İnsanlığın doğuşunun, ilk buluşların, çağ değişimlerinin, peygamberlerin, en değerli yeraltı ve yerüstü kaynaklarının sahibi kadim toprakları içinde bulunduran bir coğrafyadır Ortadoğu. Her ne kadar yüzyıllar önce bilime ve dönemin en ileri uygarlıklarına önderlik eden bu topraklar, şimdilerde ancak savaşlarla bitap yüzünü gösterse de doğumdan sonra anne kordonunun toprağa gömüldüğü bir yer misâli, insanlığın aidiyet haritasının temsilidir. Ortadoğu sineması denince de akla ilk gelen ülkeler genellikle İran ve Mısır olmuştur. Mısır, mitolojik geçmişinin verdiği etki ile daha çok stüdyo içerikli tarihsel filmlere ve güçlü müzik altyapısının verdiği ritimle, romantik drama eserleri ile ön plana çıkmıştır. Türk sinemasının bu alanda hem müzikleri hem de benzeri filmleri ile Mısır’dan intihal ettiği çok sayıda proje olmuştur. İran sineması ise Pers Medeniyeti’nin getirdiği sağlam altyapısının verdiği politik çıkarımlarını, icra ettikleri sanat dallarının her birinde açıkça sergilemiştir. Tam tersi şekilde sinema ile para ekseni ve yabancı ülkelere doğal plato ortamı sunumu dışında hiçbir ilgisi olmayan Umman, Katar ve BAE gibi ülkeler de bulunmaktadır. Ayrıca çok limitli imkânlarla çekilmiş A Bahraini Tale (2006) dışında ele alınabilecek bir film örneği bulunmayan Bahreyn de. Sizlere hazırladığım bu listede İran ve Mısır’ın yanı sıra, günümüz siyaset bilimcilerinin Ortadoğu diye tanımladıkları ülkeler coğrafyasının sinema örneklerini ele almaya çalışacağım. Umman, BAE, Katar ve Bahreyn hariç. “Afrika dahil!” (:
1. Yemen – Karama Has No Walls (2013)
Osmanlı tarihinin dramatik izlerini taşıyan Yemen; kendisi gibi yıllarca iç siyaseti karıştırılarak Etiyopya’dan koparılan ‘Eritre’ ve Fransız Somalilandı ‘Cibuti’ ile birlikte Süveyş Kanalı’nın başı tutturulan üç ülkeden birisidir. Birçok ihtilâl ve sivil ayaklanmaya şahit olan Yemen, sinema alanında en az çalışmaya sahip olan Ortadoğu ülkelerindendir. Genellikle yakın siyasi tarihini ele alan uluslararası belgesellere sahip olan Yemen sineması, bazı İtalyan dönem filmlerine de doğal plato görevi görmüştür. Karama Has No Walls, Arap Baharı ile tetiklenen ve yaklaşık bir yıl süren Yemen Halk Ayaklanması sürecini ele alan Oscar adaylı bir mini-belgesel çalışmasıdır. Projenin sahibi Sara Ishaq, Yemen sineması adına bahsedilebilecek en önemli eserlerin de sahibidir.
2. Mısır – Asmaa (2011)
Arap müziği denince Lübnan’la birlikte akla ilk gelen ülkelerden birisi olan Mısır; Abdelhalim Hafız ve Umm Kulthum (Ümmü Gülsüm) gibi büyük seslerinin şarkılarından esinlenilerek çekilen filmleri ile yıllarca ön plana çıkmıştır. Türk sinemasında yer alan çok sayıda baş solist filminin kökenleri de buradan geliyor diyebiliriz. Dünya sinemasına Omar Sharif gibi önemli bir ismi hediye eden Mısır; uluslararası alanda çok dikkat çeken eserlerden ziyade lokal öneme sahip filmlere sahip olsa da, yarattığı mistik etkileşim nedeniyle her zaman adından söz ettirmiştir. Klasik Mısır drama filmlerinden konusu ile sıyrılan, son yıllarda çekilmiş az sayıdaki örneklerden biri olan Asmaa, bu nedenle ilgi çekici bir filmdir. Birçok Arap ülkesinin katı rejimine nazaran daha rahat bir ülke örneği gösteren Mısır’da tek başına ayakta kalmaya çalışan ve HIV/AIDS virüsü taşıyan bir kadının hazin öyküsünü barındıran bu film, ülke içinde birtakım tartışmalara sebep olmuştur.
