Öyküler, yaşadıklarımızın bütünü müdür yoksa öyküleri yaşamak üzere mi yazılmıştır kaderimiz? Doğduğu gün, kendi ölüm kehanetini de beraberinde getiren, bu yüzden tüm köy halkı arasında “ölümün oğlu” olarak bilinen Muzamil, bu sorunun bedene bürünmüş hâlidir. Gözlerini dünyaya henüz açmışken bir din adamı tarafından yirmi yaşında öleceği söylenir Muzamil’e. Sudan’ın bir köyünde yaşayan ve köklü geleneklerine ve inançlarına her şeyden çok bağlı olan ailesi için bu, hem yapılan hem de yıkılan bir kaderin başlangıcıdır. Tamamen kaderci bir anlayış üzerine kurulu köy hayatında Muzamil, büyüdükçe ölümle çizilmiş kader çemberinin dışında bambaşka bir dünyanın olabileceğini öğrenir. Artık hayatının bir tarafında kelimesi kelimesine belletilen Kur’an öğretileri, diğer tarafındaysa sorgularla, olasılıklarla, tarihin farklı yüzleriyle dolu mahremiyeti vardır. Ve on dokuz yaşına geldiğinde ömrü boyunca sorduğu sorunun yanıtını, yani kaderin gerçekliğini ve geçerliliğini kendi canı pahasına bizzat keşfetmek zorundadır.
İnancın, efsanenin, masalın dilinde yazılan You Will Die at 20; daima sonsuzluk peşinde koşan insanın, bilinmez bir sona ne kadar muhtaç olduğunu gösterir. Karar vermekse bize kalmıştır: Kader midir insanı öldüren, yoksa sonundaki keder mi?