A Separation (2011) ve The Salesman (2016) ile iki kez Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ını kucaklayan İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin merakla beklenen son filmi Todos lo Saben, Farhadi’yi beğeniyle takip eden izleyicilerini hayal kırıklığına uğratmış görünüyor. Hayal kırıklığının nedeni aslında filmin kötü olması değil, Farhadi’nin kendinden beklenen performansı gösterememesi olsa gerek. Zira yönetmen bu filminde de aile içi dram ve ahlaki seçimleri kendine konu edinmiş. Ne var ki bu sefer, daha önceki filmlerinin bence en büyük başarısı olan, karakterleri izlerken izleyicinin kendini sorgulamasını bu filmde gerçekleştirememiş. Örneğin Javier Bardem’in canlandırdığı Paco karakterine yapılan haksızlık yeterince yansıtılamadığı için aile içindeki aç gözlüleri ve hazıra konmayı sevicileri tam olarak tahlil edemiyoruz. Ancak yazımın başında belirttiğim gibi bu film kötü bir film değil, iki saatlik süresi boyunca merak duygunuzu güdüleyen, benim çok sevdiğim bir tür olan psikolojik gerilim ve gizem ögelerinin güzel yerleştirildiği bir drama.
71. Cannes Film Festivali’nin açılış filmi Todos lo Saben’in konusuna gelirsek, Laura eşi ve iki çocuğu ile birlikte Arjantin’de yaşamaktadır. Laura, kız kardeşinin düğününe katılmak için doğup büyüdüğü İspanyol kasabasına çocuklarıyla birlikte gelir. Akdeniz ülkelerine özgü canlılıkta ve biraz da Ferzan Özpetek filmlerini andıran bir girişle başlayan film, düğün gecesi Laura’nın kızının kaçırılmasıyla birlikte gizem unsuruna kavuşur. Film çocuk kaçırma mevzuunu işleyeceğini aslında açılış sahnesiyle de göstermiştir. Filmin başında eldivenli gizemli bir el, küçük bir kızın kaçırılma haberlerinin yer aldığı gazete kupürlerini kesmektedir. Tüm o eğlenceli düğün sahnesini bile bu yüzden yüreğiniz ağzınızda izliyorsunuz. Filmin handikaplarından biri de işte bence burada gerçekleşiyor. Filmin başında gösterilen ve sonu acı bir şekilde biten bu eski tarihli çocuk kaçırma haberi filmin içinde de zaman zaman kendine yer bulurken ne yazık ki sonunda bir yere bağlanmıyor. Filmdeki gizemli olayların hep o eski suçla bir bağlantısı olduğunu düşünürken bu konu filmin sonuna gelindiğinde ne yazık ki atlanmış ve hiç değinilmeden unutulup gitmiş.
Irene’nin kaybolmasının ardından, bu kaçırılma olayına Akdenizli bir aile için pek de gerçekçi olmayan bir tepkinin verdirilmesi ise yönetmenin bilinçli bir tercihi olarak okunabilir. Zira kaçırılmanın ertesi günü dede kasabanın meyhanesinde içip içip tarla kavgasına karışıyor. Cinayete kurban giden çocuğunun cenaze töreninde iş konuşan anneleri izlediğimiz İngiliz sineması kadar olmasa da dede tarafından sergilenen bu hareket, hem aslında olayın düğüm noktalarından biri olan eski hesaplaşmalara bir giriş niteliğindeyken hem de aileye getirilen bir eleştiriyi barındırıyor. Ancak burada da filmin ikinci handikabı ile karşılaşıyoruz. Zira karakterler yeterince iyi yansıtılamadığından ve sığ kaldıklarından aile içindeki ve hatta kasaba toplumundaki hazıra konmanın derdinde olanları net bir şekilde çekip çıkaramıyoruz.
Irene’nin kaçırılışı ve dedenin tarla kavgası, filmin başından beri aile dostu gibi gördüğümüz Paco’yu ailenin bir numaralı düşmanı olarak karşımıza çıkarıyor. Laura’yla Paco arasındaki mazide kalan aşk ve Laura’nın değerinden az bir bedel karşılığında hissesi olan bağları Paco’ya satmasından dolayı Laura’nın ailesinin içten içe Paco’ya bileylendiğini fark ediyoruz. Paco bir yandan eskiden âşık olduğu kadının kızını bulmaya çalışırken bir yandan da emeğiyle değerlendirdiği bağlarında gözü olan eski dostları ve kendinden saklanan sırlarla yüzleşmek zorunda kalır.
Filmin başrollerini ünlü çift Penélope Cruz ve Javier Bardem paylaşıyor. İyi seyirler…