3. Suudi Arabistan – Wadjda (2012)
Petrol musluğunun vanasını tutarak fildişi kulelerde oturan göbekli Selefi/Vahabi Kralların ülkesi Suud-i Arabistan, içinde bulundurduğu kutsal toprakların manasını çözümleyemediği bir dünyada sanata katkı vermesi çok düşünülmeyen bir ihtimaldir. Nitekim ilk uzun metrajlı filmlerine de ancak 2006 senesinde Keif-al Hal? ile kavuşabilmişlerdir. Kadın haklarının yok denecek kadar az olduğu Suud-i Arabistan’da ilginç bir şekilde kadın ve erkek oyuncuların yer aldığı bu film, sadece merdiven altı küçük yapım şirketlerinin ve ağırlıklı olarak belgesel firmalarının yer aldığı ülkede bir ilk nabız yoklaması da denilebilir. Bunun dışında, genellikle ülke dışında yaşayan yönetmen ve yapımcıların çalışmalarına sahip olan Suudların en dikkat çekici filmi ise finansal desteğin el-Suud Hanedanlığının aykırı prensi Al Wafeed Bin Talal tarafından verildiği Wadjda’dır. Yani Türkçe ismiyle Vecide. Minik Vecide’nin, yaşının küçüklüğü nedeniyle erkek arkadaşlarının olabildiği bir dönemde onlar gibi bisiklet binmeyi hayal etmesi, toplum karşısında kendini kanıtlamak adına birçok zorluğa göğüs germesine neden olacaktır. En iyi yabancı film kategorisinde Oscar adaylığı bulunan Wadjda, Ortadoğu’daki kadın hakları sorunsalını dile getiren benzer yapımlardan biridir.
4. Ürdün – Theeb (2014)
Bölge komşularına nazaran daha sakin bir hüviyet taşıyan Ürdün, krallıkla yönetildiği sisteminde genelde dış ülkelerin tehditlerine maruz kalmıştır. Sahip olduğu tarihi/turistik kaynakları sayesinde çok sayıda yabancı filme plato imkânı sağladığını da hatırlatmak gerekir. Bunlar arasından en popülerleri; Lawrence of Arabia (1961), The Hurt Locker (2008), Transformers: Revenge of the Fallen (2009) gibi filmlerdir. Ayrıca Recycle (2007) gibi ciddi belgesellere konu olan Ürdün’de, finansal yatırımların sinema sektörüne yönelmediği gerçeği de bulunmaktadır. Uluslararası alanda ses getirmiş yalnızca iki adet filme rastlanması çok ilginç bir durum değildir. Bunlardan ilki 2007 yapımı Captain Abu Raed’dir. Bir diğeri ise sinema sektörü ile ticari emeller dışında yakından uzaktan alakası olmayan BAE ve Katar’ın finansal desteklerini sunduğu Oscar adaylı Theeb filmidir. Küçük yaşta babasız kalan Theeb’in, çöllerde gizemli İngiliz subay grubuna mihmandarlık yapan abisi ile birlikte yaşadıkları olaylar sonucu, hayatta kalabilmek adına çocukluktan hızlıca bir yetişkine evrildiğine şahit olduğumuz hikâyesiyle başarılı bir yapımdır.
