Geçtiğimiz günlerde MUBI’de gösterime giren Une Langue Universelle (2024) Tahran (İran) ile Winnipeg (Kanada) arasında bir yerlerde, tuhaf, gizemli ve gerçek üstü bir ara bölgede geçer. Burada birçok karakterin hayatı şaşırtıcı bir şekilde iç içe geçmiş durumdadır. İlkokul öğrencileri Negin ve Nazgol kış mevsiminin dondurucu soğuklarında karnelerini aldıkları gün, buz içinde donmuş bir miktar yabancı para olduğunu keşfeder. Massoud giderek kafası daha çok karışan bir turist grubunu Winnipeg’in anıtları ve tarihi mekânları arasında gezdirir. Matthew ise, Québec’teki bir devlet dairesindeki anlamsız işinden ayrılarak annesini ziyaret etmek için gizemli bir yolculuğa çıkar. Mekân, zaman ve kimliklerin absürt bir yanılsama içerisinde harmanlandığı bu deneysel komedide, olay örgüsü ardı ardına döngülenecekmişçesine tamamlanarak yeniden başladığı yere ulaşır.
77. Cannes Film Festivali’nde Director’s Fortnight Chantal Akerman Seyirci Ödülü’ne layık görülen film, dünya çapında birçok film festivalinde gösterilmiş ve büyük beğeni toplamıştır. Kanadalı yönetmen Matthew Rankin’in hem yönettiği hem oynadığı hem de senaristliğini paylaştığı Une Langue Universelle, yani Evrensel Dil, Farsça ve Fransızca’yı farklı bir gerçeklikte harmanlarken, doğu ve batı kültürlerini gerek tarihleri gerek dilleri gerekse toplumsal değer ve alışkanlıkları bağlamında takip etmesi keyifli bir geçişkenlikte buluşturur.
Nitekim bu kültürlerarasılığı işlemek üzere İran’ın seçilmiş olması bir tesadüf değildir. Une Langue Universelle’i “anılarını, memleketi Winnipeg’i ve çocukluğunu anlatan bir film” olarak tanımlayan Rankin, 1931 yılında buzun içinde sıkışmış iki dolarlık bir madeni para bulan büyükannesinin hikâyesinden esinlendiğini anlatır. Bu hikâye ona, genellikle yetişkinlerin dünyasında yolunu bulmak zorunda kalan çocuklarla ilgili hikâyeler anlatan, 1969’da İranlı auteur Abbas Kiarostami tarafından kurulmuş Kanoon Enstitüsü’nün çocuk filmlerini ve oldukça şiirsel ve hümanist bulduğu İran sinemasını hatırlatır. Öte yandan yönetmen, kendisinin de temsilcileri arasında bulunduğu Kanada bağımsız sinemasının gerçek üstücü Winnipeg mizahından ve Québec sinemasının melankolik estetiğinden beslenen Une Langue Universelle’de, birbirine zıt denebilecek tarzları ustalıkla bir araya getirir. Böylelikle doğunun içeriğini batının biçiminin şekillendirdiği, mekân ve dil algısını alt üst eden evrensel bir dil örülmüş olur.
