“Gülersen dünya da seninle güler, ağlarsan yalnız ağlarsın.”
15 yıllık bir hapis hayatını merkezine alan Kore yapımı Old Boy (2003-İhtiyar Delikanlı)’un hikâyesi aslında aynı isimde Japonya’da çıkmış olan bir manga çizgi romana dayanıyor. Bu durum filmin karelerinde de rahatça görülüyor. Örneğin, filme görsel açıdan baktığımızda karakterlerin mimiklerinin ön planda olması, çekimlerin genelde torsodan olup yakın çekim yapılması ve bunun yanında özellikle dövüş sahnelerinde olan çekimlerde karakterleri bu denli yakından izlemek bize çizgi roman tadında geliyor. Filmde başkarakter Oh Dae-Sue’nun çekiçle hapishaneye geldiği ve yaklaşık 15 kişiyi tek başına alt ettiği sahne sinema tarihinde en uzun tek çekim sahneler arasında yer alıyor.
Bu filmde, Park’ın diğer filmleriyle de ilişkili olarak hayal gücünün ne denli geniş olduğuna tanık olurken aynı zamanda intikam üzerine ne kadar yoğunlaştığını görüyoruz. 2004’te Cannes Film Festivali’nde –jüri üyeleri arasında kendisinin hayranı olan Quentin Tarantino’nun bulunduğu- büyük jüri ödülünü alan filmin yönetmeni Park Chan-wook, Old Boy ile ilgili, insanların ilişkilerinde hep bir çeşit şiddetin var olduğunu ve bu filmde de ilişkilerdeki direkt ve yüzleşilen şiddeti göstermek istediğini söylüyor. Park, sinema dünyasına yönetmen olarak girmeden önce farklı alanlarda (çeviri yaparak, eleştiri yazıları ve makaleler yazarak) çalışarak ve öğrencilik döneminde ‘Movie Gang’ (Film Çetesi) adlı bir öğrenci grubuna girerek sinema alanında aktif çalışmalar yapmış. İntikam üçlemesinin (Old Boy bu üçlemenin ikinci filmi) ilk filmi olan Sympathy for Mr. Vengeance (2002-Haklı İntikam) filmine kadar da birçok kez reddedildiği ve hayal kırıklıklarına uğradığı deneyimleri olmuş. Bunun yanında siyasi olarak da aktif bir insan olan Park, tüm bu filmlerinde aşağılanmış ve kendi adına başkaldıramamış, kendini savunamamış insanlardan etkilendiğini söylüyor.
Park filmlerindeki sahnelerde Magritte ve Dali gibi gerçeküstücülerden etkilendiğini ve onların eserlerinde yarattığı atmosferi filmlerinde yeniden yaratmaya çalıştığını söylüyor. Gerçeküstücülük akımı, insanın kendini incelemesi ve çözümlemesinde sanatın en önemli rehber olduğunu savunuyor. Bu durumda da sinema ile sanatın özünde birbiri ile ne kadar yakın ilişki içinde olduğunu bu film sayesinde bir kez daha görüyoruz.
Filmin başkarakteri olan Oh Dae-Sue bir insanın nasıl dış etkiler ve şartlar sonucu tamamen değişebileceğinin bir örneğini oluşturuyor. Filmin başından itibaren izleyiciyi içine alan hapishane sahnesinde bir anlatıcı olarak izliyoruz onu. Ardından dışarı çıktığında ise daha büyük bir hapishanenin içerisinde tamamen farklı bir insana bürünüyor. Çıkınca sokakta birkaç gençle dövüşmeden önce şöyle bir replik geçiyor: “Artık bir canavar oldum. Yeniden Dae-Sue olabilir miyim bilmiyorum?”
