Sanki okula sinemayla tanışmak için başlamış gibi ilkokul bitince bir daha uğramadı. Okula gelen seyyar bir sinemacının, çok sevdiği resimleri kımıldatması karşısında büyülenince, Kütahya’nın Tepecik Köyü’nde bir sinemacı yetişti. 14 yaşındayken Metin Erksan’ın Kuyu (1968) filmini izleyip yönetmen olmaya, kendi tabiriyle sinemanın büyücüsü olmaya karar verdi. Ahmet Uluçay’ın rüyalarında gördüğü, hayallerinde kurduğu gölgelerin gerçek olduğunu anlaması işte böyle başladı…
Güliz Sağlam, Tepecik Hayal Okulu’nu (2014) çekmeye karar verdiğinde Ahmet Uluçay Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak (2004) filminin sonlarına gelmişti. Bu zamana kadar direndiği zor koşullar ve imkânsızlıklar, uzun metrajlı film çekmesini ertelemek bir yana, söylemek istediklerini içine atmasına, söyleyemediklerinin birikmesi de beyninde ur çıkmasına sebep olmuştu. Hastaydı, morali bozuluyordu, bir türlü netleşmeyen ameliyat tarihi psikolojisine zarar veriyordu. Güliz Sağlam, hem bu süreçte manevi olarak Ahmet Uluçay’a destek olmak, hem de ikinci uzun metrajı olarak çekmeyi düşündüğü Bozkırda Bir Deniz Kabuğu‘na maddi destek sağlamak için Tepecik Hayal Okulu‘nu yapmaya karar verdi. Bozkır düşlerini ertelemek zorunda kalıp İstanbul’un hastane koridorlarında iyileşeceği günü saymaya başladı Uluçay. Biz de belgeseli izlerken onun sinema serüvenine, hayal âleminde oluşturduğu senaryolara tanıklık ettik. Ailesi ve arkadaşlarının tanıklıklarıyla da Uluçay’ı dinleme, anlama fırsatına eriştik.
Ahmet Uluçay, tüm hayatını çocukluk yıllarına dayanan bir ağıt olarak yaşadı. Çocukluğunda takılı kalmış, en güzel hikâyelerini çocukluğunda yaşamış bir sinemacıydı o. Gecenin bir vakti ateşin başında köylülerden dinlediği hikâyelerle sinema algısını besleyen Uluçay, güneş battıktan sonra gezindiği söylenen cinlerin, şeytanların, karanlıkta dans eden tüm hayali varlıkların merakçısı olmuş, onun için ışık ve gölge kullanımında çığır açan, düşün ne demek olduğunu iyi bilen sinemacılar tarafından ortaya atılan Alman Dışavurumculuğu köyün duvarlarında yaşamıştı. Tüm köyü fantastik bir filme benzeten Ahmet Uluçay, böylelikle daha çocuk yaşta emin bir kararla resimleri kımıldatmaya karar vermiş, gölgelerin peşine düşmüş ve “tek başına ümitsizlik ağacından meyve yemek isteyen bir insan” gibi ilk kısa metrajlarını çekmeye koyulmuştu. Arkadaşı İsmail Mutlu ile birlikte önce Optik Düşler‘i (1993), ardından kendi oğlunu oynattığı Koltuk Değneklerinden Kanat Yapmak‘ı (1994) çeken Uluçay, epilepsi krizlerini peliküle de aktararak Epileptic‘i (1998) var etmişti.
Ahmet Uluçay’ın filmlerinden kısa bölümler göstererek onun zengin, farklı disiplinlerden beslenen, doğal, samimi, kendi tohumlarını kendi serpip yeşerten, kural koymak yerine “Söyle kalbim!” diyerek kural tanımayan sinemasını anlamamıza da yardımcı olur Tepecik Hayal Okulu. Uluçay, çocukların dünyayı daha saf ve temiz gördüklerine, böyle bir dünyada savaşın, sefaletin, kirliliğin olmayacağına inanır. Bu inançla çocuk gözüyle dünyaya çevirdiği kamerası hep aynı çocukları anlatır. Küçük bir hayata sıkışmış, dağın ve ufuk çizgisinin öteki tarafını merak eden, oraya gitmek için hayaller kuran, imkânsızı isteyen çocukları… Bu nedenle filmlerinde tren imgesini çok sık kullanır. Tepecik Hayal Okulu‘nu da raylarda yürüyen güleç bir Ahmet Uluçay’la açan Güliz Sağlam, onu bu tanıdık imgesiyle ebedîleştirir. Onun dünyasında trenler, onlara benzemeyen insanları, tepelerin ardında bir yerlere götürür ve bu da Uluçay’ın düşlerini kışkırtır.
Filmlerini yaparken en büyük destekçisinin eşi ve çocukları olduğunu, tüm köy sete giderken Uluçay’ın kendi ailesine evden çıkmaları için izin vermediğini çünkü onları kimsenin görmesini istemeyecek kadar çok sevdiğini, kısa metrajlarını evlerinin altındaki küçük bir odada kızının yardımlarıyla var ettiğini, gecenin bir yarısı tamamladığı senaryosunu anlatabilecek birini bulmak için karanlıkta köyün kahvesine kadar yürüdüğüne de belgesel sayesinde öğreniriz. Uluçay’ın bilmediğimiz yönleri birbirine eklenerek çoğalırken, kıymeti bilinmeyen bir ustanın gidişiyle yarım kalıp nihayete eremeyen hayallere, bozkıra düşmeyi başaran deniz kabuklarına ve Uluçay’ın içine kendi çocukluğunu sakladığı tüm çocuk kahramanlarına bir selam vererek başımızı eğeriz.
Tepecik Hayal Okulu, Ahmet Uluçay’ın hayatından aldığı güçle tüm hayalbazları, söyleyecek sözü olanları inanmaya, samimi ve içten konuşmaya çağırır. Ne olursa olsun vazgeçmemek gerekir düşlerden, düş pencerelerinden… Çünkü görünen ufuk çizgisinin görünmeyen tarafında bir yerde, o hayallerin gerçek olduğu bir dünya elbet vardır. Herkesin düş treni, nihayetinde kendi istasyonuna varır. Uluçay içinse her tren yolunun sonu memleketinde, hayal okulunda biter…
Söyleşide Uluçay Abimize dair güzel anilarini anlatan Güliz Sağlam’inda ellerine sağlik sizin de 🙂