Günümüzün en özgün yönetmenlerinden Tayland”lı Apichatpong Weerasethakul”un Primitive Project isimli çalışması, reenkarnasyon, ölüm, doğa, anılar ve ülke tarihinin kanlı izleri üzerinden kurgulanmış, birkaç farklı işten oluşan bir projedir. Müzelerde sunulacak şekilde tasarlanmış enstalasyonlardan kitap çalışmalarına, kısa filmlerden uzun metraj filme değin farklı alanlarda düzenlenmiş değerli bir çalışma olan Primitive Project, Weerasethakul”un her daim ele aldığı meselelerini özgün bir sanatsal yorumla aktarması açısından önemlidir.
Primitive Project”in üretildiği ve politik söyleminin dayandırıldığı yer, Tayland ve Laos arasında bir sınır kasabası olan Nabua”dır. 1960”lı yıllarda bölgede etkisini gösteren Komünist faaliyetler sebebiyle, çiftçilik yaparak geçimini sağlayan Nabua sakinleri Tayland askerleri tarafından komünizm sempatizanı ilan edilmiş, köylüler üzerinde yaratılan fiziksel ve zihinsel baskı sonucunda bir kısım halk yaşamını yitirirken önemli bir kısmı ise köyü terk ederek ormana kaçmıştır. Bu olayların öncesinde de sürekli ırkçı söylemler ve göçlerle adı duyulan bölge tamamen askerlerin sıkıyönetimi altına girmiş, bölge uzun yıllar boyunca “lanetli” bir yer olarak anılmıştır. Buna ek olarak, Nabua”nın yer aldığı Renu Nakhon bölgesi “dul hayalet” isimli bir eski zaman efsanesine de merkezlik etmiştir. Egemenliğindeki tüm erkekleri alıkoyan ve görünmez bir bölgeye götürdüğü rivayet edilen bu hayalet sebebiyle bölge “dul şehir” adıyla tanınagelmiştir.*
Weerasethakul”un Primitive Project isimli çalışmasında Nabua”yı ve burada yaşanmış olayları kendisine kaynaklık edecek şekilde kullandığını görebiliyoruz. Meseleyi kişisel ve toplumsal hafıza süzgecinden geçirerek yorumlayan Weerasethakul, reenkarnasyon ve başkalaşım gibi önemsediği kavramları da bir başka odak noktası olarak ele almıştır. Buna sinemanın özelinde var olagelen değişim ve dönüşümü de katarak etki alanını genişletmiştir.
Projenin ürünleri olarak, dünyanın önde gelen sanat mekanlarında video-enstalasyonları olarak sunulan bölümlerin yanı sıra Phantoms of Nabua (2009) ve A Letter to Uncle Boonmee (2009) isimli iki kısa filmi ve Cannes Film Festivali”nde Altın Palmiye kazanarak projenin süksesini arttıran, uzun metrajlı film ayağını oluşturan Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives (2010) isimli çalışmaları görebiliyoruz.
Phantoms of Nabua
Tamamı gece karanlığında geçen bu filmde, bölgenin ismine yapılan göndermenin dışında üslubun oldukça sembolik olduğu söylenebilir. Reenkarnasyonu gece karanlığında parıldayan bir floresan lambada, gençlerin gece karanlığında futbol oynadıkları alev saçan bir topta ya da projeksiyon önüne gerilmiş bir perde de hissedebilecekmişiz gibi tuhaf bir gizem barındırıyor Phantoms of Nabua. İçerisinde bir video enstalasyonu da yer alan, kendisi de video-art çalışmalarını andıran bir biçime sahip olan film, yönetmenin deneysel sinemaya olan ilgisini gösterir nitelikte bir çalışmadır.