5. Lübnan – Where Do We Go Now? / Et Maintenant On Va Où? (2011)
Bir zamanlar doğunun Paris’i olarak anılan Beyrut’un ve Amin Maalouf’un memleketi olan Lübnan, Ortadoğu’nun belki de en kozmopolit ülkesidir. Fransız mandasında geçirdiği zamanlardan beri kendi entelijansiyası ve yaşam tarzınca Batı’ya doğru eksen kaydıran Lübnan; yaşadığı iç savaş nedeniyle İsrail, Hamas, Hizbullah, Filistin ve Arap Birliği sorunsalları ile mücadele ederken çok sayıda sanatçı, bilim adamı ve akademisyenini Fransa’ya kaptırmıştır. Bu nedenle Lübnan’ı tariflerken Fransa’nın izlerine rastlamamız şaşırtıcı olmaktan çıkmaktadır. Nitekim ülkenin çoğunluğunu oluşturan Arap nüfusunun kendi dilleri olan Arapçadan sonra en çok kullandıkları lisan da Fransızcadır. İslam’ın aydınlık dolu mesajını insanlara beyazperde üzerinden anlatma görevini üstlenen Suriyeli Moustapha Akkad sinemasının da var olduğu ülke olan Lübnan, The Message/Çağrı (1976) filmi ile hâlâ bu alandaki en önemli esere sahiptir. Fakat Fairuz gibi tam da bu ülkenin kozmopolit yapısını tüm hücrelerinde taşıyan, önemli bir kadın figürünün varlığında Where Do We Go Now? filmi diğer onca film arasından listemize daha uygun kaçmaktadır. Film, çok sayıda dine ev sahipliği yapan Lübnan’ın bir köyünde yaşayan Müslüman-Hristiyan gruplarının çözemedikleri problemlerine el koyan kadınların hikâyesidir.
6. Suriye – The Return to Homs (2014)
Günümüz Ortadoğu’sunun en yaralı ülkesi olan Suriye ve halkı için şu sıralar ‘sinema’; içinde bulundukları zorlu yaşam savaşından dolayı akıllarına gelecek en son ihtimaldir. Yakın siyasi tarihe bakıldığında kendi Arap nasyonalizmini oluşturan BAAS rejiminin boyunduruğunda ve yine Lübnan gibi Fransa etkisinde kaldıkları yarım yüzyıl boyunca Esad ailesi; Suriye sinemasının diğer tüm sanat dalları gibi tek karşılığı olmuştur. İnişli çıkışlı bir grafik çizen ülke sineması yönetmenleri, ekseriyetle eğitimlerini eski Sovyetlerin meşhur film okulu VGIK’te almıştır. Bu eksen ve anlayış yapısınca çok sayıda farklı ülkelere mensup Arap yönetmenler ve sanatçılar da Suriye’de faaliyet göstermiş; fakat İran sineması gibi bir ekolün oluşmasını başaramamışlardır. Güncel siyasi duruma ayna tutan The Return to Homs belgeseli, tüm bu nedenlerden dolayı Suriye’yi tasvir etmek adına daha gerçekçi bir sanatsal değer taşımaktadır. Ülkelerinden kaçmayı seçmeyip memleketleri Humus’ta direnişe destek veren Futbol Milli Takımı forveti Basset ve video-aktivisti Osama’nın gerçek yaşam kesitlerinin aktarıldığı bu belgesel çok sayıda ödülün de sahibi olmuştur.
7. İran – Turtles Can Fly / Lakposhtha Parvaz Mikonand (2004)
Ortadoğu film endüstrisinin en büyük fabrikası olan İran sineması, Şahlık dönemi öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılmaktadır. 1970’li yıllara kadar Hint sinemasının etkisinde kalan İran filmleri, Abbas Kiorostami, Behram Beyzayi gibi önemli yönetmenlerin etkisiyle oluşan Sinema-i Azad (Özgür Sinema veya İran Yeni Dalgası) akımının eşliğinde politik söylemler ve toplumcu gerçekçilik izlenimleri üzerine sacayaklarını kurmuştur. Nitekim Şah Rıza Pehlevi’nin devrilmesine zemin hazırlayan sol (Halkın Mücahitleri) – sağ (İslam Fedaileri) çatışmaları, ülkemizle hem yapısal hem tarihsel paralellik gösterdiği o yıllarda Yılmaz Güney sinemasının da yükselişine tanıklık edilmiştir. Bir dönem Irak-İran Savaşı’nın etkisi ile İran’dan yana taraf olan İslamcı mahallenin sevgi çemberinde yer alan Fars sineması ve müzikleri, ülkemiz solu tarafından mesafeli yaklaşılan bir olgu durumunda iken; 90’lı, 2000’li yıllara damga vuran Bahman Ghobadi, Ashgar Farhadi ve Majid Majidi gibi yönetmenlerin getirdikleri savaş sonrası yeni soluk ile ülkemizin diğer kesimlerince de yavaş yavaş dikkat edilmeye başlanmıştır. Turtles Can Fly yani Türkçe ismiyle Kaplumbağalar da Uçar, bu fark edilişi sağlayan en önemli filmlerden biridir. Sekiz sene süren ve büyük tahribatlar yaratan Irak-İran Savaşı’nın gölgesinde Türkiye sınırındaki bir Kürt Mülteci kampında mayın toplayarak yaşamını sürdüren çocukların hikâyesini anlatan film, her zaman Ortadoğu sineması için özel bir yerde durmaktadır.
