Toni Erdmann aslen Winfried, iflah olmaz bir romantik. 21’inci yüzyılda hâlâ takma dişiyle insanları –özellikle de kızını- güldürebileceğine inanıyor, kapısına gelen postacıya bile takılıyor, dünyasını gülümsemeyle aydınlatıyor. Eğer filmi izleyip de “Koskoca adamın yaptıklarına bak” diyenlerdenseniz, muhtemelen sistemle iyi bir uyum içindesiniz. Yok, kalbinde ufacık bir kıpırtı meydana gelenlerdenseniz, o zaman bu satırları severek okuyabilirsiniz. Çünkü bu satırlar filmden sonra içinde büyük fırtınalar kopan biri tarafından yazıldı.
Hayatın tüm negatifliğine, yoruculuğuna ve de acımasızlığına karşın içindeki çocuğu öldürmemiş, hayattan zevk alan ve aldırmaya çalışan kaç kişi tanıyorsunuz? Sanırım sayıca çok olmadıkları için bir tanesinin beyazperdeye taşınmasına ve unutulmaz karakterlerden biri olmasına ihtiyacımız vardı. Filme de adını veren Toni Erdmann, esas ismiyle Winfried, kapitalizm denen tek dişi kalmamış canavara takma dişleriyle karşılık veriyor.
Winfried, altmış küsur yaşında, boşanmış, yaşlı annesi ve köpeğiyle yaşayan bir adamdır. Muzip şakalarıyla seyirciye ilk dakikadan itibaren kendini sevdiren Winfried’in hayatta kalma motivasyonunun bu küçük nüanslar olduğunu anlamakta gecikmeyiz. Winfried’ın kızı Ines ise değil şaka, en ufak bir espriyi bile kaldıracak hâlde değildir. Çünkü o, erkeklerin dünyasında var olmaya çalışan ve işinde var oldukça gerçek hayatta kaybolan bir ruhtur. Ve hayat onun için bu denli ciddiyetten ibaretken gülümsemesi söz konusu değildir. Zaten görevi de değildir. Onun görevi daha rahat bir hayat için, danışmanlık verdiği şirketteki insanlarla girdiği güç savaşlarından galip çıkmaktır.
Winfried’in kızını “kurtarmak” için ona sürpriz yapıp Ines’in yanına Bükreş’e gitmesiyle baba-kız arasındaki ilişkiye odaklanmaya başlarız. Yani yönetmen ve senarist Maren Ade, iki karakterini de tanıtmak için yeterli malzemeyi seyirciye verdikten sonra kamerasını ve seyircinin odağını bu benzersiz ilişkiye çevirir. Winfried, kızına koşulsuz sevgisini sundukça, Ines daha çok hırçınlaşır. Hissetmemeyi ilke edinmiş genç kadının kalbinden öz babası dahi geçemez. Kızının duvarlarını indirmeye kararlı Winfried ise çabalamaya devam eder. Çünkü bu çabayı sadece kızına değil kendisine de borçludur. Aslında baba-kız arasında “yalnızlığı” seçmeleri açısından da çok benzer bir dinamikten söz etmek mümkündür. İkisi de yalnızlığı seçmiştir, ikisi de “oynuyorlar”dır. Tek farkları, içlerinden birinin bunun farkında olmasıdır.
Babasının toplum içindeki davranışlarından ötürü sürekli “utanan” Ines, iş yerinde büründüğü maskesini onun yanında da çıkarmakta, çıplak kalmakta zorlanır. Ines, zırhını indirecek her şeye tüm gücüyle karşı koyacak ve konfor alanına müdahale eden bu adamı bir an önce yanından göndermenin yollarını aramaya başlayacaktır. Panikle gerçek olandan uzaklaşmak isteyen genç kadının kurduğu düzenin devamı için bu bir zorunluluktur.
Toni Erdmann tam da bu noktada bize iki karakterinin de dramasını sunmaktadır; kızının kalbini kazanmaya çalışan ve bunun için kılıktan kılığa girmeye razı Winfried’in hâli mi yoksa duvarlarını bir karış dahi indirmeyen Ines’in içinde bulunduğu durum mu daha hüzünlüdür, bilinmez.
Alman yönetmen Maren Ade, Toni Erdmann’ı ilmek ilmek işlemiş. Çok yönlü bir araştırma sürecinin ardından detaylı bir kurgu süreci geçiren yönetmen, 160 dakikalık filmin her karesinde titiz çalışmasının karşılığını almayı başarıyor. Süresi görece olarak uzun bulunsa da, hissiyatı kesinlikle çok daha kısa ve fikrimce filme fazla gelen tek bir kare bile bulunmuyor. Ritmi yüksek seyreden filme Maren Ade’nin katkısı kuşkusuz yadsınamaz; ancak 2016’da beyazperdede izlediğimiz en özel performanslardan ikisini sunan Sandra Hüller, Peter Simonischek’e özel bir parantez açmak gerekir. Ines’i ele alışı, kırılma noktalarındaki oyunu ve en zor sahnelerdeki soğukkanlılığıyla Hüller, Ines’te olağanüstü bir iş çıkartıyor. Elbette Winfried’i muazzam bir performansla sunan Simonischek de Hüller’den aşağı kalmıyor.
Toni Erdmann, Ade’nin üçüncü uzun metrajı. Yönetmen, babasından feyz alarak oluşturduğu Toni Erdmann karakteriyle sinemaya unutulmaz bir baba karakteri kazandırmışa benziyor. Cannes Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü’ne layık görülen film, geçen hafta açıklanan Oscar Ödülleri’nde En İyi Yabancı Film kategorisindeki favori adaylarından.
Kurumsal hayatın açmazlarını sistem üzerinden değil kişisel bir perspektiften ele alan ve bunu beyazperdede görmeye alışkın olmadığımız bir baba-kız ilişkisini odağına alarak perçinleyen Toni Erdmann, 2016’nın en iyi filmlerinden. Hatta eğer bir referans oluşturacaksa; çoğu eleştirmenin ilk beşinde yer alıyor. Film, kimi çevrelerce komedi/drama olarak değerlendirilse de bana komedisinin sadece Winfried’in içinde saklı olduğu, muzip tarafları olan bir dram olduğunu hissettirdi.
Kalbinize gerçek sevgi ile dokunacak bir film arayışındaysanız Toni Erdmann kesinlikle doğru bir seçim. Hele de babasıyla arasında özel bir iletişim olan kız çocuklarından biriyseniz, bir dakika bile durmayın Toni Erdmann’ı mutlaka izleyin.