A Letter to Uncle Boonmee
Film, yerlilerinin terk ettiği Nabua”da, askerlerin işgal ettiği bir evin içerisinde geçmektedir. Kamera evin içerisinde ve çevresinde yavaşça süzülürken üç farklı ses sırayla bir mektubu tekrar tekrar okur. Birinin amcasına yazdığı bu mektupta Nabua”ya gelmek istediği, amcasının reenkarnasyonları hakkında çekeceği film için orada uygun evler bulabileceği yazmaktadır. Dış ses tarafından mektup okunurken bir yandan da askerler bahçeye bir şey gömmektedirler. Evin içinde bir sürü eşya, dağınık yataklar ve fotoğraflar arasında salınan kameranın kadrajına bahçede dumanlar çıkarır vaziyette bir uzay kapsülü bile girer. Boonmee üzerine çekilen bu ilk film, terk edilmiş ve askerlerce işgal edilmiş Nabua”nın haletiruhiyesi üzerine, tüm ağırlığını kameranın zarif salınımıyla dengelemek istercesine bir tavra sahip. Boonmee”nin varlığını zamanda açtığı yarıklardan hareketle anlamlandırmaya çalışan bu filmin, ileride Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives kısmında bahsedeceğimiz bir “evren” tasarımını henüz burada etkileyici bir şekilde oluşturabildiğini, finalinin kendisinden sonra gelecek uzun metrajın açılışına organik bir şekilde bağlanışıyla da devamlılık ve bağlılık hissi yarattığını söyleyebiliriz.
Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives
Uncle Boonmee… hem içeriği hem de biçimsel tercihleri açısından Weerasethakul”un hiçbir konvansiyonla uzlaşmayan sinemasının zirvesi olmuştur. Filmin ana karakteri olan Boonmee böbrek yetmezliğinden muzdarip yaşlı bir adamdır. Ormanlık bir alandaki evinde yaşamaktadır, geçimini sağladığı tarlaları vardır. Hastalığı ileri bir seviyede olan Boonmee”ye destek olabilmek için baldızı Jen ve yeğeni ziyarete gelir. Ama ziyaretçiler onlarla sınırlı kalmaz. Bir akşam, yemek sofrasında otururlarken yavaş yavaş kadrajda beliren kişi Boonmee”nin 19 yıl önce ölen karısından başkası değildir. Yıllar önce evi terk eden oğlu ise maymun-adam benzeri bir yaratığa dönüşmüş şekilde Boonmee”yi ziyarete gelir. Yıllar önce çektiği fotoğraflarda beliren yaratıkların peşinden gitmiş olan genç adam, hayalet-maymun diye anılan bu yaratıklarla ilişkiye girmiş, zamanla değişime uğrayan bedeniyle farklı bir varoluşa geçmiştir.
Filmin ana hikayesi, Boonmee”nin ölümüne eşlik etmek için gelen ailesi ile şekillenir. Uzun yemek sahnesinin ardından karakterlerin hesaplaşmaları ve özlemleri gündelik hayatın ritmi içerisinde usulca aktarılır. Kent-kırsal arasındaki çatışma, Boonmee”nin vicdan muhasebesi (filmin bir sahnesinde çok komünist öldürdüğünü üzülerek belirten Boonmee, beklenmedik şekilde Nabua mevzusuna katılmış olur), hayaletlerin yaşamı ve öte dünyaların kavranış şekli gibi meseleler irdelenir. Boonmee karısının etkisiyle, ölüme yaklaştığı zaman bir yolculuğa çıkmaya karar verir. Boonmee”nin eski yaşamlarından ilkinin, insanın yeryüzündeki ilk zamanlarına ev sahipliği yapmış olan doğaya doğru bir gece yolculuğuna tedirgin bir şekilde çıkarlar. Vardıkları yer ise tüm gizemi ile bir mağara olur. Sevdikleriyle birlikte geceyi mağarada geçiren Boonmee, burada ölüm uykusuna yatar.
Uncle Boonmee… merkez karakteri Boonmee”nin hayatının son demlerini gösterip sıkıntı ve özlemlerini hissettirmeye çalışırken bir yandan da ayrıksı hikayeler ekleyerek efsaneler ve reenkarnasyon fikri üzerinden filmin naif yapısını daha oyuncaklı hale getiriyor. Filmin açılışındaki uzun süre bir boğayı takip eden görüntülerinin A Letter to Uncle Boonmee filminin finali ile ilişkili olması, filmin ortasında bağımsız bir şekilde beliren prenses efsanesi ya da Boonmee”nin kaybolan oğlunun filme kattığı hayalet-maymun hikayesi gibi öğeler filmin sunmaya çalıştığı büyük resme katkıda bulunuyor. Weerasethakul”un neredeyse her filmindeki asıl derdinin “orman” ile ilişkili olduğunu düşününce, ormanı da bir birikim bölgesi olarak tanımlarsak, tüm bu hikayelerin (Boonmee”nin hikayesi dahil) burasının farklı yansımaları olduğunu kabul edebiliriz. Böylelikle döngüden parçalar sunularak üretilen bu “evren”, Primitive Project”in ana meselelerinden biri olan reenkarnasyon fikrini destekleyici bir hal alıyor (tabii bunu reenkarnasyonu izah edebilmek gibi değil de bir hissedebilme arzusu olarak ele almak gerekir). özellikle prenses hikayesinin süresi ve enteresanlığı bakımından (neredeyse bu kısım kült bir kısa film olmaya aday) seyircide yaratabileceği yabancılaşma etkisi ve kimi seyirciyi filmden koparabileceği gerçeğiyse yönetmeni pek endişelendirmiş gibi görünmüyor.
