2019 yılı biterken ve biz şimdiden gelecek yılla ilgili planlar yapmaya başlamışken, önümüzdeki birkaç hafta içinde sizleri, yaşımız ilerledikçe kaybettiğimizi sandığımız çocukluk masumiyetini yeniden kazanmaya, çoğu zaman çıkarlar uğruna göz ardı edilen birlik ve bütünlüğün önemini hatırlamaya, aileniz için şükretmeye ve yozlaşma hali içinde kaybolan aşk duygusunu yeniden yaşamaya davet ediyorum.
Kapımızı çalan yeni yılda yapılacaklar ise basit: Biraz kendimizi tanımak, bir tutam umut, pes etmemek, merak etmek, çok çalışmak, bolca sevmek, kıymet bilmek ve kendimize güvenmek. İstek ve beklenti parçacıklarımızdan oluşturduğumuz yeni yıl tarifimizin tam kıvamında olması için geriye kalan tek şey ise tüm hayallerimizin gerçekleşeceğine inanmak. Çünkü inanmak, mucizeleri de beraberinde getirir. İyi seyirler!
Miracle on 34th Street (Yön. George Seaton, 1947)
Miracle on 34th Street (1947) filminin konusu şöyle; Kris Kringle adında yaşlı bir adam, Macy’s’in geleneksel Şükran Günü organizasyonu için Noel Baba olarak göreve başlar. İşinde o kadar sevilir ki, Macy’s, Kris’i New York 34. caddede bulunan mağazalarında Noel’e kadar Noel Baba olması için görevlendirir. Kızının peri masallarına inanmasını istemediğinden onu realist olarak yetiştiren organizasyon sorumlusu Doris, bir gün Kris’in kızını gerçek Noel Baba olduğuna inandırması üzerine Kris’ten şikayetçi olur. Fakat kısa zamanda müşterilerin kalbini kazanan Kris, daha uzun süre orada çalışmaya devam edecek gibi görünmektedir.
İyi kalpli olduğu için dengesiz damgası yiyen, ısrarla Noel Baba olduğunu söylediği için akıl sağlığından şüphe edilen Kris hakkında dava açılır. Karşılık beklemeden yaptığı iyiliklerle, küsleri barıştırmasıyla, dürüstlüğüyle dikkat çeken ve numara yaptığı düşünülen Kris, ne olursa olsun bildiğinden şaşmayarak insanların hayatına güzellikler getirmeye devam eder.
Film, Noel Baba gerçek olsun olmasın, çevresindekilere karşılıksız sevgi besleyen ve onlara destek veren iyi kalpli insanların var olabildiğini gösteriyor. Ayrıca pozitif düşünmenin, hayal gücünün, inancını yitirmemenin ve inandığın şeyin arkasında durmanın önemini vurguluyor.
“Annem bana dedi ki; ‘Eğer işler ilk seferde istediğin gibi sonuçlanmazsa yine de inancını yitirmemelisin.’”
The Nightmare Before Christmas (Yön. Henry Selick, 1993)
Korkutan dış tehditlerle ilerleyen aksiyon bazlı Cadılar Bayramı filmlerine kıyasla, karakterlerin iç çekişmelerine odaklanan Noel filmlerini göz önünde bulundurduğumuzda, ana olay örgüsü ve ana karakterinin gelişimi itibariyle yıllardır Cadılar Bayramı mı yoksa Noel filmi mi olduğu tartışılan The Nightmare Before Christmas (1993) yeni yıl filmi olarak listede yer alıyor.
Jack Skellington, Halloween Kasabası’nın “Balkabağı Kralı” ve her sene Cadılar Bayramı kutlamalarını organize eden kişidir. Fakat Jack, artık bu rutinden sıkılmıştır ve vaktini harcayacak yeni bir aktivite bulma peşindedir. İşte o sıralarda Christmas Kasabası’nı keşfeder ve o sene Noel kutlamalarını Noel Baba ve ekibi yerine kendisinin organize edeceğini duyurur. Maalesef hazırlıkları tüm hızıyla sürdürürken yaptığı hatalar yüzünden ününü artıracağına aksine kendi sonunu hazırlar. En sonunda ise kasabasına geri dönerek bildiği işi yapmaya devam eder.
