözcüklere şöyle dökmüştür: ‘’Ah, kimselerin vakti yok. Durup ince şeyleri anlamaya.’’ [4] Hirayama, odasında yüzüne vuran gün ışığı ve yüzündeki sükûnet dolu ifadesiyle Perfect Days dinlerken adeta tüm seyirciye durup dinleme alanı açmaktadır. Seyircinin Hirayama ile paylaştığı bu samimi an, aynı zamanda kalın bir duvarla çevrilidir. Çünkü seyirci, Hirayama’nın düşünce evreninde ne gibi bir yolculuk yaşandığı hakkında bir fikre sahip değildir. Fakat bu mühim değildir. O an seyirci, Hirayama’ya konuk olabilmiştir. Bu sadece bununla da sınırlı kalmaz. Hirayama, her sabah işe başlamadan bitkilerini sulamayı es geçmez. Hatta yemek molasına çıktığı anlardan birinde, ağacın dibinde gördüğü bitkiyi kendisiyle birlikte eve götürüp, birbirine benzeyen onlarca bitkisinin arasına yerleştirir ve hepsiyle biricik bir şekilde ilgilenir. İnce şeyler; bitkiler, gün ışığı ve müzikle sınırlı kalmamaktadır. Bir evsizin ruhunda hissettiği bir dansa dönüşmektedir. Hirayama’nın birkaç sahnede karşılaştığı evsiz, toplumun artık görmeyi bıraktığı ve bunu delilik adı altında meşrulaştırdığı bir görünmezliğe dönüşmektedir. Ancak Hirayama, evsizi gördüğü anlarda kendisine dikkat kesilmektedir. Ona yakınlık hissetmektedir.
Hirayama’nın ne düşündüğünü, geçmişini ve geleceğini anlamak güç olsa dahi; Hirayama’nın kız kardeşiyle karşılaşmasıyla birlikte geçmişi hakkında bilgisi olmayan seyirci, Hirayama’nın varlıklı bir aileden geldiğini ve sürdürdüğü hayatın kendi seçimi olduğunu öğrenir. Bu da Hirayama’nın sahip olduğu bir lüksün varlığıyla karşı karşıya bırakmaktadır: Seçim yapabilme lüksü.
Kapitalizmin doğuşu ve gelişimiyle birlikte toplum, modern bir kölelik sistemine geçiş yapar. Tüketim çılgınlığı, sosyal medyanın hayatın büyük bir kısmına zuhur etmesi ve teknolojinin hızlı gelişimi, ulaşılması zor olan bir gezegeni; herkesin saniyeler içinde erişip iletişim kurabileceği küçük bir sanal kasabaya dönüştürür. Tam da burada aşırı bireyselleştiği düşünülen insan, toplumun kabul görmüş değerlerine uyabilmeye çalışan sürülere dönüşür. Burada özgür irade ve bireyin kendi değerlerine yönelik bir yaşam seçebilme şansı da
kısıtlanır. Hirayama bundan sıyrılabilip yalnız kalabilme ve seçim yapabilme erdemine sahip üst insana yaklaşabilmiştir. Fakat seçim yapabilme lüksüne sahip olsa bile, Hirayama için durumlar her zaman istediği gibi gelişmemektedir. Kardeşiyle karşılaşmayı beklememesine rağmen onunla karşılaşır ve geçmişiyle yüzleşir. Restoranına gittiği sırada Mama’nın başka bir adamla sarıldığını görmek, Hirayama’da derin bir yıkıma yol açar. Bu durum, Hirayama’nın kendi duygularına bir yolculuğa çıkmasına neden olmaktadır. Sahilde Mama’nın eski eşiyle karşılaştığında bile, yargıdan uzak bir kabullenişle durumu karşılamaktadır. Hirayama’yı çoğunluktan ayıran, yaşantısının bir serzeniş içermesinden çok, kabullenişin dingin denizinde süzülmesidir.
