İkinci Dünya Savaşı sırasında başlayan ve neticesinde gelişen bir casusluk hikâyesine hazır mısınız? Allied (Müttefik-2016) belki bu yılın en iyileri arasında adı geçecek bir film değil; ancak yönetmeniyle, senaristiyle, oyuncularıyla ve en önemlisi de magazinsel gelişmeleri ile adından sıkça söz ettiren/ettirecek filmlerden bir tanesi. Brad Pitt-Angelina Jolie ilişkisinin bitiminde kara kedi rolü oynadığı söylenen Marion Cotillard’ın filmin iki başrolünden biri olması, filmin PR çalışmalarında hayli efektif bir şekilde kullanılmakta. Gel gelelim bu, Allied’ı tek başına kurtarabilecek bir hamle mi? Maalesef hayır! Yönetmenliğini Back To The Future, Forrest Gump, Cast Away gibi üst düzey işleriyle tanıdığımız Robert Zemeckis’in yaptığı film, ne yazık ki içinde barındırdığı büyük isimlerin altında ezilen bir yapım.
Filmin konusuna ufak çaplı bir göz atacak olursak; İkinci Dünya Savaşı başlarında Yarbay Max Vatan ile Fransız direnişçi Marianne Beausejour’ın Kasablanka’daki bir operasyon esnasında tanışması, başlayacak büyük aşklarının da ilk habercisidir. Burada Nazi subaylarına karşı başarıyla tamamladıkları operasyon sonucu, Max ile birlikte Londra’ya gelen Marianne, onunla evlenip üstüne bir de çocuk sahibi olur. Ancak aradan geçen birkaç yıldan sonra, Marianne’nin Alman casusu olduğu iddiası Yarbay Max Vatan’ı büyük bir bilinmezlik içine sokar. Çok sevdiği eşi, çocuğu ve aile hayatı bir yalandan mı ibarettir, yoksa karısı bir iftiraya mı kurban gitmek üzeredir? Max’in yapacağı tek bir şey kalmıştır: bu iddiaların asılsız olduğunu ortaya çıkarmak!
Film ile ilgili değinilmesi elzem nokta, dişe dokunur bir doyuruculuk sağlayamaması. Film bittikten sonra, sinematografisinin güzelliğinden bahsedebiliyoruz ancak hikâyesel anlamda yaşanan tökezleme de gözle görülür bir şekilde vuku buluyor. Özellikle karakterlerin derinleştirilememesi ve Marianne’nin casusluk olayına bir an önce geçilme isteği, filmi beklenti uyandıran ancak o beklentileri karşılamaktan uzak bir hâletiruhiye içine sokuyor.
Hikâyenin başlangıcı için en önemli nokta, Max ile Marianne’nin Kasablanka’da yaşadıkları. Ancak burada yaşananlar akıllara Casablanca’yı (1942) getirmekten daha fazla bir misyon üstlenememekte. Bu da hâliyle, Max ile Marianne’nin yeni yeni filizlenen aşkını yapay bir konuma sokuyor. Üstüne üstlük bir savaş alt yapısı olmasına rağmen, Nazi subaylarının oldukça karikatürize bir şekilde resmedilmesi, filmin odaklanmak istediği noktalarda soru işaretleri uyandırıyor.
Gel gelelim filmin ikinci yarısına. Nitekim hızla geçilen ve bir nebze de olsun aksiyonun cereyan ettiği filmin ilk bölümünden sonra, daha durağan ve dramatik yönü kuvvetli olan ikinci bölüm, Allied’ın asıl ulaşmak istediği nokta. Nitekim yiğidi öldürüp hakkını vermemiz gereken nokta da burada vuku buluyor. Robert Zemeckis’in filmografisine şöyle bir göz attığımız zaman, türler arasında gezinmeyi seven, ancak anlatım açısından benzer işlerin altına imza atan bir biçim görüyoruz. Kendi adıma onu bu denli sevmemdeki ana etmen, duygu yoğunluğunu son derece başarıyla yansıtabilmesinde yatıyor. Nitekim usta yönetmen, en iyi bildiği işi Allied’da da yapıyor ve filmin ikinci yarısında artarak gelen dramatik yapıyı doğru bir şekilde kuruyor. Ancak filmin ilk yarısının yaratmış olduğu zaaf, maalesef hikâyeyi bir beklenti içine sokuyor ve yaratılan bu dramatik yapının önüne geçiyor. Bu da filmin seyir zevkini zedeleyen en önemli husus olarak öne çıkıyor.
Filmi etkileyen en önemli detayların başındaysa oyunculuklar ve kurgu geliyor. Brad Pitt’in belki de son zamanlardaki en düşük ve tabiri caizse duygusuz oyunculuğunu izlediğimiz Allied, Marion Cotillard’ın yer yer yükselen performansıyla rayına oturmaya çalışsa da ikilinin uyumsuz tavrı göze çarpan en büyük detay. Nitekim birbirinden bağımsız şekilde ilerleyen kurgu da, filmi inandırıcılık anlamında bir tık geriye götürüyor. Böylelikle Max ile Marienne’nin yaşadığı aşk ve sonrasında gelişen olaylar dişe dokunur bir hikâye sunmaktan geri kalıyor.
Allied, özensiz hikâyesi ve kurgusu ile yaratmak istediği dramatik yoğunluğu izleyenlerine aktarmayı başaramayan, büyük oyuncularla durumu kotarmaya çalışan, ancak bunun da gerisinde kalan yeni bir Hollywood illüzyonu. Robert Zemeckis sinemasına her daim hayranlık besleyen biri olarak koşa koşa gittiğim ve beklentimi nedensiz bir şekilde yukarılarda tuttuğum film, maalesef ki beni yeterince tatmin etmedi. Eğer ki filmi izlemeden bu yazıyı okuyorsanız naçizane tavsiyem, beklentinizi minimize ederek sinema salonun yolunu tutmanız olacaktır. O zaman belki de, filmin kendi içinde taşıdığı aksaklıkları bir nebze olsun göz ardı edebilir ve benim yaşayamadığım tatminkârlığa siz ulaşabilirsiniz.