Günlük yaşantımızı neredeyse durma noktasına getiren ve uluslararası düzeyde pek çok etkinliğin belirsiz gelecekte bir tarihe ertelenmesine sebep olan pandemi süreci, festival yönetimlerinin birbiri ardına online programlar ve buluşmalar düzenleme hamlelerini de beraberinde getirdi. Bu yıl 39. kez düzenlenmesi planlanan, şehrin kültür sanat hareketliliğine ilk sıradan katkıda bulunan İstanbul Film Festivali de, gösterime girecek filmleri büyük bir merakla bekleyen seyircisine kapılarını kapatmak zorunda kaldı. Geçtiğimiz günlerde festival direktörü Kerem Ayan tarafından açıklanan çevrimiçi seçki haberi sinemaseverleri bir hayli heyecanlandırdı. Programda yer alan, Cannes, Berlin ve Venedik gibi büyük festivallere katılmış 15 yabancı filmin biletleri internet üzerinden satışa çıktı. Uzun süredir evde kalarak bahar aylarının sıcak esintisini pas geçmek zorunda kalan sinema izleyicisi için görücüye çıkan çevrimiçi programın en dikkat çeken filmlerini listeledik, keyifli seyirler!
Martin Eden (Yön. Pietro Marcello, 2019)
Prömiyerini Venedik Film Festivali’nde gerçekleştiren ve festivalden En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’yle ayrılan film, ünlü yazar Jack London’ın otobiyografik ögeler taşıyan kült eseri Martin Eden’ın beyaz perde uyarlaması olarak karşımıza çıkıyor. Romanda tıpkı London gibi bir denizci olan Martin Eden karakteri bir yandan emekçilerin ve sınıf çatışmasının yegâne temsiliyken; diğer yandan aşık olduğu kadın Ruth vasıtasıyla burjuvaziye giden yoldaki basamakları hızlıca tırmanma gayesi taşıyan genç bir adamdır. İçerisine düştüğü ruhsal çelişkiler, kendine ait bir dünya yaratma çabası ve yılmadan sürdürmeye çalıştığı yazarlık mesleğinin zorlukları Martin’i kaçış yolunu bir türlü bulamadığı bir çıkmaza sürükleyecek ve onu dönemin çalkantılı konjonktüründe oradan oraya savrulan bir direniş simgesi hâline getirecektir. İtalya, Fransa ve Almanya ortak yapımı filmin başrolünde Ricordi? (2018) ve La Grande Bellezza (2013) filmlerinden tanıdığımız Luca Marinelli bulunuyor.
Lillian (Yön. Andreas Horvath, 2019)
Cannes’da Yönetmenlerin 15 Günü bölümünde gösterilen ve katıldığı festivallerden ödüllerle ayrılmayı başaran Lillian (2019), 1920’li yıllarda Amerika’da yaşayan bir göçmen olan Lillian Alling’in gerçek yaşam öyküsünden esinleniyor. Temelde bir eve dönüş öyküsü olan film, yönetmen koltuğunda oturan Andreas Horvath’ın tasarladığı gözlemci sinema evreninin derin ufkunu kilometrelerce ötesindeki izleyicilerle buluşturuyor. Genç kadının ABD’den Rusya’ya, yürüyerek ulaşmaya çalışmasını konu alan Lillian, İstanbul Film Festivali online seçkisinin dikkat çekici filmlerinden biri olurken, yol ve yolculuk kavramlarına da derinlemesine bir bakış sunuyor.
Swimming Out Till the Sea Turns Blue (Yön. Jia Zhang-ke, 2020)
Pickpocket (1998), Still Life (2006), A Touch of Sin (2013) gibi çok konuşulan filmlerin yönetmeni Jia Zhang-ke, 2018 yılında Cannes ana seçkisinde gösterilen filmi Ash is Purest White ile adından övgüyle söz ettirmiş ve katıldığı festivallerden pek çok ödülle ayrılmıştı. Filmde Çin’in yaşadığı toplumsal ve sosyoekonomik değişim, on yedi yıllık bir zaman periyodu içerisine yayılarak, yılların eskitemediği sürüncemeli bir aşk öyküsü etrafında adeta ilmek ilmek örülerek işlenmişti. Yönetmen, Berlinale’de gösterilen son belgesel filmi Swimming Out Till the Sea Turns Blue’da (2020) kadrajını yeniden Çin’in yaşadığı modern dönüşüm sürecine çeviriyor ve Jia Pingwa, Yu Hua gibi farklı jenerasyonlardan başarılı edebiyatçılarla yapılan röportajları bir araya getirerek, kişisel anlatıların eskimeyen hafızasını bir kez daha tazelemiş oluyor. Şüphesiz ülke sinemasının kendine has dokusunu tüm gerçekçiliği ve ince detaylarıyla sinemaya taşımak açısından oldukça değerli bir yerde konumlanan Jia Zhang-ke’nin belgeseli, Çin’in geçmişi ve bugünü arasında kurulan güçlü köprüde şiirsel bir yolculuğa çıkmak isteyen sinemaseverler için online festivalin kaçırılmaması gereken filmleri arasında yerini alıyor.
