30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, üçüncü gününde de ulusal yarışma filmlerinin gala gösterimleri, etkinlikler, kısa ve belgesel yarışma filmlerinin gösterimleri ve dünya sineması seçkileriyle devam etti. Üçüncü gününde daha da kalabalıklaşan salonlardaki coşkunun arttığı fark edilirken son gala gösterimindeki ilginin gözle görülür bir artış gösterdiği gözlemlendi. Seyircilerin gala gösterimlerinin sonrasında gerçekleşen söyleşi kısmına sağladığı katılım da oldukça etkiliydi. Bu kalabalık ve coşkulu günde sizler için farklı seçkilerden izlediğimiz filmlerle ilgili izlenimlerimizi yazdık. Keyifli okumalar…
Öğretmenler Odası/ Das Lehrerzimmer (Yön. İlker Çatak, 2023)
30.Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, ulusal yarışma filmlerinin dışında dünya sinemasından yıl içinde ödüller alan, adı sık sık anılan başarılı yapımlarla da seyirciyi buluşturuyor. Bu yılın en heyecan verici filmlerinden biri ise İlker Çatak’ın yıl içinde adını çeşitli vesilelerle sık sık duyduğumuz Öğretmenler Odası (2023) oldu. Bu yıl Berlin Film Festivali Panorama bölümünde prömiyerini yapan, Berlinale ve Alman Film Ödülleri’nin de dahil olduğu çeşitli sinema organizasyonlarından ödülleri toplayan yapım, yolculuğuna Almanya’nın Oscar aday adayı olarak devam ediyor.
Senaryosunu Johannes Duncher ile birlikte yazan Çatak, Almanya’da bir okula matematik öğretmeni olarak atanan Carla Nowak’ın bir yandan okul sistemine, bir yandan bazı meslektaşlarına, bir yandan da velilere karşı verdiği mücadeleyi perdeye taşıyor. Zira Nowak’ın önemsediği en önemli değeri öğrencileridir. Ne yazık ki Nowak, okulda yaşanılan bir hırsızlık nedeniyle idarenin yaptığı soruşturmanın öğrencilerine zarar verdiğini düşündüğü için kendince çözümler arıyor. Bu çözümler ise daha başka sorunları doğuruyor. Ve işler içinden çıkılmaz bir hâl alıyor. Günün sonunda tüm yaşanılanların sonu ülkenin sorunlarının bir tezahürüne dönüşüyor. Irkçılık başta olmak üzere Alman toplumunda zuhur eden her şey okulun dört duvarı arasında da yaşanıyor. Özellikle Türk asıllı olduğu için haksız yere hedef gösterilip ifşa edilen Ali isimli öğrencinin durumu Nowak’ı, kariyerini tehlikeye atacak hamleleri yapmaya zorluyor. Başarılı kurgusu ile velilerin ve öğrencilerin de dahil olduğu tüm bu kaos ortamında yaşanılanların etkisini bir kat daha arttıran filmin finali de takdire şayan. Tüm soruları yanıtsız, tüm önyargıları karşılıksız bırakan final, üzerine düşünmek isteyenlere genişçe bir alan açıyor. Özellikle benim gibi öğretmen olan seyircileri çok daha fazla etkileyecek olan filmin diğer gösterimini kaçırmamanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
Bir Gün 365 Saat (Yön. Eylem Kaftan, 2023)
Birçok başarılı belgesel filme imza atan Eylem Kaftan, yine bir belgesel olan Bir Gün 365 Saat isimli filmiyle 30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali ulusal yarışma filmlerinden biri olarak dün gösterildi. Bu yıl Saraybosna Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan belgesel, ülkemizde ise ilk defa Adana’da görücüye çıktı. Belgesellerinde oldukça önemli, toplumun kanayan yaralarına eğilen Kaftan, Bir Gün 365 Saat’te ise ailelerinden küçük yaşta cinsel istismar ve şiddet gören üç genç kadınla zaman geçiriyor. Özgürlük yolculuklarında bir şekilde yolları kesişen ve yaşadıklarıyla yüzleşebilme, babalarını dava edebilme, yeni bir hayata başlayabilme gücünü birbirlerinden alan Asya, Reyhan ve Leyla’nın hikâyesi seyircinin yüreğinde derin bir sızı bırakıyor. Lakin bu üç genç kadının yaşadıklarını bilmek buna yetiyor. Keza Kaftan filmin hiçbir anında gereksiz ajitasyona, duygusal yükselişlere başvurmuyor.
