Endişeli görünen bir anne (Pantea Panahiha), bacağı alçılı ve gamsız gibi duran bir baba (Hassan Madjooni), suskun bir genç oğul (Amin Simiar) ve onun hiperaktif küçük kardeşinden (Rayan Sarlak) oluşan aile, hasta köpekleriyle birlikte bir yola çıkar. İsimleri ve nereye gittikleri açıkça söylenmeyen bu ailenin gizemli yolculuğu başlarda endişeli bir gerilim ile bezenir. Takip edildiklerini düşündüklerinde yüzlerinde gerçek bir korku belirir. Fakat takip eden kişinin, aracın yağ sızdırmasından endişe duyan bir sürücü olduğu ortaya çıkınca rahatlarlar. Tüm tartışmalara, gerilimlere ve ateşli çekişmelere rağmen film çoğunlukla komik diyaloglarla ilerler. Anlatının başlarında babanın endişeli yüzünün uzun bir görüntüsü, bunun eğlenceli bir aile gezisinden daha fazlası olduğunu gösterir. Rota giderek daha kırsal, dağlık ve sisli olur. Kılık değiştirmiş motorcular, gizli toplantılar ve koyun postu satın almak gibi gizemli ve absürt olaylarla birlikte anlatı kasvetli bir atmosfere bürünür.
Filmin büyük bölümü bir arabanın klostrofobik sınırları içinde geçer. Yönetmen Panah Panahi, aktörlerin temiz bir nefes almasına izin vermeden önce diyaloglarla atmosferi yönetir. Sonrasında ise kamera; ıssız, şaşırtıcı güzellikte görüntüler sergilemek için aracın sınırlarından çıkmaya başlar. Dev, efsanevi bir yaratığa benzeyen çarpıcı kum tepelerinin arasından ilerler yol. Seyahat devam ettikçe Panahi ruh hâlini ve bakış açısını sahneden sahneye ustaca değiştirerek perspektifi arabanın sınırlarından çevredeki manzaraya doğru genişletir. Filmin sinematografik gücünün en baskın olduğu sekans, uçsuz bucaksız bir çölde oynayan kardeşlerin görüntüsünde örneklenen destansı, her şeyi kapsayan manzaralara karşı kurulur.Ailenin nihai hedefini ortaya çıkarmak için acele edilmemesi, yönetmenin altını çizmek istediği noktanın farklı olduğunu belli eder. Varmak istedikleri noktadan ziyade, onları zor bir karar vermeye zorlayan koşullar ve bununla nasıl başa çıktıkları filmin ana hatlarını oluşturur. Hikâyedeki gizem, anlatıyı da güçlendirerek ilerletir. Daha fazlasını ortaya çıkarmak, filmi anlatısal sürprizlerinden mahrum edebilirdi. Geveze mizah ile yavaş yavaş artan gerilim; samimi, sıkışık araba sekanslarıyla ve geniş manzaralara karşı uzatılmış çekimlerle ustalıkla belirlenmiş bir dengede ilerler. Kaçakçıların yaşadığı zirvelere tırmanırken bile Panahi mizah ve dramayı ustaca karıştırır. Uzun süren meditatif sohbet sahneleriyle saf komedi anlarının mayalanmasına izin verir. Film, sinematik gücünü işte şaşırtıcı geçişlerde ortaya koyar.
Yol boyunca coşkulu aile ortamı izleyiciyi içine çeker. Çünkü dört figürün her biri mükemmel bir şekilde çizilmiştir. Baba arkada kırık bir bacakla oturur ve dünyevi bir monotonlukta gamsız bir postür; fakat içten içe tedirgin bir portre sunar. Geleneksel aile hiyerarşisi, babanın hareketsiz kalmasıyla alt üst olmuştur. Yolculuğunun çoğunu -amaçsızca uzaklara bakmadığı zamanlarda- küçük oğlunu eğlendirerek geçirir. Anne, tüm ailenin sorumluluğunu üzerinde hisseden, bu yükün altında ezilmeye başlamış, kuşkucu bir bakıcı gibi oradan oraya yetişmeye çalışır. Aileyi birleştirmeye çalışan tek kişi, üç erkeğin davranışlarından bıkmış olan annedir. Aile içindeki gerilim açıkça hissedilir ve karakterlerin huzur içinde konuşmasına izin veren biraz daha sessiz sahneler onlara gerekli derinliği verir. Küçük oğul, çok sevilen bir çocuğun sınırsız öz güveni ve mutlak şımarıklığı ile oynar. Sürekli şakalaşır ve başına buyruk davranır. Gerekli gördüğünde sevgisini göstermekten çekinmez. Büyük oğul ise alışık olduğu hayatı yavaş yavaş dikiz aynasında kaybolmaya başlarken sürücü koltuğunda gizemli olanın belirsizliğine doğru yol almaktadır.Kiraladıkları araç, çoğunlukla onlar için devletin boğucu etkisinden uzak, güvenli bir sığınak görevi görür. Radyoyu açarak devrim öncesi pop parçalarını çalıp ciğerleri patlarcasına eşlik ederler. Pencerelere keçeli kalemle çizim yaparlar ve fıstık yerler. Birbirleriyle dalga geçer, birlikte dans eder, tartışır ve gülerler. Bu mahremiyet balonunda yol boyunca yuvarlanarak komik, huysuz ve neşeli olurlar, yani bir nevi korkusuzca kendileri olurlar. Yolculuklarının ardındaki gerçek sebep daha belirgin hâle geldikçe mizah gizli bir acıklılık kazanır. Gidecekleri yere yaklaştıkça annenin zorunlu pozitifliği sendelemeye başlar; ara sıra kırgınlık ve öfke patlamalarına dönüşür. Her şey kaçınılmaz olana doğru gider: Izdırap veren, son derece dramatik, can yakıcı bir veda.
Hit the Road (2021), çarpıcı bir şekilde muhteşem, bir annenin dokunuşu kadar şefkatli, tepkisiz bir baba kadar uzlaşmaz bir film. Panahi, ailenin her bir karakterine sonsuz nüanslar yerleştirir. Onların etkileşimlerini nasıl yöneteceğinin ve olayların dramatikleşmesi için ritmin nasıl yavaşlatılacağının farkındadır. Bunu bazen bir nefes alış ile, bazen de radyodan çalan, devrimden sonra yurt dışına kaçmak zorunda kalmış sanatçılar tarafından söylenen şarkılar ile ustaca yönetir. Trajik bir gerçeği maskeleyen bol miktarda mizah, her sahnede hassas bir şekilde işlenir. Otoriter rejiminin eleştirisi ve bunun sıradan insanlar üzerindeki psikolojik bedeli, yolculuğun her aşamasında örtülü olarak sergilenir.