Farklı coğrafyalarda hüküm süren iki dünyanın ayrılığı da benzerliği de filmin hemen hemen tüm katmanlarına özenle işlenmiştir. Bu paralel dünyada Tahran, Farsça’nın konuşulduğu, Kanada merkezli fast-food zinciri Tim Hortons’un bir çay salonuna dönüştüğü, hindilerin ve ayaklı Noel ağaçlarının sokaklarında serbestçe dolaştığı bir şehir hâline gelen Winnipeg’in adeta üzerine yerleştirilmiştir. Winnipeg ve Tahran’ın mimari açıdan ilginç bir şekilde benzer olduğunu öne süren yönetmenin bu mekân füzyonuna bakışında dış mekânlar olabildiğince geometrik, düzenli, üniform ve pastel renk paletinin hakimiyetindeyken iç mekânlar alabildiğine canlı, rengârenk ve yaşam dolu görünür. Dışarıda sürekli ve mekanik bir devinim var iken içeride ilişkiler ve yakınlık vardır. Dışarısı kış şartlarının zorlayıcılığıyla mücadele edilen, içerisi ise aradaki eşik aşıldıktan sonra müziğin, çiçek buketlerinin, aile fotoğraflarının ve türlü çeşit yiyeceğin deyim yerindeyse insanın içini ısıttığı bir yerdir. Aralarındaki farkın bu kadar belirgin resmedilmesiyle batı ve doğu kültürlerine atfedilen bireyciliğe karşı kolektivizmin sembolize edilmesinin hedeflendiği düşünülebilir.
Une Langue Universelle hem Winnipeg hem de Tahran’a özgü bir kültürel yapıya sahip olmakla birlikte ismine sadık kalarak, eşzamanlı akan ve yolları kesişen üç hikâyenin duygusal alt akışında oldukça evrenseldir. Arkadaşlarının kaybettiği gözlüğünü yeniden alabilmesi için ona yardımcı olmaya çalışan Negin ve Nazgol, o gün yapmaları gereken her şeyi bir kenara bırakıp buzun içindeki parayı bu amaçla çıkarmaya çabalar. Massoud, hiçbir aile bağının ve sorumluluğunun bulunmadığı yaşlı bir kadını “o hâlde yalnız bırakamayacağı için” kendi evinde yıllardır misafir etmektedir. Matthew, çocukluğunun geçtiği evi ziyaret ettiğinde evin yeni sakinleri onu samimiyetle ağırlarken, orasının hâlâ onun evi olduğunu ve istediği zaman tekrar gelebileceğini söylerler. Filmde insanların birbiriyle karşılaşmalarının neredeyse tümüne hâkim bir şefkat duygusu dikkati çeker. Öyle ki filmin açılış sahnesinden önce beliren “arkadaşlık adına” söylemi bu evrensel dili, belki de en evrensel kavramlardan biriyle destekler.
Filmini “otobiyografik bir halüsinasyon” olarak sunan Rankin’in yaşamından izler de hikâyede kendine yer bulur. Canlandırdığı Matthew karakteri Québec’teki işinden istifa ettikten sonra Winnipeg’de yaşayan ve uzun süredir görüşmediği annesine ulaşmak üzere bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk, zincirleme karşılaşmalar sayesinde üç hikâyenin yollarının kesiştiği bir yere varır. Ancak hedefe ulaştığında karşılaştığı durum Matthew’u allak bullak edecektir. Yolda tanıştığı öğretmenin sözlerinde dinlediğimiz üzere “bu dünyada sonsuza dek kaybolmuş durumda olmak” hem Matthew’un zihninde hem de insanların bulanıklaştığı, yüzlerin ve kimliklerin yer değiştirdiği bu tuhaf yerde kaybolmayı ifade eder. Bu bağlamda Une Langue Universelle yönetmenin belleğinde yer etmiş deneyimlerin içe içe geçtiği, gerçekliğin kırıldığı bir rüya atmosferi olarak da okunabilir. Bu atmosferde her şey birer yanılsamadan ibaret olup yaşadığımız şehirler, anlam atfettiğimiz mekânlar dahil her şey değişmeye mahkûmdur ve dönüşmekten muaf olan hiçbir şey yoktur.
