31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Belgesel Yarışması seçkisini izleyip değerlendirdiğimiz günlüklerin ikincisiyle karşınızdayız. Festivalin dördüncü günü seyirciyle buluşan Şehir ve Mesih ile Zamanın Kıyısında Sınav ile ilgili izlenimler sizlerle.
Şehir ve Mesih (Yön. Aylin Kuryel ve Raşel Meseri, 2024)
Kuryel ve Meseri ikilisinin ortaya koyduğu birçok özgün işten sonuncusu olan Şehir ve Mesih, 17. yüzyılda İzmir’de yaşayan Sabetay Sevi isimli Yahudi bir hahamın kendini Mesih ilan etmesiyle tüm dünya üzerinde yarattığı etkiyi hatırlatıyor. Hafıza meselesiyle hayli ilgili olan yönetmenler, yine buldukları küçücük bir nesneden sadece Sevi’nin geçmişte yaptıklarına, onun nasıl biri olduğuna değil tüm Yahudi toplumunun yaşananlardan nasıl etkilendiğine kadar geniş bir yelpaze sunuyor.
Belgeselin büyük bir bölümü, yakın bir zamanda restore edilen Sevi’nin evinin çevresindeki dükkânların önüne yerleştirilen kameranın kadrajına girenlerin görüntüleriyle ilerliyor. Daha önce de kullandıkları bir biçimsel tercih olarak ekranı ikiye bölen yönetmenlerin bir diğer kamerası ise her şeye tanrısal bir yerden bakan dron oluyor. Ses bandında ise dükkânların sahipleriyle yapılan röportajlar akıyor. Böylece belgesel; yıllardır esnafın karşısında tüm heybeti ve gizemiyle duran evi, nasıl bir açıyla gördüğünü ve o ev özelinde Sabetay Sevi hakkında nasıl şeyler düşündüklerini aktarıyor. Film ekibinin evin içine bile girmesine izin verilmemiş olması tüm saklı yanlarıyla evi ve ev özelindeki karakteri bir arzu nesnesine çeviriyor. Kameranın her açıdan gözetlediği, bir an bile gözünü alamadığı ev; farklı bakış açılarından bakılan ve farklı farklı bireyler tarafından tanımlanan bir konumda. Sevi’nin evi, bir nevi Sevi’nin metaforu görevini üstleniyor. Klasik konuşan kafalar belgesellerinin yaptığı gibi röportaj yapılan kişilerin kafaları değil de bakış açılarının perdede yer bulduğu belgeselin en ilginç yanı ise Yurttaş Kane (1941) anlatısına benzer bir anlatım tercih etmesi oluyor. Evin yani Sabetay Sevi’nin herkes tarafından farklı bir şekilde tanımlanması; mevzuya derinlik katan en önemli tercih. Yüzyıllar öncesinde yaşamış bir kişiden bahsedildiği için efsaneleşen ve büyük bir gizem barındıran meseleyi, herkesin inanmak istediği gibi kurgulayıp anlatması Sabetay ile Kane’i ortak bir noktada buluşturmuyor değil.
Kısıtlı materyal ile özgün fikirlerin peşine kapılan Kuryel ve Meseri veya Kuryel ve Yücel (Fırat) ikilisinin yaptıkları işleri merakla beklememek elde değil.
Zamanın Kıyısında Sınav (Yön. İlkay Nişancı, 2024)
Türkiye’de, 6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde saat 04.17’de 7,7 büyüklüğünde, Elbistan ilçesinde ise aynı gün saat 13.24’te 7,6 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Deprem birçok il ile birlikte Hatay’ı özellikle de il merkezi Antakya’yı etkilemişti. Tabiri caizse Antakya yerle yeksan olmuştu. Deprem, etkilediği her yerde çok büyük bir yıkım gerçekleştirmiş, ülke tarihinin en büyük felaketlerinden biri olarak kayıtlara geçmişti. Bu felaketin elbette belgeseli, kurmaca filmi çekilecek, hakkında ağıtlar, şiirler, romanlar yazılacaktı. Fakat sıcağı sıcağına henüz molozlar kalkmadan yapılacak ilk şeylerden biri yaşananların kayıt alınmasıydı. Nişancı ise bu kaydı, depremin en çok yara almış, devlet tarafından en çok yok sayılmış, kendi kaderine terk edilmiş yerlerinden biri olan Antakya’da alıyor. Fakat böylesine büyük bir yıkımı her yönüyle kayıt altına almaktansa tek bir noktasından büyük çerçeveyi yansıtmak gibi oldukça isabetli bir kararla harekete geçiyor. Nişancı, kamerasını yıkılmış okullara, moloz altında parçalanmış ders kitaplarına, enkazların gölgesinde ders çalışarak yakında gerçekleşecek üniversite sınavına hazırlanan gençlere ve onlara karşılıksız ders veren öğretmenlere çeviriyor.
Belgesel, bir yandan henüz yakınlarını gömemeden ders çalışmak, sınav kaygısı yaşamak zorunda kalan bu ülkenin gençliğinin duygularını dinletip bir yandan da enkaz altındaki şehri izleterek seyirciye oldukça zor bir deneyim yaşatıyor. Lakin belgesel bundan çok daha ötesini yaparak karşı tarafın yani depremi deneyimlemeyen ülke sakinlerinin davranışlarını da sorgulatıyor. Daha önce üniversite sınavlarında çıkan soruların sahne geçişlerinde belirdiği belgeselde 2021 yılında Türkçe bölümünde sorulan bir soru, tüm belgeselin odak noktası oluyor: Uygar kayıtsızlık. Bireylerin veya toplumların, bir konuya ya da duruma karşı bilinçli olarak ilgisiz, tepkisiz kalmaları olarak özetlenebilecek uygar kayıtsızlık; 6 Şubat depreminden sonraki toplumun haletiruhiyesini oldukça güzel özetliyor. Bir yanda enkaz altında, yokluğun ortasında yapayalnız bırakılan bir toplum; diğer yanda tüm bu acılardan azade sıcak yuvasında ahkâm kesen, yargı dağıtan veya tüm yaşananları görmezden gelen bir diğer toplum. Arada kalan ise bu ülkenin geleceği gençlerimiz… Nişancı, deprem sonrası çekilen ilk belgesellerden birinde derin bir sorgulamayı seyircinin zihnine nakşetmeyi başarıyor.