8. İsrail – Lemon Tree / Etz Limon (2008)
İsrailoğulları’na gelen ilk İbrahimi peygamberden bugüne dek çözülemeyen kutsal topraklar meselesi ve sadece Ortadoğu’nun değil tüm dünyanın en büyük sorunsalı hâline gelen günümüz İsrail Devleti, sinemasından ziyade Filistin üzerinde kurduğu zorba tahakkümü ve siyonist politikaları ile biliniyor. Böyle bir yapı içerisinden çıkan anti-siyonist grupların sayıca çoğullaşması İsrail halkı ve Ortadoğu’nun geleceği açısından ufak da olsa bir umut verse de, hâlâ elimizde yeterli barışçıl donelerin olduğu söylenemez. İsrailli muhalif yönetmen Amos Gitai’nin eserleri bu yarayı onmaya çalışan az sayıdaki filmlerden olmakla birlikte en etkileyici ve gözlemci yapım olarak Lemon Tree’yi söylemekten tereddüt etmeyiz. Üç semavi dinin ortak noktada buluşmaya çalıştığı Kudüs’de, Filistin ile İsrail arasına kurulan utanç duvarının hemen yanı başında biten limon ağacı, İsrail Savunma Bakanı ve Filistinli Selma arasında bir tahakküm sorununu ortaya çıkartır. Tüm uluslararası basının takip ettiği bir emsal dava sürecine uzanacak konu, insanlığa dair umut tohumlarını yeşertmeye çalışır.
9. Irak – Bekas / Para o Alto e Avante (2012)
Eski medeniyetlerin kalelerinden biri olarak sayabileceğimiz Irak toprakları, Saddam Hüseyin’in hegamonyasında çok radikal bir yapı bozumuna uğramıştır. İngiliz ve sonrasında da Amerikan dış siyasetinin malzemesi (petrol) hâline gelen Aşağı Mezapotamya, mezhep savaşlarının ve etnik kutuplaşmanın hedefi olmuştur. Bu atmosferde gelişmesi mümkün görünmeyen sanatsal faaliyetler de doğal olarak tarih, bilim ve çok sayıda sanat eseri ile dolu Irak coğrafyası ile hiç benzeşmemektedir. Iraklı yönetmenlerin çektikleri filmlerden çok Hollywood sermayesinin aksiyon konusu hâline gelen Bağdat ve Saddam Hüseyin objeleri, büyük bütçeli yapımlarıyla çok sayıda prodüktörü zengin etmiştir. ABD’nin müdahalesini evcilleştiren bu eserler, çok sayıda akademik ödülün de tartışmalı bir şekilde sahibi olmuştur. Arada Michael Moore’un Fahrenheit 9/11’i (2004) ve ünlü senarist David Simon’un Generation Kill (2008) gibi istisnai çalışmalarını saymazsak. Etnik ayrıma maruz kalan Irak’ta, sinema da diğer sanatsal faaliyetler gibi son 20 yılda daha çok Bağdat ve görece diğer bölgelerden daha rahat bir siyasi iklime sahip Kürt Özerk bölgesinden çıkmaktadır. Tabii yurt dışında yaşayan Arap asıllı Mohamed Al-Daradji gibi önemli yönetmenlerin olduğunu da es geçmemeliyiz. Kürt sinemasının son dönemlerdeki ilginç isimlerinden Karzan Kader’in Türkçe ismiyle Neredesin Süpermen’i (2012) / Bekas, savaş ve Saddam rejimi altında kendi kahramanlarını aramak için hesapsız bir şekilde yola koyulan iki kardeşin hikâyesini konu alır.