Kadınların hukuki süreçlerinin filmde oldukça öne çıkması en önemli ayrıntılardan. Zira film, sadece bunları yaşayan bireyler var demekle yetinmeyip, aynı şeyleri yaşayıp da susan, korkan, kendine güvenemeyen birçok insana umut ışığı da oluyor. Kaftan, belgesel ile kurmaca arasındaki belirgin çizgiyi bulanıklaştıran bu yapımıyla ülke sinemasının son yıllarda yükselişe geçen belgesel türüne de yeni bir soluk getiren isimlerden biri oluyor. Bir Gün 365 Saat için tıpkı bir kurmaca filmmişçesine satır satır senaryo yazan yönetmen, yine de bu genç kadınların diyaloglarına filmin hiçbir anında müdahale etmediğini dile getiriyor. Her şeyden öte istismarın hangi türünü yaşarsa yaşasın mücadele etmenin önemini her bir anında hissettiren ulusal yarışmanın bu tek belgeselin ayrıca değerli bir yerde durduğu yadsınamaz.
Carmen (Yön. Carlos Saura, 1983)
Romantizm akımının en önemli temsilcilerinden biri olan Prosper Mériméee’nün aynı adlı eserinden uyarlanan Carmen, İspanyol yönetmen Carlos Saura’nın ellerinde adeta bir müzikal şölene dönüşüyor. Cannes Film Festivali takipçilerinin yakın tarihten hatırladığı film 1983 senesinde Altın Palmiye için yarıştı. Ancak Sanatsal Katkı ve Teknik Büyük Ödül’ünün sahibi oldu. Bu yıl da Cannes’da klasikler bölümünde gösterilen Carmen, restore edilmiş versiyonuyla sinema tarihine nostaljik bir armağan sunmuş oldu. Üstelik Carmen’in restorasyonlu versiyonu Türkiye’de ilk olarak Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nde seyirciyle buluştu.
Güzelliği dillere destan Carmen bağımsız, uçarı, özgürlüğü için mücadele veren genç bir kadındır. Dans gösterisi için başrolünü bir türlü bulamayan Antonio, Carmeni görür görmez etkilenir. Ancak Carmen başrol için henüz hazır değildir. Provalar esnasında ilişkileri başlayan ikili tutsaklığın vazgeçilmesi en zor versiyonu olan aşk gerçekliğine tutulur. Kendisinden asla taviz vermeyen Carmen hem hırslı hem de kırılgan bir kız çocuğu gibi dişiliğini dans figürleriyle sergilemeyi öğrenir. İspanyol folk kültüründen ayrı bir yeri olan flamenkoyla perçinlenen Antonio- Carmen aşkı sonu olmayan bir destana dönüşür. Prosper Mériméee’nin yarattığı Carmen- Don José’nin ölümsüz aşkına yeni bir soluk getirir. Kitaba sadık kalarak hikâye çatısını dans gösterimleriyle paralel işleyen Carlos Saura, yedinci sanatın en özgül kodlarını kullanmayı bilen nadir yönetmenlerden biridir. Edebiyat, müzik ve tiyatroyu aynı potada eritir. Her bir sahne gerçeklik algısıyla oynarken bu arada kalmışlığı titiz bir anlatımla işler. Filmdeki devinimleri ve olay örgüsünü dans sahnesine mi yoksa hayatın genel akışına mı ait olduğunu seyirciye tam olarak vermez. Her bir sahne alabildiğine sinematik dokunuşlarla harmanlanmıştır.
Kötülük Diye Bir Şey Yok / Evil Does Not Exist(Yön. Ryūsuke Hamaguchi, 2023)
Spinoza Etika’da varlığı saf ontoloji olarak ele alır. Bir insanın iyi ya da kötü olması için öncelikle var olması gerekir. Kötülük kavramı bir duygu olarak insanda organik olarak bulunur ve yaşattığı durumu bireyi pasifize ederek edilgen yapar. Evil Does Not Exist tam da bu hususta iyi bir karakterin kötü birisi olma yolculuğuna odaklanır. Kötülük Diye Bir Şey Yok olarak Türkçe’ye çevrilen film alt metninde Spinozayı ilmek ilmek işler. Kötülüğün doğasına objektif bir şekilde ışık tutmayı hedefler bunu yaparken de seyirciyi güvenli limanlarda yüzdürür.