“Kendini tanı ve kendin olmayı bırakma!” mesajı veren filmde, her ne kadar Jack özünden kopmadığı için Noel hazırlıklarında başarısız olsa da eninde sonunda gösterdiği çabanın karşılığında kendisini yeniler ve daha tutkulu bir şekilde eski işine geri döner. Aslında Noel kutlamaları için ürettiği başarısız fikirlerin hepsinin Cadılar Bayramı için ne kadar yenilikçi olduğunun farkına varır. Hayatta umutsuzluğa kapıldığımızda ya da monotonluğa düştüğümüzde bize tek gereken biraz ara vermek ve yenilenmektir aslında.
“Uzun zaman sonra ilk defa
Tekrar kendim gibi hissettim
Ve ben, Jack, Balkabağı Kralı
Evet doğru, ben Balkabağı Kralı, ha ha ha!
Bir sonraki Cadılar Bayramı’nı sabırsızlıkla bekliyorum…”
Elf (Yön. Jon Favreau, 2003)
Bebekken yanlışlıkla Kuzey Kutbu’na gönderilen Buddy (Will Ferrell), Noel Baba’nın elfleri tarafından yetiştirilir. Bulunduğu ortama tam olarak uyum sağlayamadığını düşündüğü için ise en sonunda bir gün doğduğu toprakları görmek ve gerçek babasıyla tanışmak için New York’a gider. Ne yazık ki babası Walter, suratsız bir iş adamıdır. Fakat DNA testi ile bir yetişkin olan fakat çocuk gibi davranan ve elf kostümüyle New York sokaklarında dolaşan Buddy’nin biyolojik oğlu olduğunu öğrenince, oğlu ile aralarında bir ilişki kurmaya razı olur. Babasını ve kendisine yabancı bu dünyayı tanımaya çalışan Buddy’nin aynı zamanda insanları Noel Baba’ya ve yeni yılın büyüsüne de inandırması gerekir. Çünkü Noel Baba’nın kızağının enerjiye, yani insanların inancına ihtiyacı vardır.
Yeni yılın ruhunu bütünüyle taşıyan ve izleyicinin karakterle bağ kurmasına yardımcı olan neşeli bir film Elf (2003). Adeta yeni yıl hediyesini açmak için heyecandan yerinde duramayan çocuk coşkusunu taşıyor ve üstüne basa basa aile kavramının önemini vurguluyor.
“İyiler listesinde herkes için yer var.”
The Polar Express (Yön. Robert Zemeckis, 2004)
Chris Van Allsburg’un aynı isimli çocuk kitabından uyarlanan film, Noel Baba’nın ve sihrin varlığına inanmakta tereddüt eden bir çocuğun, Noel arifesinde Kuzey Kutbu’na giden bir trene atlayarak kendini keşfettiği, arkadaşlığı ve cesareti öğrendiği fantastik yolculuğu konu ediniyor.
Görünürde ana karakterin atıldığı macera ile “Noel Baba gerçek mi?” sorusuna cevap ararken, bizlere de film boyunca inanmanın gücünü gösteriyor. Diyaloglarının satır araları mesajlarla dolu olan film, yalnızca çocuklara değil, yetişkinlere de hitap ediyor. “Kendimizi tanımalı, yapabileceğimize inanmalı ve kendi sihrimizi yaratmalıyız,” diyor. Çünkü hayatta her zaman sabırsızlıkla beklediğimiz ve gerçekleşmesini umduğumuz bir şeyler vardır. Karşımıza çıkan küçük sürprizlere kucak açmalı ve yalnızca görünenin değil görünmeyenin de peşinden koşmalıyız.
“Görmek inanmaktır; ama bazen dünyadaki en gerçek şeyler gözümüzle görmediklerimizdir.”