Uncle Boonmee… ya da yönetmenin önceki filmlerinden Tropical Malady (2004) göz önüne alındığında Weerasethakul”un bir şekilde filmlerini bölümlere ayırdığını, benzer bir anlatım yapısını tüm film boyunca devam ettirmeyi tercih etmediğini görebiliyoruz. Tropical Malady”nin ortasında filmin mekan ve üslup değiştirip iki orta metrajın birleşimiymiş gibi durmasına benzer bir şekilde, burada da filmin epizodik denebilecek bir yapı içerisinde ele alınıyor. Yönetmen bir söyleşisinde filmi 6 farklı parçaya ayırdığını, her parçasını farklı bir dönemi temsil eden pelikül, ışık ve oyunculuk tekniği ile tasarladığını belirtiyor**. Yönetmenin deneysel sinemaya ve video sanatına olan ilgisini de göz önüne alınca bu şekilde bir kolaj çalışmasının uzun metrajlı filmlerini oturtmaya çalıştığı deneysel-kurmaca denebilecek bir zemin için oldukça işlevsel olduğunu görebiliyoruz. Weerasethakul”un özellikle kurgu konusunda konvansiyonel bir anlatıma boyun eğmemesinin yanı sıra üslup olarak uzun planlara dayalı, sakin bir ritm ile işleyen filmler gerçekleştirdiği de belirtelim.
Uncle Boonmee… nin önemli özelliklerinden biri, tüm bu deneysel çabaların ve yer yer yabancılaştırıcı etkisi olan sahnelerin varlığına rağmen hikayenin tonunda tutturabildiği sıcak ve duygusal etki denebilir. Yönetmenin karakterleri tasarlarkenki şefkatli tavrı ve ölüm mevzusunun döngünün parçası olduğu bilinciyle, ölümü doğaya ve ilk yaşama yapılan bir yolculuk olarak ele alması bu etkinin başat unsurlarından. Filmin metafizik unsurları sunarken uyguladığı biçimsel yaklaşım, ormanın içinde biriken tüm alemlerin aynı mekan-zamanda, örneğin bir yemek masasında, var olabilmeleri ve bunun gündeliğe ait olabilecek kadar olağan ele alınışı da vurgulanması gereken önemli bir nokta. Benzer bir hikayeyi anlatacak herhangi bir filmde muhtemelen bu filmdeki gibi sade ve bir araya getirici bir yaklaşım yerine metafiziğin farkının vurgulanacağı, ayrıştırıcı bir yaklaşım kullanılacağını belirtmek doğru olacaktır.
Weerasethakul”un Primitive Project”i ve özelinde Uncle Boonmee… bellek, ölüm, hatıralar, reenkarnasyon ve tüm bu olguları bir çatı altında toplayabilen “evren” tasarımı ile hem duygusal bir etkinin hem de bambaşka dinamiklerle işleyen alabildiğine özgün bir sinemanın varlığını görünür kılıyor. Deneysel-kurmaca ya da fantastik-minimalist gibi tanımlamalarla açıklanabilmenin son raddede pek de mümkün olmadığı, Reha Erdem”in deyimiyle “sadece sinema ile yapılabilecek” şeyleri içeren bu proje dünya sinemasına güzel bir armağan.
*Proje hakkında daha fazla bilgi edinmek ve filmleri izleyebilmek için: http://www.animateprojects.org/films/by_project/primitive/primitive
**Yönetmenin projesini anlattığı güzel bir söyleşisi için: http://www.indiemoviesonline.com/news/interview-with-palme-dor-winner-apichatpong-weerasethakul-250510
*** Altyazı dergisi 100. özel sayısı için Reha Erdem tarafından yazılan “Joe, Annem, Bunmi Dayım” başlıklı yazıyı okumanızı tavsiye ederim.