Drive My Car (2021) ile sinema dünyasının yakın markajına giren Ryūsuke Hamaguchi, iki yıl aradan sonra filmografisine yakışır bir filmle geri döner. Küçük bir köy olan Harasawa doğal güzellikleriyle ve saf su kaynağıyla Japonya’nın saklı güzelliklerinden biridir. Rant sağlamak amacıyla bu doğal bölgenin tahrip edilmesine ne yazık ki hiç geç kalınmaz. Doğayla iç içe motivasyonuyla harekete geçen bir firma Harasawa’ya Glamping adında kamp merkezi inşa etmek ister. Ancak bu proje hayata geçerse tüm kasabanın temiz su rezervleri zarara uğrayacaktır. Kapitalizmin her sorunu maddi vaadlerle çözme planı idealist bölge halkı tarafından sekteye uğrar. Harasawa’ya elçi olarak gönderilen ajans çalışanları sivil halkın soruları karşısında yaptıkları işe kuşku duymaya başlar. Kısa bir süre sonra taraf değiştiren görevliler Harasawa’nın önde gelen isimleriden Takumi’ye misafir olur. Ancak Takumi’nin doğal kaynaklardan daha önemli bir sorunu daha vardır. Küçük kızıyla birlikte yaşayan genç adam hem kasabasını, hem kızını hem de ormanın asıl sahipleri olan geyikleri kurtarmak için mücadele etmek zorunda kalacaktır.
Film baştan sonra haklının yanında yer alan bir anlatı sunmaktadır. Kötülük diye bir şeyin bazı durumlarda nasıl ortaya çıktığını da bu bağlamda eleştirel bir üslupla seyircinin merhametine bırakır. Evil Does Not Exist tüm önerileri dikkate alarak okunmaya çalışıldığında asla mutlu son vadeden bir film değildir. Seyirciyi aktif bir konjonktürde yakalamayı ve olayları çözümlemesini hedefler.
Fani Dizeler /Terrestrial Verses (Yön. Ali Asgari ve Alireza Khatami, 2023)
Fani Dizeler (2023), okul öğretmenlerinden bürokratlara kadar çeşitli toplumsal otoriteler tarafından kendilerine dayatılan kültürel, dini ve kurumsal kısıtlamaları aşmaya çalışan her kesimden insanı takip eden bir İran yapımı. Yönetmenliğini Ali Asgari ve Alireza Khatami’nin yaptığı film, izleyiciyi rahatsız edici bir görüşte duran bir röportajcı/sorgulayıcı rolüne koyarak, dokuz farklı hikâyeye değiniyor. Bu hikâyelerin ortak noktası ise bu insanların içinde yaşadıkları ülkenin gerici rejimi. Hikâyeler sonunda aynı kurumsal haksızlıklar ve yolsuzluklar dizisi içinde dönüp durarak, hiçbir çıkış yolunu önermeden, hatta belki de neredeyse kıyametvari bir çerçeve içinde düşünmeye itiyor bizleri.
Fani Dizeler‘in büyük bölümünü oluşturan dokuz bölüm, görüntü yönetmeni Adib Sobhani tarafından sıkışık 4:3 formatında, gri ve mavi tonlarında mat bir renk paleti kullanılarak çekilmiş. Bu kutu şekli, İran teokrasisindeki yaşamın sıkışmışlık ve kapalılığını göstermede bir araç niteliğinde. Yeni bir şey söylemeyen fakat olanı en doğal şekli ile karşımıza koyan bir yapım Fani Dizeler.
Magus Baba’nın Mavi Maymunu (Yön. Rumeysa Bora, 2023)
Bu yıl Altın Koza’nın Öğrenci Kısaları seçkisinden parıl parıl parlayan bir animasyon. Rumeysa Bora’nın yönetmenliğini yaptığı film, modern dünya ile geçmişin bağını diktiği oyuncaklarla devam ettiren yaşlı bir oyuncak ustasının hikâyesini konu ediniyor. 7 dakikalık süresi içinde devamlı gülümsediğim ve daha uzun sürsün istediğim bir yapımdı. Türkiye’de animasyon türü altında çok az yerli yapım görüyoruz. Magus Baba’nın Mavi Maymunu, hem teknik açıdan gözüme hitap eden, hem de yaydığı sıcaklık açısından kalbime dokunan bir kısa film oldu.