Tokyo Godfathers (Yön. Satoshi Kon, 2004)
Orta yaşlı alkolik Gin, evden kaçmış ergen Miyuki ve travesti Hana, Tokyo sokaklarında dolaşan üç evsizdir. Bu üçlü, Noel arifesinde çöp karıştırırken terk edilmiş bir bebek bulunca bebeği annesine teslim etmeyi görev edinir. Bebeğin geldiği yer ya da kimin olabileceği ile ilgili çok az ipuçları olan uyumsuzlar, Tokyo sokaklarının altını üstüne getirerek yardım bulmaya ve bebeği ait olduğu yere, yani ailesinin yanına götürmeye kararlıdır.
Tokyo Godfathers, yalnızca ismine bakıldığında bir aksiyon filmini andırsa da temeli kefaret ve birlik olmak temalarından oluşan içten bir aile hikâyesi. Ödüllü anime yönetmeni Satoshi Kon’un üçüncü kez yönetmen koltuğuna oturduğu Tokyo Godfathers’ın (2004) her dakikasında birbirinden farklı bu karakterlerin çıktıkları içsel yolculukları ile içinde bulundukları duruma ve aile kavramına karşı bakış açılarını izliyoruz.
“İhtiyacınız olan tek şey sevgi.”
Un Conte De Noel (A Christmas Tale) (Yön. Arnaud Desplechin, 2008)
Fransız yönetmen Arnaud Desplechin, fonksiyonel bozukluk yaşayan bir aileyi evimize başarıyla konuk ederken, aynı zamanda uzlaşma, beraberlik ve kefaret kavramlarını hikâyeye yedirmesiyle dramın ve komedinin bir araya geldiği, seyir zevki yüksek bir film ortaya çıkarmış.
Geleneksel Noel yemeklerinde aile reisi anneleri Junon’un (Catherine Deneuve) lösemi olduğunu öğrenince maaile, kendisine uygun bir kemik iliği donörü bulabilmek için arayışa girerler. Bu uğurda altı sene önce evden bizzat Junon tarafından kovulan ortanca çocuk Henri’yle bir araya gelmeyi göze alırlar.
Aile ilişkilerini, güç durumlarla nasıl başa çıkılacağını, sorunlara bulunan çözüm yollarını irdeleyen film, her karakteri derinlemesine anlamamıza ve ilişkilerin evrimini an be an gözlememize olanak tanıyor. Kendimizden bir şeyler bulduğumuz ve özeleştiri yaptığımız film, en çok “aile olmak/olabilmek” çerçevesi içinde ilerliyor.
The Man Who Invented Christmas (Yön. Bharat Nalluri, 2017)
Film, 1843 yılında Charles Dickens son romanlarında aradığı başarıyı bir türlü yakalayamayan bir yazarken, hayal gücü ile çevresinden aldığı ilhamı birleştirerek neredeyse iki asırdır okunan başarılı hikâyesi A Christmas Carol’ı yazdığı zamanı anlatır. Yayıncıları tarafından artık desteklenmeyen Dickens, en sonunda Noel’e yetiştirmeye çalıştığı bu hikâyeyi kendi imkanlarıyla baskıya götürme kararı alır. Zamanı kısıtlıdır; fakat yardımcısı Tara ve yarattığı unutulmaz karakterleri ona bu zorlu görevinde ummadığı kadar yardım edecektir.
Film, bir yandan romanın yaratılma sürecine odaklanırken, bir yandan da Dickens’ın ailesi ile olan ilişkisine değinir. Filmin sonunda genç adam romanını tamamlamayı başarırken aile bağlarını da kuvvetlendirir. Birlik, beraberlik ve aile bağları filmin ana temalarını oluşturuyor ve film, Noel’e bakış açısını değiştiren adamın hayatının bir kısmına göz atmak isteyenler için ilham verici bir öneri olarak listede yerini alıyor.
“Mutlu yıllar!”