Servants (Yön. Ivan Ostrochovsky, 2020)
Özgün ve titiz sinematografisi ile dikkat çeken, prömiyerini Berlin Film Festivali’nde gerçekleştiren, Ivan Ostrochovsky’nin son filmi Servants (2020), izleyiciyi tüm dünyayı derinden sarsan ve büyük yıkım sonrası etkileri uzun yıllar devam eden Soğuk Savaş dönemine götürüyor. Etkileyici siyah beyaz görüntüler eşliğinde, Çekoslavakya’daki iki ilahiyat öğrencisinin komünist rejim ile yaşadıkları sancılı olayları konu alan film, savaşın fitilini ateşlediği bitmek tükenmek bilmez çekişmelerin, milyonların ölümüne yol açan siyasi kutuplaşmaların ve cellatlarının merhametine sığınan masum kurbanların sessiz çığlıklarını beyaz perdeye taşıyor. Slovakya, Romanya, Çek Cumhuriyeti ve İrlanda ortak yapımı olan Servants, dinin çepeçevre kuşattığı muhafazakar bedenlerin ıstırabını titrek bir mum aleviyle aydınlatıyor ve seçkinin en dikkat çekici filmlerinden biri hâline geliyor.
You Will Die at Twenty (Yön. Amjad Abu Alala, 2019)
Sudanlı yönetmen Amjad Abu Alala’nın Venedik başta olmak üzere pek çok festivalden ödülle ayrılan ilk uzun metrajlı filmi You Will Die at Twenty (2019), çocukluğunun en saf yıllarını yirmi yaşında öleceği kehanetinin peşini bırakmadığı kara bir lanetle geçirmek zorunda kalan, bu batıl inanç yüzünden hayatı doğduğu andan itibaren ailesine ve kendisine zehir olan Muzamil’in sarsıcı öyküsünü konu alıyor. Coğrafyanın insan kaderini şekillendiren yıkıcı etkilerinin ve toplumsal ön kabullerin yarattığı çarpık ötekileştirici tutumun gerçekçi bir anlatım diliyle beyaz perdeye taşındığı film, inanç kavramının özüne eleştirel bir yaklaşım getirerek köy hayatının modern toplumlara sıkı sıkıya kapanmış kapılarının ardında yaşanan dramı tüm çarpıcılığıyla gözler önüne seriyor.
Walchensee Forever (Yön. Janna Ji Wonders, 2020)
Yönetmen Janna Ji Wonders’ın Berlinale’de Perspektif Bölümü’nde En İyi Film Ödülü’nü kazanan belgeseli Walchensee Forever (2020), bir ailenin farklı kuşak kadınlarının öyküsünü, onları ortak bir geçmişin gölgesi altında birleştiren Walchensee Gölü’nü merkeze yerleştirerek beyaz perdeye taşıyor. Gölün ailenin kadınlarını aynı kader paydasında birleştiren büyülü hikâyesi, 1920 yılında yanı başında açılan bir kafe ile başlıyor. Yönetmenin ‘’Evin anlamı nedir?’’ ve ‘’Kökenlerim tarafından ne ölçüde şekillendirildim?’’ sorularının yanıtlarını aradığı film, geleceğe aktarılan nostaljik bir mirasın izini sürerken; hayatta kendi yolunu çizmiş olan güçlü kadınların kişisel deneyimlerini de sinemaseverlerle paylaşmış oluyor.
Willow (Yön. Milcho Manchevski, 2019)
Before the Rain (1994) ve Mothers (2010) filmleriyle tanıdığımız başarılı yönetmen Milcho Manchevski’nin Kuzey Makedonya, Macaristan ve Belçika ortak yapımı olan son filmi Willow (2019), çocuk sahibi olmak isteyen üç farklı kadının korkular, sancılar ve zorluklarla bezeli yaşamlarını sinemaya taşıyor. Yönetmenin en iyi işlerinden biri olarak gösterilen ve eleştirmenlerden büyük övgüler toplayan film, kadın bedeni ve annelik kavramının toplumsal yansımaları üzerine cesur sözler söylüyor. Willow’da kadrajın bir tarafına kırsalın kendine has gelenekleri ve sofistike inanç biçimleri yerleştirilirken; diğer tarafta modern dünyanın karanlığına hapsolmuş ve yolunu kaybetmiş kaygılı hayatlar konumlandırılıyor. Güçlü sinematografısi ve özgün pastoral detaylarıyla dikkat çeken film, online seçkide şans verilmeyi fazlasıyla hak ediyor.
Little Girl (Yön. Sebastien Lifshitz, 2020)
Open Bodies (1998), Wild Side (2004) ve Bambi (2013) filmleriyle tanıdığımız başarılı yönetmen Sebastien Lifshitz, dünya prömiyerini gerçekleştirdiği Berlinale’den Teddy Ödülü ile ayrılan son belgesel filmi Little Girl (2020) ile, LGBTQ karakterlerin dünyasına yeniden samimi ve dokunaklı bir bakış sunuyor. Yedi yaşındaki Sasha ve ailesinin zorluklarla dolu hayatına odaklanan film, küçük kızın fobik tahakkümler ve rahatsız edici toplumsal baskılar karşısındaki kararlı tavrını ve pes etmeyen güçlü doğasında yaşanan fırtınalı geçiş sürecini sinemaya taşıyor. Toplumun cinsiyet normlarına uymadığı gerekçesiyle ötekileştirilen insanların derinlerden yükselen ‘’Biz de varız, buradayız!’’ çığlığını var gücüyle haykıran Little Girl, seyirciyi genel geçer addettiği yargılarını sorgulamaya iten sıra dışı bir deneyime dönüşüyor.