10. Filistin – Omar (2013)
Yaşamı intifada geçen mazlum insanlar diyarı Filistin. Mücadelelerinin haklılığını dünyaya duyurma noktasında sinemanın en etkin silahlardan biri olduğunu bilen Filistin aydını, bu unsuru iyi kullanmaktadır. Bunların başında ise OSCAR adaylı yönetmen Hany Abu-Assad gelmektedir. Omar filmi ise Filistin yönetiminin bilfiil destek verdiği ilk film olarak göze çarparak ülke sinemasında önemli bir yerde durmaktadır. Yani, sol kökenli bir İslami hareket olan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün kollarından El Fetih Partisi lideri Mahmud Abbas desteğiyle çekilmiş olması hasebiyle. Yönetmen Hany Abu-Assad, Hamas’ın ayrılıkçı ve radikal tutumunun tersine, İsrail’de siyonist düşüncelere rağmen iki milletli bir çözümün olacağını düşünenlerdendir. Nitekim, İsrail içerisinde azımsanmayacak bir orana sahip olan post-siyonist ve anti-milliyetçi Yahudi grup ve kurumlarla arası son derece iyi olan Abu-Assad, bir diğer Oscar adaylı ve Altın Küreli filmi Paradise Now‘da da (2005), radikal tutumdaki militanların canlı bomba eylemleri ile oluşturduğu Yahudi-Müslüman psikolojisini derinlemesine bir analize tâbi tutmuştur. Omar, uluslararası arenada ses getiren diğer önemli Filistin yapımları; Budrus (2009), Salt of This Sea (2008), Son of Babylon (2009), Write Down, I am an Arab (2014), Giraffada (2013), Hannah K. (1983), Beyond the Walls (1984) ile ülke sinemasının temelini oluşturmaktadır.
11. Kıbrıs – Gölgeler ve Suretler (2010)
İçinden dikenli teller geçen bizce Lefkoşa, Rumca Nicosia olan bir şehrin başkentliğinde Kıbrıs adası 70’lerden bu yana çift karakterli yaşamına devam ediyor. İki farklı toplumun abileri olan Yunanistan ve Türkiye’nin, kendilerinden de büyük abileri tarafından çıkartılan siyasal krizlerin etkisi altında oluşan kutuplaşmalarla, tek bir ada sinemasından ve tek bir yaşam formundan bahsedemeyeceğimiz bir yapıyı görüyoruz. Akdeniz’in cennet kara parçası Kıbrıs, sinema alanında daha çok Rum tarafının çalışmaları ile ön plana çıkmaktadır. Her ne kadar organik olarak Yunan sinemasından ayırabileceğimiz bir yanı olmasa da. İki taraftan birer yönetmen örneği vermek gerektiğinde ise bu kişiler kesinlikle Mihalis Kakogiannis ve Derviş Zaim olacaktır. Kakogiannis, Yunan sinemasının efsanesi Zorba’nın (1964) ve Ilektra’nın (1962) sıra dışı yönetmenidir. Rum sinemasına katkıları paha biçilemeyecek noktadır. Derviş Zaim ise akademisyen kimliği ile Türk sinemasının bağımsız duruşu ve kendine has üslubu ile kalburüstü yönetmenlerinden birisi olduğunu Tabutta Rövaşata (1996), Filler ve Çimen (2001) gibi filmleriyle tescil etmiştir. Gölgeler ve Suretler hem Derviş Zaim sinemasında ayrı bir yerde dururken hem de çok sayıda Rum sanatçı ile ortak çalışma neticesinde çekilen bu filmin, Kıbrıs meselesine içten bir bakış atmasıyla alanının belki de tek objektif örneği olduğunu dile getirebiliriz.