“Ve tamamen ürkütücü, hasta, nihilist ve negatif hikâye yaratmak daha bile etkileyici .” Bu, kendi resmi sitesinde Old Boy’dan bahsederken yönetmenin kullandığı sözler. Nihilizm (hiççilik ve yokçuluk) bir felsefi yaklaşım olarak karşımıza çıkar. Örneğin Nietzsche‘nin nihilizmi olumsuz bir düşünce tavrıdır ve korkular, başkaldırmalar, karşı çıkmalar bu düşüncenin temelinde olan kavramlardır. Aslında filmin bütününe baktığımızda, gerçek ‘’neden’’ hiçlik üzerine kurulu diyebiliriz. “İntikamını aldıktan sonra ne olacak?” diye merak ediyor ve devam ediyor Dae-Sue “Eminim saklı olan acı geri gelecek.” Buradan da diyebiliriz ki Park hiçlikler dünyasını kurmaya çalışıyor.
Filmde diyalogdan ziyade görsellik üzerine yoğunlaşan inanılmaz sahneler bulunmakta. Özellikle filmin son sahnesindeki Oh Dae-Sue’unun dilini kesmesi, o sahne izleyicilere açıkça gösterilmese de, izleyenin gözünün önüne getirebileceği kadar canlı verilmekte. Bu da aslında karakterlerin ifade ve duygularının yakın çekimde bizi içine almasından kaynaklanıyor diyebiliriz.
Filmin tam olarak çözüldüğü ve seyirciyi şaşırtan bu sahnede her şey açığa çıkıyor. Oh Dae-Sue’nun ne kadar zayıf olduğuna ve de artık gerçeğe dönmesiyle duygusal olarak bittiği ana burada tanık oluyoruz. Burada yakarış ve yalvarma belki de Oh Dae-Sue’nun hapisten önceki kendi kişiliğine döndüğü an. Film boyunca tahminde bulunmak çok zor ve seyirciyi bekleyen son da bu nedenle beklenmedik oluyor. Filmde görmeyi beklediğimiz her şey son anda elimizden gidiyor gibi.
Aslında filmde mekân olarak görülen hapishaneden çok zihinsel ve duygusal olarak oluşturulan hapishane önemli bir yer tutuyor. Bir güç oyunu mevcut ve bu oyunu filmde sürekli olarak hissediyoruz. Bu fiziksel ya da maddesel bir güçten çok aslında bilmenin verdiği bir güç. Zihinsel olarak haplar ve hipnoz, fiziksel olarak da hapishane ile bir intikam planının işlenişi veriliyor. Filmde yalnızca bir tepe noktasından söz etmek zor. Çünkü film aslında başladığı andan itibaren sizi içine alıp merak unsuruyla sürüklüyor. Ortada bir düğüm mevcut aslında; fakat bu düğümün çözüldüğü yer, intikamı getiren olayların hatırlanmaya başlandığı ve geçmişe dönük anların canlandığı sahnelerle başlıyor ve bundan sonra çözülmeye devam ediyor.
Karakterlerin en büyük özelliği -yoğun olarak yüzlerine yakın çekim olmasına rağmen- duygularının yüzlerinden çok net okunmuyor olması. Bu özellik belki de genel olarak Uzak Doğu insanlarının bir özelliği olarak da düşünülebilir. Filmde bu özellik aslında seyirciyi düşündürmede ve şaşırtmada çok işe yarıyor. Fiziksel görünümleri olarak da karakterlerin iyi bir gözlem sonucu belirlendiğini düşünüyorum. Özellikle Oh Dae-Sue dışarıya çıktıktan sonra 15 yılı kapalı bir mekânda yalnızca televizyon izleyerek geçirdiği düşünülünce, duygularını aslında tanımlayamıyor ve gösteremiyor olması da çok güzel bir biçimde yansıtılıyor.
