Pi (Darren Aronofsky, 1998), düalite temas delilik ve dahilik, düzen ve kaos, bilinç ve bilinçdışı kavramları üzerinden işlemiştir. Bu temaların bütünü, Maximillian Cohen isimli bir matematik dâhisinin -tesadüfen- eriştiği bir kodun zamanla karşısına çıkmasıyla evrenin özü olduğuna inanma süreci ile anlatılmıştır.
Pi gibi tek kahraman üzerinden ilerleyen bir film hakkında düşünmek için benim izleyeceğim ilk yol kahramanı tanımaktır: Oldukça izole bir hayat süren Max, günlük hayatını neredeyse tamamen bilgisayardan oluşan bir apartman dairesinde geçirmektedir. Ara sıra komşunun küçük kızı Jenna ve diğer komşusu Devi ile karşılaşması dışında kendisi gibi bir matematik profesörü olan mentörü Sol’u ziyaret etmektedir. Ayrıca Max’in altı yaşından beri epilepsi krizleri geçirmesi de hikâyenin işlenişinde önemli bir role sahiptir.
Max karakterini incelediğimizde o, sınırdurum düzeyde şizoid-paranoid kişilik Öncelikle Max’in donuk, durgun ve dış dünyaya karşı olan yabancıl, gözlemci hâli onu mizaç bakımından şizoid karaktere yaklaştırmaktadır. Bunun yanında dış dünyaya olan tüm yoğunluğunu matematik aracılığıyla kendi iç dünyasına yöneltmiş olduğu da çok açıktır. ¹ Diğer yandan, film boyunca tekrarlanan Max’in altı yaşındayken güneşe doğrudan bakması sebebiyle başlayan epilepsi krizlerinin de çocukluğunda aşırı uyarılmaya bağlı geri çekilme savunmasını benimsediğini gösteriyor olabilir. Paranoid özellikleri ise şizoid özelliklerine kıyasla dairesindeki kilitler, dışarı çıktığındaki tavrı gibi hemen fark edilebilir nitelikte olup sinematografik seçimlerle güçlendirilmiştir. Şizoid kişilik baskın savunma süreci olarak geri çekilmeyi kullanırken paranoid kişilik yansıtmayı kullanır. Yani, kişi kendindeki olumsuz nitelikleri yansıtarak dışsallaştırır. Bu noktada Max’in film süresince şizoid kişilik örgütlenmesinden paranoid kişilik örgütlenmesine doğru kaydığı görülebilir. Çünkü hayatını oldukça zorlaştıran hatta onu ölümle burun buruna getiren epilepsi krizlerinin yarattığı kaygıyı dışsallaştırarak borsacılar ve dinci Yahudiler tarafından takip edildiği senaryosuna çevirmiş olması muhtemel gözükmektedir. Filmin ileri safhalarında (metrodaki rüya sahnesi haricinde) Max epilepsi krizlerinin tetiklediği dissosiyatif durumlar da deneyimlemektedir. Bu deneyimler hikâye örgüsünde somut bir şekilde gösterilmekten ziyade kurgudaki zamansal boşluklarla ifade edilmiştir.
Filmdeki kilit dissosiye anlar Max’in beyin gördüğü anlardır. İstasyonda gördüğü ve dokunduğu ilk seferde Max tiz bir ses ve muhtemelen ağrı eşliğinde defalarca geri çekiliyor. Bu sahnede belirtilmek istenen düzenin bozulmaya başladığı, yani Max aracılığıyla anlatılan ve filme hâkim olan sınırdurum hâlin her an psikotik düzeye kayabilir. Zaten beyin motifini tekrar Max’in lavabosunda gördüğümüzde beyin çürümüş ve böceklenmiş bir hâldedir.
Öte yandan filmde Max’i takip eden borsacılar ile Lenny Meyer isimli Yahudi ise Max’in gösterdiği paranoid özelliklerle hizadadır. Ancak bu Max’in psikotik düzeyde paranoyak olmasından ve/veya bu insanların halüsinasyon ve/veya delüzyon olmasından ziyade filmin işleyişine, senaryoya yedirilmiş bir özelliktir. Özetle, Pi’de paranoya kavramı bir kahraman üzerinden tüm filme yayılmış bir konsepttir. Bu konsept hem filmin genel akışını hem de sinematografik seçimleri belirlemesi açısından yönetmenin filme yaklaşımı dolayısıyla seyircinin filme yaklaşımını domine eder.
