Cannes Film Festivali’nin ana yarışma gösterimlerinin herhangi bir gününde, herhangi bir seansında, herhangi bir salonunda, herhangi bir koltuğuna yerleştiğinizde genelde iyi bir filmle karşılaşacağınızı biliyorsunuz. Bu filmi herhangi bir duyguyla izliyorsunuz ve filmin bitimindeki hisleriniz genellikle herhangi bir duygu olmaya devam ediyor. The Pot-au-Feu (2023), bunlardan birisi değil; sıra dışı.
Aşkın ve yemeğin ayrılmaz olduğu bir dönemde, Eugénie ve Dodin, bir arada çalışarak ve birbirlerini severek geçinirler. Dodin oldukça titiz ve zorlu bir müşteri olsa da Eugénie, olağanüstü yetenekleriyle her zaman onun beklentilerini karşılayabilmiştir.
Bir gün Dodin, Eugénie’ye olan duygularını göstermek için bir pot-au-feu (et suyunda pişirilen geleneksel bir Fransız yemeği) yapmaya karar verir. Bu yemeği, Eugénie’ye olan hislerini ifade etme umuduyla seçmiştir. Dodin’in hazırladığı pot-au-feu bir başyapıttır ve birbirlerine duydukları sevginin hoş bir anısı olarak belleklerinde kalacaktır.
Filmin zarifliği tamamen nahifliğinden kaynaklanıyor. Ve tam tersi olarak o kadar nahif bir anlatı var ki kırsal Fransa’nın tüm şairane özellikleriyle bezenmiş zarafeti insanın iliklerine kadar işliyor. Filmin açılış sekansından itibaren hâkim olan sarının tüm tonları sizi Güney Fransa’nın, Aix-en-Provence’ın mimoza bahçelerine götürüyor. Gülümseyen suratlar, harıl harıl çalışan eller, açılan tarif kitapları, tezgâhın arkasından meraklı gözlerle mutfağı izleyen küçük bir kız, pencereden içeriye süzülen güneş ışığı, fırında pişen ekmek, deniz mahsulleri… Tüm bunlar o kadar sade biçimde gösteriliyor ki izleyene sadece ağzı açık biçimde ve hazzın doruklarına ulaşmış biçimde bu yemek pornosunu izlemek düşüyor. The Pot-au-Feu’nün yansıttığı, gösterdiği her şey aslında biraz gerçek dışı. Çünkü hiçbir durumda dünya ve yaşam bu kadar güzel hissettiremez insana. Mutfakta çalışanlar, yemeği tadanlar, çocuklar, kediler, pişen enginarlar… Herkes çok mutlu, her şey çok doğru. Eğer optimal bir noktası ve iksiri varsa yaşamanın, 19. yüzyıl kırsal Fransa’sında bir yerlerde saklı olsa gerek. Ölümsüzlük iksiri belki hâlâ bulunamadı ama mutluluk iksirinin reçetesi bulundu: Yemek, aşk, para ve çok daha fazla yemek.
Başrollerdeki Dodin ve Eugénie’yi canlandıran Benoît Magimel ve Juliette Binoche, 2000’lerin başında sansasyonel bir ilişki yaşamışlardı. Ana karakterleri canlandıran kişilerin çok iyi oyuncular olmalarının yanında gerçek hayatta da aşk yaşamış iki insan olmaları, aradan çok uzun yıllar geçmesine rağmen aralarındaki çekimi hissetmek filme anlatı olarak çok iyi hizmet ediyor. Akan görüntülerden yayılan buram buram duyguyu solumamak imkânsız.
Yönetmen Tran Anh Hung, yaratılarındaki olağanüstü görsel estetiğin yanında küçük hikâyelerin büyük yönetmeni. İlk uzun metrajı The Scent of Green Papaya’dan (1993) beri hayatın özündeki bolluğa eriştiğini görebilmek mümkün. Bu minimalist duruş, The Pot-au-Feu’de tavan yapmış durumda. Tüm bunların yanında yönetmenin asıl başarısı çok farklı duyulara aynı anda hitap edebilen bir film üretmiş olması. Bizler izleyiciler olarak yalnızca tek bir duyu organımızı kullanarak gözlemde bulunabiliyoruz. Fakat Tran Anh Hung bu bariyeri yıkarak bir filmi koklayabileceğinizi ve tadabileceğinizi kanıtlıyor. Beyazperdeye bakarken tükürük bezlerinin bu kadar çalışmasının ve burnunuzu okşatacak kadar harekete geçirmesinin başka bir açıklaması olamaz. Ki Cannes jürisi de aynı şekilde düşünmüş olacak ki Hung’a En İyi Yönetmen ödülünü layık gördüler.
Yaklaşık iki buçuk saatlik bir duygu ve yemek ziyafeti olan film, aylar geçmesine rağmen dün izlemişçesine aklımda. Belki o kadar berrak değil bazı anlar fakat yarattığı his asla gitmiyor. Bir sanat eseri sizi darmaduman ediyorsa ve ne kadar zaman geçerse geçsin bazı tarifsiz hisleri size hatırlatmak için bir araç hâline geliyorsa, ona yeniden başvurmaktan vazgeçmeyin. The Pot-au-Feu, henüz legal veya illegal platformlardan ulaşabilen ve beyazperde tarihi belli olmayan bir film. Fakat gördüğünüz ilk andan itibaren fikirlerime katılacağınıza ve bir başvuru kaynağı olarak hayatınıza dahil olacağına eminim.
Pot-au-Feu Tarifi
Et, kemik ve su büyük bir tencereye konur, doğranmış havuç, kereviz, soğan ile tuz, biber, kekik, defne yaprağı, sarmısak ve maydanoz içine atılır. Kaynayıncaya kadar ısıtılıp üstü açık olarak orta ateşte 3 saat pişirilir. Üzerindeki köpük sık sık alınır. Geri kalan malzeme katılıp üstü örtülür ve 1 saat daha pişirilir. Sıcak olarak servis yapılır. 4 kişiliktir.
Kaynak: Ne Pişirsem