Karakterlerin kendilerini yansıtan bir dilleri var diyebiliriz. Filmin dili ve karakterleri filmin söylemine uygun bir çerçevede karşımıza çıkıyor, yani karakterlerle örtüşen bir dil var. Filmde bir başka etkili olan etmen de müzikler. Çoğu sahnede öylesine güzel müzikler kullanılmış ki müzik sizi içine almada ve o anı mümkün olduğunca gerçek kılmada tamamlayıcı bir öğe haline geliyor. Müzik de görüntüde bir yönlendiricidir. Film bu kadar şiddet içermesine rağmen Vivaldi’nin ‘Dört Mevsim’ ini dahi kullanıyor yönetmen. Duygusallık aslında müzikler dışında repliklerde de var. Aklıma yerleşen repliklerden olan “Gülersen dünya da seninle güler, ağlarsan yalnız ağlarsın.” filmde birçok kez tekrarlanıyor. (Daha sonra bu sözü araştırdığımda Amerikalı yazar ve şair olan Ella Wheeler Wilcox’un ‘’Yalnızlık’’ adlı şirinin giriş dizesi olduğunu öğrendim.)
Filmde olay örgüsünü ise üç dönüm noktasına ayırabiliriz. Birincisi, Dae-Sue’nun hapsedildiği ve yalnızca bir televizyonun (televizyonda verilen montaj görüntüleri-Prenses Diana’nın ölümü, Kore’nin dünya şampiyonluğu, Berlin Duvarı vs.- biraz da politik bir imaj çiziyor.) ona eşlik ettiği bir odada geçiyor. İkinci kısım ise Oh Dae-Sue’nun kendi intikamını almak için iz sürüp, bu arada karşılaştığı dış dünya ile mücadelesinden oluşuyor. Üçüncüsü ise tüm düğümün çözülmesi ve Dae-Sue’nun bunları kimin neden yaptığını öğrenmesiyle sona eriyor.
‘Neden?’ sorusu ‘Kim?’ sorusundan çok daha önemli bu filmde. Gördüğümüz her eylem ve de bunların sonuçları elbet bizi bulacak. Filmde bu sonuçlar anlatılırken karakterler üzerinden gidiliyor ve Dae-Sue’nun hapsedilmesi onu çok derin iç hesaplaşmalara ve sorulara götürüyor: Öncelikle o bir canavar mı? Ve eğer böyleyse bu hale gelmeyi o mu seçti?
Bu filmi izlemiş olma deneyimi, bir filmin yalnızca dil ve görüntüden ibaret olmadığını ve kendi akışı içerisinde görünenlerin dışında neler barındırdığını görmeme yardımcı oldu. Ben kendimce filmi gerçekten görmüş olduğuma inansam da her izleyicinin filmden çıkardığı anlam farklı olabilir. Benim yapmak istediğim filmin daha derinine girerek, filmi ortaya çıkaran yönetmenin dünyasından yola çıkmak oldu. İzleyicisine izlerken ‘görebilmeyi’ sağlayan bir film Old Boy (İhtiyar Delikanlı).
çoğu kişiye güney kore sinemasını sevdiren film. eleştirinizi severek okuyan ben, de bunlardan biriyim. Park’ın intikam üçlemesinin de en iyisi bana sorarsanız.
Öncelikle benimle hemfikir olmanıza ve de yazımı beğenmenize memnun oldum. Bana kalırsa da hatrı sayılır derecede yaratıcı bir senaryo ve yönetmenlik. Teşekkürler yorumunuz için. Sevgiler..
Güzel bir filmdi arastırma ve yorumlar için tskler
Selamlar,sonuna kadar okudum yazını ve eline yüreğine sağlık… Çok güzel anlatmışsınız filmi müziklerine kadar.
Mon An Fire(Gazap Ateşi) Danzel Washington’un oynadığı filmi de izlemişsinizdir
Sizden ricam bu film ile ilgili de eleştiri yapar mısınız?
Şimdiden teşekkürler
Kore dünya şampiyona olmuyor ilk başta çeyrek final oynuyor… Dünya şampiyonu o yıl Brezilya biraz daha dikkatli inceleyelim lütfen (İkiz kulelerin yıkıldığı sahne)