Filmin absürt söylemi bu bağlamda oldukça belirgindir. Bu durum hem batının yani Winnipeg’in hem de doğunun yani Tahran’ın daha görünür olduğu sahnelerde kültürel arkaplan ile bağlantılı şekilde ortaya çıkar. Anlatının kendisi de anlaşılması güç, yalnızca yüzeysel olarak kullanılan ve aşinalık kurulması zor karakterlerin yer aldığı paralel hikâyeler aracılığıyla, parçalar hâlinde inşa edilir. Görsel olarak durağan olmakla birlikte film, anlatısal olarak dinamik ve izleyicileri her an başka bir tuhaf manzarayla şaşkına çevirerek, tonunu saniyeler içinde kasvetliden komik hâle getirir. Une Langue Universelle’de ton, kültür ve tür kullanımı arasında belirli bir akıcılık hissi vardır. Otobüste yolculuk eden hindiden acılarla dolu bir toplumsal belleği sembolize eden mendil dükkânına, otoyol üzerindeki mezarlıktan “yığma yeri” olarak adlandırılan terk edilmiş alışveriş merkezine, göze çarpan her türlü absürtlük bu tuhaf yeni dünya ile uyum içindedir.
Her ne kadar absürt de olsa, batının doğuyu biçimsel olarak şekillendirme ve evrensel olanı kendi değerlerine göre tanımlama düşüncesi filmde kendine yapısal işlevselci pencereden yer bulur. Une Langue Universelle ilk sahnesinde geniş kadrajda yer alan büyük bir bloğun sağ alt kısmında yer alan bir sınıf penceresinden içerideki öğrencilerin görülebildiği uzunca bir sekans ile başlar. Okul olduğu anlaşılan binanın önündeki yol kar ve buz kaplıdır. Sahnede hareketin göründüğü tek yer pencerenin ardındaki sınıftır. Burada çocuklar gülüşerek, bağrışarak, kaynaşarak sınıfın içinde sürekli bir devinim içindedirler. Telaşla binaya girdikten sonra sınıfa geçen öğretmen, öğrencilerini onu uslu ve sakince beklemedikleri için azarlar. Kendisinin küpe taktığı, boğazlı kazak giydiği ve elektro gitar çaldığı için diğer otorite figürlerine benzemediğini anlattığı konuşmasını “hayatını onları daha iyi insanlar yapmaya adadığı” cümlesiyle sonlandırır. Öğrencilerin tamamı İranlıdır ve dersleri Fransızca’dır. Bu açılış sahnesiyle verilmek istenen mesajın, film boyunca ilerleyen sahnelerdeki tüm mekânlara bir de bu yapının içinden bakma fikrini vermek olduğu ileri sürülebilir. Nitekim yaşamlarını batının şekline uyum sağlayabildikleri, yani batılılaşabildikleri ölçüde sürdürebilecek olan göçmenler burada süregiden yapının işlevselliğine katkı sunmak zorundadırlar. Oysaki kapalı kapıların ardında asıl süregiden bireylerin dilleri, ilişkileri, değerleri ve inanışları, yani bağ kurdukları kültürleridir. Bu yönüyle film günümüzde yaşanan göç ve göçmenlik kavramlarına kültürlerarası duyarlılık söyleminden bir bakış da sunmaktadır.
Çok kültürlülük, barış ve hümanizm gibi değerlerin ön planda olduğu yapısı ile Kanada, belki de bu bakışı en samimi ve umut dolu şekilde sunabilecek yerlerden birisidir. Oysaki Une Langue Universelle’deki Winnipeg, paralel bir dünyanın, olma potansiyeli taşıyan ama olmayan, olamayan bir dünyanın yansımasında belirir. Hint asıllı İngiliz yazar Salman Rushdie’nin masallar ile tarihin, fantastik ile gerçek olanın kesiştiği, doğu ile batı karşılaştığında neler olduğunu anlatan Doğu, Batı (2011) eserinde olduğu gibi, Une Langue Universelle de aradaki o virgülde yaşayan bir hikâyedir. Rankin’in filmi gerçekten evrensel bir dilde konuşmakla birlikte herkesin biraz da kendine göre anlayıp yorumlayabileceği, aslında evrenselliğini de bu tuhaf yabancılık içindeki samimiyet ve tanıdıklık hissinden alan bir serüvendir.