!f İstanbul, bu sene de Türkiye’den kısaları izleyiciyle dört ayrı seçkide, ücretsiz gösterimler aracılığıyla buluşturdu. Dört seçkinin bir arada son gösterimi 26 Şubat’ta kargART’ta yapılacak.
Bu seçkilerden ilki, içindeki tüm filmlerin güzel olduğu Geceyarısı, Türkiye Zamanı’ydı. Filmlerin tamamı bizden bir şeyleri, ortak dertlerimizi, kâh zaman veya mekan gerçekliğinden kopararak, kâh keyifli animasyonlarla, kâh metaforik yollarla anlatıyor. Aşırı gerçek olayların gerçeküstü anlatıldığı filmlerden bir derleme olarak tanımlayabiliriz galiba bu seçkiyi.
Kısa filmler, çok etkileyici bir görüntü sunmuyor veya çok hızlı gelişen şaşırtıcı bir olayı anlatmıyorsa, en başarılı olduğu durumlarda kısacık süresinin sonunda kafanızdan fikirlerin, içinizden duyguların taşmasına neden olur. Bu izlenim yazısı da, filmlerle birlikte hem onların hissettirdikleri, hem de biraz onlardan akla gelenler üzerine bu nedenle.
Su Almaya Gidiyorum, Bir Şey İsteyen Var mı? (2016, Yönetmen: Esme Madra)
Seçim atmosferinde, ama zamansız çektiği ikinci kısa filminde Esme Madra, bir evde seçim sohbeti dinleyen ve bir yandan telefonlarıyla oynayan gençleri takip ediyor. Seçim olarak televizyondan duyulan ses 8 Haziran’dan bahsediyor ancak dışarı çıkan iki kadının üzerlerinde montları ve bereleri var. O yüzden tam olarak Haziran 2016 seçimiyle bağdaştıramıyoruz. Yolda kullandıkları arabada da teyp dinliyorlar, yine son dönemden bizi koparan, başka bir zamanda hissettiren bir görüntü. Televizyondan sesi duyulan yorumcu seçimin öncesinde mi konuşuyor, yoksa tamamlandıktan sonra sonuçları beklerken mi, o da net değil. Esme Madra, filmden sonraki söyleşide de bahsettiği gibi, seçimlerle bir şeyin değişmediğini gösteriyor bu hâliyle. Her seçimle olasılık hesapları da, seçim hakkında konuşmalar da değişmiyor; kalıplar tekrarlanıyor. Seçim can sıkıcı bir şey sadece, öyle yansıyor ekrana. O yüzden bahis konusu olan Haziran seçimi olsa ne olur, 2012 seçimleri olsaydı ne fark ederdi. Bir şey değişmiyor. Zamansız kalma seçimi, seçimlerin zamana bağlı değişmemesinden.
Kadınlardan biri evden, “Su almaya gidiyorum,” diyerek çıkıyor. Arkadaşıyla birlikte bir ormanda duruyorlar. Ağaçların arasında, toprağa basarak, kuş sesleri duyarak yürüyor, oturuyorlar. Seçimden, siyasi gündemden daha önemli konularımız var diyor film burada da. Önce su almakla başlıyor. Güzel yerlere yolculukla ve arabada dinlenen müzikle devam ediyor. Orman içinde doğayla buluşmakla, toprağa değmekle, göğe bakmak ve kuş sesleri dinlemekle sonlanıyor. Hakikaten, politik gündem ve sosyal medya üzerinden takipten daha önemli meselelerimiz bunlar. Unutmuşuz, fark ettiriyor.
Döngü (2016, Yönetmen: Koray Sevindi)
28 Şubat dönemine değinen film, o dönemin bugünlere dek uzayan etkileri de olduğunu vurgulayarak başlıyor. Ancak, belli bir kesime yönelik kaldığı, bugünlerdeki etkisine ilişkin hiçbir şey göremediğimizi söylemek mümkün. Anlatımı, tutarsızlığı sorunlu olsa da; görüntüler ve animasyon kullanımı açısından başarılı bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.
Evbark (2016, Yönetmen: Pınar Öğünç)
Salondan kahkahalar yükselerek izlediğimiz bir dramdı Evbark. Muhteşem bir anlatımla, dolu dolu bir kısa yapmış Pınar Öğünç.
Evleri parça parça yola, otele dönüştürülen, bir salona tıkılı kalan üç kişilik bir aileyi inşaat gürültüleri içindeki salonlarında görüntülüyor film. Karı koca her diyaloglarında “bir şey düşünmüşlerdir illa ki”, “bakarsın güzel yerden verirler”, gibi cümleler kuruyorlar. Her şeyi devletten bekleme hâli. Devlet bizim yerimize düşünür ve kesindir ki en iyisini düşünür. Kendi hakkımızı aramamıza gerek yoktur. Zaten hak arama süreçleri de yorucudur. Akşam yemeği masasının aile içi meseleleri konuşma yeri olmasına alışığız, özellikle Türkiye’den filmlerde sıkıntılı meseleler babanın yemekle beraber su içmesiyle böldüğü masalarda konuşulur. Evbark’ta da öyle oluyor.
