Gezi/ Şehir Belgeselleri
Paris 1900 (1947, Yönetmen: Nicole Védres)
Başrolde tam bir asır öncesine uzanan Paris sokakları! Tüm ihtişamı, dünyaca konuşulan kültürel ve sosyal yaşantısı, şehrin nabzı, kokusu, tadı… 1900’lerin Fransa’sını beyazperdeye taşıyan en kapsamlı yapımlardan biri olan Paris 1900, dönemin belgesel türündeki eserleri arasında da oldukça seçkin bir konumdadır. Nicole Vérdes’in titiz çalışmasıyla geniş bir Paris panoraması sunan belgesel, 1900 ila 1914 yılları arasında Paris’in I. Dünya Savaşı öncesi geçirdiği, “güzel dönem” anlamına gelen La Belle Epoque dönemini anlatır. Bu dönemde Paris, hızlı bir kültürel, sosyal, bilimsel değişim ve dönüşüm içine girmiştir ve bu değişimin temposu da belgesele yansır. Siyah beyaz, kısa görüntülerin bir araya gelmesiyle oluşturulan tempoda bütünsel nitelikli kurgusal bir olay örgüsüne rastlanmaz; zira belgesel türünde gezi ve şehir belgesellerinin ilk örneklerinden olan yapım, öncelikle anlatmaya değil, göstermeye çalışır. Yani gerçek şehir yaşantısının doğal akışına tutulan kamera, bir öyküyü yansıtmaz; şehri anlatan görüntü parçaları bir araya gelirken dönemin tarihsel açıklaması, klasik belgesel anlatısı içinde verilir. Nitekim bu anlatının klasikleşmesi de Paris 1900 gibi örneklerle başlamıştır.
Hasret: Sehnsucht (2015, Yönetmen: Ben Hopkins)
Bir öykü şehrin içinde, bir öykünün içinde şehir… Üstelik beklemeden, ummadan kurguya dökülüveren, daha doğrusu rüzgârın üşüttüğü sokaklarda rastgele dolaşırken köşe başlarında karşılaşılan olayların roman yapraklarına, kurgu satırlarına dönüştüğü bir öykü… Hepsi, Alman yönetmen Ben Hopkins’in, ülkesindeki yerel bir kanal için İstanbul’u anlatan bir film çekmek üzere kamerasını kaptığı gibi soluğu Türkiye’de almasıyla başlar. Ancak henüz en başındayken işler, umduğu gibi gitmez; anlaştığı şirketle gerekli maddi destek ve uzlaşım sağlanmaz, beraberinde getirdiği ekibin ihtiyaçları ve çekim giderleri karşılanmaz. Dolayısıyla Hopkins, İstanbul sokaklarında bir başına ve beş parasız kalır! Bu sırada şehrin büyüsü, Hopkins’in kamerasına bir öykü anlatır ve karanlıkta kalan sırlar, birer başrol oyuncusu hâline gelir. Bu sahnede aşk da vardır, hüzün de; savaş, direniş, çatışma da vardır, martı kokulu, alçakgönüllü, buharı tüten muhabbet çayı da. İstanbul, toprağından havasına, insanından kedisine sokak sokak bir öykünün diline dolanır. Ve ortaya uzun soluklu bir Hasret çıkar.
Gösterme sanatı, işte adını burada konuşturur; zira Hopkins, çıplak ve katıksız olana kamera tutarken arkada tasarladığı senaryoya doğaçlama kaydettiği an ve görüntüleri ustaca uyarlayarak izleyiciyi, zaman zaman tüyler ürperten efsanelerin tam ortasına götürür. Neyin kurgu neyin gerçek olduğu birbirine karışır bu noktada. Bu özelliğiyle Hasret, belgesel türüne ait olmakla birlikte gezi belgeseli kategorisinde, özellikle ülkemizde sıkça rastlanmayan kurgusal bir dokuya da sahiptir.Benzer şekilde Grant Gee’nin, Orhan Pamuk ve Masumiyet Müzesi’ni anlattığı Innocence of Memories (2015), FrederickWiseman’ın, Amerika gerçeklerine ışık tuttuğu In Jackson Heights (2015) gibi başarılı örnekleri sayesinde yaygınlaşmaya başlayan kurgusal doku, belgesel türüne de yeni bir renk vermiş ve bu yönde bir eğilime kapı aralamıştır.
Rabia Elif Özcan