Pi’nin formal elementlerinin filmin içeriğiyle uyumu oldukça etkileyicidir. İlk olarak film Go oyunu evrenindeymişçesine siyah beyaz çekilmiştir. Bu monokrom tercih, kullanılan sert aydınlatma ile daha da kontrast hâle gelmiştir. Kamera hareketleri ise montajla birleştiğinde adeta seyirciyi kaosa çekmektedir. Örneğin; Darren Aronofsky’nin Requiem for a Dream (2000) gibi diğer filmlerinde de kullandığı yakın çekimde kamerayı karaktere sabitlemesini burada da görmekteyiz. Mikro sesler ve yakın çekim nesneler de Aronofsky’nin kullandığı bir diğer motiftir. Böylece siyah ve beyazın getirdiği sadelik ile kamera hareketleri ile montajın yarattığı huzursuzluk yine düzen ve kaos ikiliğini gözler önüne sermektedir.
322×491=158102
Filmin ilk dakikalarında Max apartmandan çıkarken Jenna ona bu çarpma işleminin cevabını sorar. Max ise duraklamadan cevabı verir.
72:22=3,318181818….
Kızın sorduğu ikinci işlemin cevabı filme ismini veren pi sayısına yakın bir sayıdır. 158102 ise net, yani devirli olmayan bir sayıdır. Pi sayısı ise kaostur, düzensizdir. Bu noktada ikinci sorunun cevabının pi sayısına yakınlığı Max’in sınırdurum hâlini filmin daha ilk dakikalarından ortaya koymaktadır. Diğer yandan, ikinci sorunun cevabının “devirli” olması ve pi sayısının daire ile ilişkisi de filmin patern ve döngü konusundaki yoğunluğunun sembolik bir göstergesi olarak kullanılmış olabilir. Aynı zamanda bu iki işlemin sırasıyla çarpma ve bölme olması da döngüsel bir iç içe geçmişliği sembolize eder.
Karakter bazında Sol, Max ve Jenna üzerinden bir “mise-en-abyme”’den söz etmek mümkündür. Sol karakteri, Max’in mentörü olarak, Max ile aynı şekilde pi sayısının içinde patern ararken aynı sistem hatasıyla karşılaşır ve çıkan sayıyı ikinci kez bulmasının ardından ikinci kez kalp krizi geçirerek ölür. Bulduğu sayıyı Max’e devreder. Filmin başındaki gibi Jenna Max’e bir çarpma ve bir bölme işlemi sorar fakat bu sefer ilk işlemi Max yerine Jenna yanıtlar: 255×183=46665.
İkinci işlem ise filmde cevapsız bırakılmıştır: 748:238
=3,1428571428571
Cevap Pi sayısına daha yakın bir sayıdır.
Filmdeki ana motif mikro ve makro kozmosu betimler. Sol’un açıkça söylediği gibi, Go tahtası evreni simgeler ve oyun oynanınca evren kaosa sürüklenir. Sol öldükten sonra Go tahtasının üzerindeki spiral ise devri simgeler. Sonraki bir sahnede Max boş metroda yürümekte ve karoların birleşim yerlerine basmaktadır: beyaz karoların üzerinde siyah bir Go taşı gibi . Mikro/makro kozmosun içersinde Max’in ana karakter olarak simgelediği sınırdurum hâline mükemmel bir göndermedir. Diğer bir motif ise filmde tekrar eden döngü kavramına işaret eder. Belirtmiş olduğum gibi mise-en-abyme dışında somut olarak spirallere ve dolayısıyla altın orana da rastlamaktayız.
Öte yandan bir diğer ilginç konu ise Pi’nin medyum hakkındaki göndermeleridir. Max’in dairesinde bir sürü ekrandan oluşan Euclid sinemaya bir referans niteliğindedir. Hayatımızı yaşarken karşımıza çıkan her şeye anlam yüklemeyiz. Çünkü hayat anlamlı ve anlamsızın bütününden oluşur, bir kesit değildir. Ancak filmin belirli bir süresi vardır ve bu süre içersinde bir şey anlatmak, göstermek durumundadır. Bundan hareketle biraz ileri gidersek diyebiliriz ki ekranda gördüğümüz her şeyin bir anlamı vardır, hiçbir şey tesadüf değildir. Pi’ye geri dönersek: Max karanlık bir odada ekranlara bakmaktadır ve bu ekranlarda belirecek bir dizi sayı onun geleceği öngörmesine (güya) olanak sağlayacaktır. Max bu durumda seyirci ile özdeştir. Ayrıca Pi 1998 senesinde filmle çekilmiştir fakat günümüzde yönetmenlerin birçoğu pratik ve ekonomik nedenlerden dolayı dijitale geçtiği için film de artık bir dizi rakamdan oluşmaktadır. Böylece 2021’den bakarak Max’in metaforik olarak film izlediği yorumunu yapmak 1998’de Aronofsky’nin öyle düşünüp düşünmeden çektiğinden bağımsız olarak mümkündür. Pi zaman içerisinde film medyumunun teknik değişimleri ile yine bir döngü ve sarmala işaret etmiştir. Fakat bu sefer bu döngü Aronofsky tarafından değil, evren tarafından kurulmuştur.