Türkiye’de insanlar evleri başlarına da yıkılsa şükredecek bir şey bulurlar, hatta o evin başa yıkılmasını şans olarak algılayacak bir şey bile. Kadercilikten başka bir şeydir bu. “Daha kötüsü de olabilirdi”dir muhtemelen o iç ses, ama dışarıya “bak, bu da bi şans” olarak çıkar. Belki devlete ilahi bir güç atamanın etkisiyle, devletin en iyisini bileceğine ve insanına çok acımasız davranamayacağına dair bir temennidir. Hep iyiyle karşılaşılacağına duyulan güven değildir kesinlikle, devlet isterse kötüsünü de yapar; lakin o insanını sever, onun için iyi olanı düşünür ve uygular. Tam bir yaratıcı gücü atfedilmiş gibi. Bu aile de, inatla, diğer odalarını kaybedip bir odaya tıkılı kalırken umutlu cümleler kurarlar. Kesin bir şeyler de iyidir. Devlet mutlaka onlardan daha iyi düşünmüştür. Hikâye iç karartıcıdır, ancak tek bir evin odaları bazında inşaatlara kurban gitmesi olarak kurgulanınca ve Sevinç Erbulak-Beyti Engin ikilisinin oyunculuğuyla buluşunca film, bir töre komedisine dönmüş gibidir.
Güney Kutbu (2016, Yönetmen: Emin Akpınar)
Ayberk Attila’yı ekranda son kez yeni bir yapımla görme şansı verdi bize Güney Kutbu.
Gelecek zamandan haber veren televizyon yayınları olabilir mi? Sizin bir kazaya kurban gideceğiniz, sonrasında resmi kanallardan yapılacak açıklamalar, daha gerçekleşmeden haberlerde verilebilirse, olacaklar gerçekten kaza olabilir mi? Gündemle oldukça benzer, maalesef hiç fantezi izlenimi vermeyen, çok başarılı, beş dakikalık bir film Güney Kutbu. Yönetmen Emin Akpınar, gösterim sonrasındaki söyleşide Ayberk Attila’dan bahsediyor. O atmosferi verebilmek, karakteri tanıtabilmek için aslında başlangıca birkaç sahne koymak gerektiğini, ama Ayberk Attila’yla çalışınca buna hiç gerek olmadığını, karakterin direkt ekrana yansıdığını söylüyor.
Tıkanma (2016, Yönetmen: Burkay Doğan)
Gün içinde, toplu taşımalarda giderken hepimiz ne kadar mutsuzuz fark ediyor musunuz? Metaforik bir anlatımla, terleyen ve bir otobüsün içinde “biraz daha ilerleyebilir misiniz,” sözlerini tekrarlayıp duran insanlarla Tıkanma; aslında can kayıplarını, hiçbir yere gidemediğimizi, hep birlikte ama birbirimizden nefret ederek boğulduğumuzu anlatıyor sanki.
Tavşan Kanı (2016, Yönetmen: Yağmur Altan)
Bu seneki İstanbul Uluslarası Kısa Film Festivali’nde en iyi Animasyon Ödülü’nün sahibi olan film, bir yandan dramatik olsa da çok eğlenceli ve çok güzel bir animasyon sunuyor. Ancak bu film de, derlemedeki diğer filmler gibi kısa hikâyesiyle bize bir sürü şey düşündürüyor. Kendi rahatımız, çok basit zevklerimiz için diğer canlılara, hayvanlara, bitkilere, hatta insanlara ne kadar zarar veriyoruz acaba? Zarar verirken farkında olmuyor muyuz gerçekten de? Bir canlının, önemsediğimiz bir değerin yaşaması için çabalıyor muyuz gerçekten; yoksa kurban rolünü mü oynuyoruz sadece?
Demokrasi Hatırası (2016, Yönetmen: Levent Çetin)
Film, 16 Temmuz 2016 gününü tarih olarak vererek başlıyor; yani anlıyoruz ki darbe girişiminden bir gün sonra ve tabii ki İstanbul’da çekilmiş. Ancak görüntülere bakınca, filmin Kahire’de ya da Tunus’ta çekildiğini düşünmek daha olası olurdu. Film, insanların darbe girişimi ertesinde akıllı telefonlarıyla fotoğraf çekip sosyal medyadan paylaşma heveslerini görüntülüyor. Belgesel video şeklinde çekilmiş ve herhangi bir kurguya dayanmıyor. Ancak filmin odaklandığı konuyla birlikte ve onun dışında, İstanbul’un ve İstanbul’daki insanların ne kadar değiştiğini görmek de mümkün.
Son Şnitzel (2016, Yönetmen: İsmet Kurtuluş, Kaan Arıcı)
Programa göre bu seçkide yer alan ancak yayımlanamayan bir film Son Şnitzel. Eser işletme belgesi başvurusu reddedildiği için gösterim programından son anda çıkarılmış. Fragmanından, konusundan, oyuncularından gördüğümüz kadarıyla çok güzel bir kısa film izleme şansından olduk. Filme başka bir zaman kavuşmayı sabırsızlıkla bekliyoruz, o yüzden bu listeden de çıkaramadık. Filmin festival programından çıkarılmasına ilişkin !f blog’da yer alan açıklamaya buradan, yönetmenlerin filmin sayfasındaki açıklamasına ise buradan ulaşabilirsiniz.