12. Kuveyt – Losing Ahmad (2006)
Dünyanın yüzölçümü olarak en küçük ama derdi kendinden büyük ülkelerinden birisi olan Kuveyt, tarihini petrol savaşları ve meşhur altın külçeleri ile yazmıştır. Osmanlı’dan kopan en zengin parçalardan birisi olan bu Körfez ülkesinin sinema tarihi ise çok yenidir. Bas ya Bahar (1972), tarihte bilinen ilk Kuveyt filmidir. 70’li yıllarda çekilen birkaç film sonrasında yaşanan problemli siyasal ortam 2000’lerin başına kadar yeni yapımların ortaya çıkmasına engel olmuştur. Son 15 yıldaki silkinmesi ve Saddam tehlikesinin bitmesi ile birlikte Arap Yarımadası’nın tekrar yükselen yıldızlarından biri hâline gelen Kuveyt, derinliği olmayan televizyon filmleri çekip, çok sayıda Hollywood filmine eko-stüdyo ortamı sağlamıştır. Temsil mahiyetinde örnek gösterilebilecek ender projelerden, arka planında Kuveyt siyasi tarihini ele alarak önemli festivallerde dikkatleri üzerine çeken bir belgesel olan Losing Ahmad izlenmeyi hak eden bir eserdir.
13. Türkiye – Bir Zamanlar Anadolu’da (2011)
Yukarıda bahsi geçen tüm ülkelerin bir zamanlar hamiliğini üstlenmiş Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları’nın devamı ve başka beyinlerle filizlenen ana parçası Türkiye Cumhuriyeti, okullarda bize ezberletilen jeostratejik önemi ile her daim dünyanın gündeminde yer almaya devam ediyor. Geçmişi ve mirası en az Farsi toplumu kadar eski olan Türk halkları, sinema alanında her ne kadar milyonlarca eser vermiş olsa da siyasal bağlamda İran sineması kadar Batı’da etkin olamamıştır. Tabii ki bunda birçok politik konuya derinlemesine girmek gerekliyken bu maalesef ayrı bir yazının konusudur. Güzel halıların üzerinde kurulan festivallerde dağıtılan ödüller bağlamında, Batı’nın genelde siyasi iltica eden veya göçmen kökenli sinemacıları dikkate aldığı bir ortamda, kendi ülke meselelerini yine Batı’ya şikayet ederek konuşan filmler (kurttan medet ummak), Nuri Bilge sinemasını göz önüne aldığımızda tarz olarak bambaşka bir yerde konumlanmamıza olanak sağlamaktadır. Koca bir yeşilçam tarihimizle, erotik ve arabesk film kuşaklarımızla (karanlık çağ), Yılmaz Güney hikâyelerimizle, Eşkiya (1996) gibi taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanan sıra dışı eserlerimizle, yüksek bütçeli demogojik Mahsun Kırmızıgül projelerimizle, Recep İvedik, Cem Yılmaz, Kurtlar Vadisi gibi gişe canavarı serilerimizle, Kürt sineması ve LGBT çalışmalarını da kapsayan bağımsız film örneklerimizle ve derin, kaliteli belgesel çalışmalarımızla Ortadoğu’nun aslında tek çok sesli ülkesi pozisyonunun sahibiyizdir. Fakat temsiliyet noktasında BBC’nin de yaptığı listeye saygı duyarak ben de ülkem adına -kendimin de ayrıca çok sevdiği- Bir Zamanlar Anadolu’dayı vitrinimize koyarak bu dosyayı filmin şu dramatik repliğiyle kapatıyorum.
“Herkes yaptığının cezasını çekiyor, çocuklar ise büyüklerin günahlarını…” (Naci)
Not: Her ne kadar siyaset bilimcilerin Ortadoğu havzasında göstermediği Afganistan, Ermenistan, Azerbaycan gibi ülkeler politik anlamda konu dışı kalmış gibi görünse de onları, halklarının ve yönetimsel problemlerinin her daim bir ayağının bağlı olduğu coğrafyamızdan sinema kategorisinde ayrıştırmak içime sinmezdi. Bu nedenle detaylı bir bilgilendirmeye girmeden sizlerle sadece ilgili ülkelerden seçtiğim temsilleri paylaşıyorum.
Bonus 1: Afganistan – Earth and Ashes / Khakestar-o-khak (2004)
Bonus 2: Ermenistan – Vodka Lemon (2003)
Bonus 3: Azerbaycan – Nabat (2005)