Bengi Dönüş
‘’İnsan, tüm yaşamı durmadan döndürülen bir kum saati gibidir.’’ [5]
Acıya karşı verilen reaksiyon felsefe tarihi boyunca tartışılan bir konu olmuştur. Nietzsche ve Schopenhauer gibi filozoflar acının sonu gelmeyen bir duygu olduğunu, acıya katlanabilmenin çaresini onu kabul edip hayatın büyük bir parçası olarak kabul etmekten geçtiğini düşünmüşlerdir. Almancası die ewige Wiederkunft olan bengi dönüş, Türkçeye sonsuz yeniden geliş olarak çevrilebilir. Sonsuz yeniden geliş fikri köklü bir tarihe sahiptir. Antik Yunan, Hindistan ve Çin felsefesinde bu inancın birçok farklı aktarılışına ve yorumlanmasına rastlamak mümkündür. Bu kavram, Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt’üyle birlikte doruğa ulaşmış düşüncelerden biridir. Nietzsche, tüm yaşamı durmadan döndürülen bir kum saatine benzetmiştir. Tüm yaşam boyunca yaşanılmış ve yaşanılacak olan devinimini sonlandırmadan devam ettiren bir kum saati gibi, hep devam edecektir. [6] Birçok din ve felsefe anlayışında var olan yaşamın sonsuz tekrarı inancı, eleştirmenler tarafından üst insan felsefesiyle bağlantısız olması açısından eleştirilir. Çünkü ortaya büyük bir sorun çıkarır. ‘’Eğer oluşumun halkası sürekli olarak aynı şeyin sonsuz tekrarından ibaretse, insan nasıl kendini aşıp üstinsana ulaşabilecektir?’’ [7] Eleştirmenleri ikiye bölen bu sorun, kimi eleştirmenler tarafından yeniden gelişin hep aynı olacağını söylerken, bazıları da her yeniden gelişin bir öncekinden farklı olacağını savunurlar. Bu da her gelişin farklı şekilde ele alınıp farklı bir yeniden inşayı beraberinde getirebilmesini açıklar nitelikte. Tam da bu noktada Hirayama’nın huzurlu hayatı, kendi kontrolü dahilinde gözükmesine karşı onun ötesinde döngüsel ve sürekli tekrarlayan bir devamlılığın eksenine takılır. Her gün monoton şekilde akan hayatında seyircinin Hirayama’nın geçmişi ve geleceği hakkında bir fikri yoktur. Seyirci, Hirayama’nın şimdisine konuktur yalnızca. Lakin yeğeninin evden kaçıp kendisine gelmesiyle birlikte düzenini kaybettiği görülmektedir. Hirayama’nın ablasıyla olan karşılaşmasından sonra samimi bir duyguyla baş başa olduğu görülür. Hirayama için sonsuz döngülerden biri kaçıncı kez olduğu bilinmeyecek şekilde tekrardan başlamıştır. Nietzsche’nin üst insanın vereceği tepki gibi Hirayama da bunu kabullenip kucaklar. Bu açıdan da Hirayama’yı kendi yıkımını defalarca yeniden inşa edebilecek cesur biri olarak ele almak önemlidir.
Lakin tüm kabullere karşın Hirayama, ‘‘Sonunda hiçbir şey değişmiyor mu?’’ demekten de kendini alamaz. Burada da Üst insanın büyük çıkmazıyla karşılaşmaktadır. Tüm yaşanmışlıkların sonsuza kadar tekrarlanacağı gerçeğiyle. Bu soru büyük bir hayal kırıklığından öte bir kabulleniş içerir. Hirayama’nın seyirciye Feeling Good şarkısıyla veda ettiği final sahnesinde, Hirayama gün ışığıyla birlikte yıkımından doğan yeni bir inşanın tuğlalarını koymaya çoktan başlamıştır.
Ayşe YAPIŞIK
Kaynakça
[1],[2],[3],[5],[6],[7] Nietzsche, Friedrich. Böyle Buyurdu Zerdüşt. (Çev. Gülperi Sert). İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınları.
[4] Akın, Gülten. Kırmızı Karanfil. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları