Bir insan annesini öldürebilir mi? Hem bir öfke veya cinnet sebebiyle değil, tam tersine yaşamaya devam edebilmesi, bir iç huzura erebilmesi için böylesine korkunç bir cinayeti işleyebilir mi? Daha bıyıkları bile terlememiş bir oğlan çocuğu iken ve annesinden başka hayatta kimsesi yokken böyle bir şeye teşebbüs edebilir mi? Yılanı öldürseler(1981) işte bu soru üzerinden şekillendiriyor tüm öyküsünü. Alüvyonlara ayrılıp tüm yataklarını koca bir denize bağlıyor. Film, meselenin trajik ve psikolojik boyutlarına eğilirken kuşkusuz birçok yan olguyu da bünyesine katmayı ihmal etmiyor.
Esme ile Hanımağa”nın Tragedyası
Yılanı öldürseler, Türk ve dünya edebiyatının usta yazarlarından Yaşar Kemal”in aynı adlı romanından uyarlanmıştır. Yönetmen koltuğundaki isim ise Türkan Şoray. Bu, Şoray”ın kariyeri boyunca yönettiği dört filmin sonuncusudur. Şoray, senaryoyu Yaşar Kemal ve Işıl özgentürk”le birlikte yazar, müziklerini de Zülfü Livaneli”ye teslim eder. Oyuncu kadrosundaki, Türkan Şoray”ın yanı sıra, Aliye Rona, Ahmet Mekin, Talat Bulut ve Hüseyin Peyda gibi Yeşilçam”ın tanıdık isimlerinin abartısız, yalın performanslarıyla başarılı bir ahenk yakaladıklarını söyleyebiliriz.
Film, çukurova”da, Anavarza Kalesi”nin eteklerindeki bir köyde geçer. Köyün en güzel kızı Esme, Abbas”a delicesine aşıkken köyün ağası Halil”e verilir. Veriliş sebebi ise bellidir, Esme”nin yüzüne bakan onun güzelliğiyle büyülenir, ona dokunmaya kıyamaz, kalpler bu kızın çehresi karşısında aşkla dolar. Hatta Esme”nin güzelliği hakkında “Tanrı, Esme”yi bin yılda yaratmıştır” diye efsaneler bile yazılır. Esme”nin Halil”den Hasan adında bir oğlu olur. Halil”n üç kardeşi ve sert mizaçlı annesiyle birlikte aynı çatı altında yaşamaya başlar. Fakat Abbas durmaz, onu geri almak için savaşır, birisini öldürüp hapse girer. Hasan on bir yaşına bastığındaysa hapisten çıkar. Ancak Abbas”ın Esme”ye duyduğu aşk daha da güçlenmiştir ki doğruca ona gelir. Esme ise oğlu Hasan için sevdiğini geri çevirir. Ne var ki Abbas pes edip geri dönmez ve bir gece evi basıp Halil ağayı vurur. Halil”in kardeşleri de Abbas”ın peşine düşerek abilerinin öcünü alırlar. Bu olayın sonucunda ise geride iki acılı kadın kalır, dul kalan Esme ve Halil”ini yitiren köyün hanımağası.
Olay örgüsüne bakıldığında tüm filmin bu olanlardan ibaret olması gerekirken film, eteğindeki taşları Halil ve Abbas öldükten sonra dökmeye başlar. Bu noktadan sonra konu, akıcı bir öyküden iki kadın arasındaki psikolojik gerilime ve Hasan”ın sancılı ergenlik dönemine odaklanarak izleyiciyi ters köşeye yatırır. Ayrıca iki ”esas oğlanın” ölümüne kadarki kısımda Yeşilçam”da benzerine pek rastlanmayan geriye dönük pasajlar mevcut. Buradan anlaşılıyor ki film, sadede gelebilmek için tüm yaşananları bir çırpıda anlatmak, sonra da uzun uzadıya ”Esme”nin ölümü”ne eğilmek ister. Bir diğer deyişle güzeller güzeli Esme ile nemrut hanımağa”nın tragedyasının ön hazırlıklarını yapar ve tiyatroyu başlatır.
Esme”nin suçu olmasa da hanımağa, oğlunun esas katilinin o olduğunu söyler. çünkü oğlu, onun ”oynaşı” tarafından öldürülmüştür. O yaşadıkça da üzerlerindeki uğursuzluk gitmeyecektir. Hanımağa, üç oğluna onu öldürme talimatını verince meseleyi kardeşlerin en küçüğü ve tek bekar olanı Ali üstlenir. üstlenir üstlenmesine fakat silahını doğrultmak için Esme”nin yüzüne bakınca onun aşkıyla kavrulur. Ve başını alıp köyden gider. Bu olay üzerine hanımağa iyice bilenir, Esme”ye duyduğu kin daha da artar. Zira bu, Esme”nin kendisinden aldığı ikinci evladıdır. Son çare olarak Hasan”ı annesine karşı doldurmayı ve onu öldürmesini sağlamayı dener. Hasan”a yaşına hiç uymayan kıyafetler giydirilir, kasketi takılır, at ve silah verilir. Yaşlı kadın, torununun aklına girebilmek için özverili bir söylem hareketi başlatarak hem Hasan”ı, hem de tüm köylüyü Esme”ye karşı kışkırtır.
Güçlü bir kadın
Bu esnada Esme, Halil”in topraklarının yeni yasal varisi olduğundan pamuk tarlalarında işçilerle birlikte çalışır, hasadı denetler, tarlalarla, mahsûlle ilgilenerek büsbütün güçlü bir lider konumuna gelir. Filmde bu kısım pek öne çıkmasa da açıkça bellidir ki yaşananlar bir nevi alt ile üst sınıf çatışmasının bir tezahürüdür. Hanımağa ve oğulları, avam kamarasının, Esme ise emekçi kesimin sembolleridir. Dolayısıyla birbiriyle çatışan bu iki kadının arasındaki mesele sadece bireysel boyutta değil, aynı zamanda ekonomik ve siyasi boyutta, toplumsal bir zeminde de karşılık bulur. Hanımağanın, Esme”nin ”yok olmasını” istemesinin sebeplerinden birisi de böylece netlik kazanır, onu saf dışı bırakıp ekonomik kaynakları tekrar eline geçirmek, feodal düzenin aksayışını engellemek. çünkü alt sınıf, Esme ile birlikte bir hürriyet elde etmiş bulunur ve bu, üst sınıfı kaygılandırır.
Esme”nin bu konumuna farklı bir pencereden bakıldığında onun bir günah keçisi olmasının bir diğer nedeninin de ”kadın” olmasında yattığını görürüz. çünkü ırgatı yöneten, toprakların kazancını elinde tutan kişi odur ve bu, ataerkil toplum içinde huzursuzluk yaratabilecek bir tehdittir. Köylünün, hanımağanın sözlerine inanmasının altında bu huzursuz edici durumun bulunduğunu ileri sürmek mümkün. Lacan”ın ”kadının özgürleşmesi erkeğin fantazisini kâbusa çevirmesine yol açar” sözünü de göz önüne alırsak köyde Esme”nin varlığının ne denli bir bunalıma neden olduğunu anlayabiliriz.
Bu durumda ”ölü Halil”in tekrar hortlaması” ve kâh bir yılan, kâh bir çekirge olarak köylüyle konuşması, bir anda dillere pelesenk olup herkesi zapt etmesi kaçınılmaz bir tepkidir. Birçok bakımdan iktidarı sarsılanların yaşadıkları tehditten ancak bu fantastik söylence ile kurtulmaları mümkündür.
Köylünün nazarında Esme”nin ölmesini gerektiren bir başka öge ise onun güzelliği. Böyle bir güzelliğe kimsenin erişememesi kadına duyulan nefreti perçinler. Kimsenin karısı onun kadar çekici değildir ve hiçbir kadın onun kadar arzulanmıyordur. özellikle hanımağanın yaşlı ve ”cazibesiz” oluşu geliniyle arasındaki uçurumu iyice derinleştirir. Esme ölmeli, bu kıskanılan, garez duyulan güzellik ve bu münasip bulunmayan, kafa karıştırıcı hürriyet ortadan kalkmalıdır. Böylece Esme”yi boğmak için dört bir yanda uzanan ipler Hasan”da düğümlenir.
Köyün ”Kurtarıcısı” Hasan ve Kâbusları
Hasan”ın filmdeki durumunu psikoanalitik bir bakışla çözümlemek mümkün. Pek de kompleksli olmayan bu ana – oğul ilişkisi bir Oedipus sendromuyla açıklanabilir. Erkeklerin dünyasında tek başına ayakta duran Esme”ye tek yakın kişi Hasan”dır. Ona duyduğu aşkın cinsellik boyutuna veya sahip olma güdüsüne uzanması pek de şaşılacak bir durum değil. Bir yanda başta ninesi olmak üzere tüm köylünün üzerine yıktığı dehşet yüklü görev, diğer yanda ise annesine karşı duyduğu derin bağ onu bir çıkmaza iter, dağlarla taşlarla konuşturur. Hatta köylünün uydurduğu hortlak masalına öylesine inanır ki Anavarza Kalesi”nde yılan kılığına girmiş babasıyla bile konuşur. Hem annesini öldürmeye kıyamaz, hem de bu hortlak masallarından ölesiye korktuğundan ve köyde bir ”yiğit” statüsüne kavuşmak istediğinden silahıyla atış talimleri yaparak cinayet saati için provalar yapar. çevresindekilerse Esme hakkındaki dedikodularla kendisini kışkırtmayı ihmal etmez.
Yılanın öyküde bir yandan şeytaniliği, fitneyi temsil ettiği gibi henüz ergenleşmemiş Hasan için de fallik objeyi temsil ettiğini söyleyebiliriz. Yılan, göl, çıplaklık, silah ve ateş gibi imgelerin Hasan”ın zihninde sürekli dolandığını görürüz. Ayrıca bir Elektra kompleksi içinde olan hanımağa açısından da yılanın fallik işlevi söz konusudur.
Hasan, en sonunda silahını doğrultup annesini vurarak cinsel bir kimlik edinmiş olur. Anne imgesini zihninde hem öldürmüş, hem de onunla arzuladığı yakınlık sınırına ulaşmıştır. Bu masumiyetin yitiriliş anı, gürül gürül yanan ocaktaki ateşin yakın görüntüleriyle iyice pekiştirilir ve bir yok oluşun vurgusu yapılır. Köylü, amcaları, ninesi için de, bir diğer deyişle üst sınıf için de psikolojik hareket başarıyla sonuçlanmış, düzeni tehdit eden kişi Hasan aracılığıyla cezalandırılarak ortadan kaldırılmıştır. Ateş görüntülerinin ardından Hasan”ın acıyla “Ben öldürmedim!” diye haykırışı da bu noktada oldukça manidardır.
Bir Yangının Ardından
Yılanı öldürseler, ustaca yazılmış bir romandan başarıyla uyarlanmış bir film. özellikle Şoray”ın yönetmenlik performansı göz ardı edilecek gibi değil. Ki zaten filmi içeriğinin yanı sıra Türk sinema tarihindeki duruşuyla ele almayı elzem kılan unsurlardan birisi de bu yönetmenlik stili. Seçilen kadrajlamalar, kimi planların Yeşilçam filmlerine kıyasla olan uzunluğu, rüya sahnelerindeki yenilikçi teknikler, birbirine bağlanan çekimler… vs gibi etkenler göz önüne alındığında 80”lerdeki Yeşilçam sinemasının kuvvetli çizgisinin kırıldığı ve yeni bir dönemin başladığı hissedilir. Konu bazlı senaryodan psikolojik tahlillere yüklenen, kadın figürünü daha fazla öne çıkartan ve varoluşsal problematiklere eğilen 80”ler Türk sinemasının birçok özelliğini içinde barındırır Yılanı öldürseler.
Ayrıca Aliye Rona”nın başarıyla hayat verdiği kötü kadın karakterine, ender rastlanır biçimde bir özdeşleşme boyutu açar film. Bu nemrut kadının aslında evlat acısıyla kıvranan bir anne olduğunun her fırsatta altı çizilir. Kötülüğü salt karakterlere yüklemek yerine daha geniş bir sahaya taşıyarak sistemi eleştirmeyi tercih eder. Bu sayede 80”lerdeki darbe sonrası çekilen muhalif, sosyalist filmlerin de başladığının sinyallerini verir.
Yılanı öldürseler”deki sinematografi ve imgesel yapı, günümüzdeki birçok sinemacıyı etkilediğine ilişkin kuvvetli bir sezgi de vermekte izleyene. Mesela Semih Kaplanoğlu”nun Yusuf üçlemesi”nde oğulun anne ve babasıyla kurduğu ilişki benzer bir sembolik dil ile anlatılır. özellikle Süt”teki Yusuf”la annesinin hikâyesi, Yılanı öldürseler”den anlar barındırmaktadır. Hatta her iki filmin finalinde neredeyse bire bir aynı çekim planı mevcuttur, ocak başında ekmek pişiren Esme”nin Hasan”a bakışı ile uçuşan kaz tüyleri arasındaki annenin Yusuf”a yönelttiği bakış. Yine örnek verecek olursak Nuri Bilge Ceylan”ın Bir Zamanlar Anadolu”da adlı filminin alt metinleri, Şoray”ın filmindekileri çokça çağrıştırır. Her iki filmde de merkezde peri kadar güzel kadınlar vardır ve erkek karakterler, bu güzelliğe kapıldıkları için her türlü günahı işlemeye teslim olurlar. Kaplanoğlu ve Ceylan”ın yanısıra daha birçok yönetmenin gerek üslûbunda, gerekse muhteviyatında Yılanı öldürseler”den izler bulmak mümkün.
Sinemamızdaki az bilinen filmler kervanına ait olan Yılanı öldürseler, ”Anadolu filmleri”ne ve töre konulu feodal rejim eleştirisi yapan yapımlara farklı bir soluk, farklı bir tat getirmesinin yanı sıra Şoray”ın oyunculukta olduğu kadar yönetmenlikte de ne derece başarılı olduğunun açık bir göstergesi. Keşke dört değil de çok daha fazla film yönetseydi sultanımız Türkan Şoray.
Elektra kompleksi derken? Elektra komplexi oudipus kompleksinin tam tersi yani yetişkinlerde(kayınvalidede)görülmez diye biliyorum ama…fallik donem de çocuk gelişiminde öğretilen biseydi sanki