33. İstanbul Film Festivali, merakla beklenen Altın Lale ödüllerinin dağıtılması ile sona erdi. Uluslararası yarışmada, Blind (Körlük) en iyi film, Papuzsa (Taş Bebek) de jüri özel ödülünün sahibi oldu. On filmin yarıştığı İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma bölümüne gelirsek, zafer Tayfun Pirselimoğlu’nun Ben O Değilim filminin oldu. Bu yıl yarışma filmleri seçkisinin güçlü olduğunu söylemek zordu. İtirazım Var, Sesime Gel, Bir Varmış Bir Yokmuş, Ben O Değilim ve Silsile vasatı aşan filmler olurken, diğerleri – ki aralarında bir Reha Erdem filmi de var- oldukça zayıf ya da başarısız denemelerden oluşan yapımlardı. Bu yılın ödüllerine ve ulusal yarışma filmlerine bakacak olursak;
Şarkı Söyleyen Kadınlar için Reha Erdem’in yol kazası diyebilirim. Yönetmen, Büyükada’da yarattığı mistik atmosfer ve özenli kadrajlarıyla işin teknik kısmını yine mükemmele yakın oranda aşarken, derdini ise bu defa anlatamamış. Çünkü Reha Erdem’in derdini anlatmak gibi bir derdi yok. Kendi bilinçaltını, felsefesini, inancını beyaz perdeye taşıyor. Bunu başardığı zaman Kosmos (2009) gibi büyük; başaramadığında ise Şarkı Söyleyen Kadınlar gibi izlemesi epey sabır isteyen bir film ortaya çıkıyor ve uzun yıllardan sonra bir festivalden sadece En İyi Kurgu Ödülü ile dönüyor Reha Erdem.
Bana göre, yarışmanın ikinci hayalkırıklığı ise Levent Semerci. Popülist final sahnesi haricinde oldukça beğendiğim Nefes Vatan Sağolsun (2009)’dan sonra ikinci filmini merakla bekliyordum. Ancak Ayhan Hanım, gereksiz ve aynı zamanda başarısız bir denemeden öteye gidemiyor. 12 Eylül’ü bir hastane koridorunda ölümle yaşam arasındaki apolitik bir kadının ağzından, ağdalı ve şiirsel bir üslupla anlatan, anlattıklarını da büyük oranda modern dans, kimi zaman da tiyatro sahnesi olarak görsele dönüştüren bir Levent Semerci vardı Ayhan Hanım’da. 1 Mayıs 1977’yi canlandırmak için Eskişehir’e kurulan Taksim Meydanı platosunun ne denli başarısız olduğunu, bu sahne birkaç saniye kullanılmış olsa da anlıyorsunuz. Bu da, Ayhan Hanım’ın dilinin, baştan ortaya çıkmış yaratıcı bir fikir değil, filmi kotarmak için bir “b planı” olduğu algısını uyandırıyor. Ayrıca “ O çocukların hiçbir suçu yoktu hepsi pırlanta gibiydi” mottosu ile oluşturulan senaryo, 12 Eylül gibi bir çok dinamiğin sonucunda oluşmuş çok acı bir süreci anlatmak için yetersiz, apolitik ve fazla duygusal.. Ayhan Hanım karakterini canlandıran Vahide Perçin ise sağlık sorunlarıyla mücadele ederek, üç buçuk yılda tamamlayabildiği rolünde çok iyi bir performans sergiliyor ve aldığı En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü sonuna kadar hakediyor.
Kenan Korkmaz’ı Antalya Altın Portakal’da birkaç yıl önce, yönetmenliğinin yanında senaryosunu yazıp görüntü yönetmenliğini de yaptığı Lüks Otel(2011) filmiyle tanımıştım. Lüks Otel, çok zayıf bir senaryoya rağmen müthiş kadrajları ve ışık kullanımı ile dikkatimi çekmişti. Keza en iyi görüntü yönetimini de aldı o yıl Altın Portakal’da. İstanbul Film Festivali’nde ise ikinci filmi -Gittiler Şair Ve Meçhul- ile çıktı seyirci ve jüri karşısına. Bu sefer Lüks Otel’e göre, en azından bir hikaye var ama ilk filminde Nuri Bilge Ceylan standartlarına yaklaşan görüntü yönetimi sıradanlaşmış. Biri Mardin’de sıkışıp kalmış, Stockholm hayalleri kuran, diğeriyse, Stockholm’de mutlu olamamış Mardin’e hasret duyan iki Süryani kardeşin hikâyesi, kağıt üzerinde iyi bir çıkış noktası gibi gözükse de, Kenan Korkmaz’ın kardeşleri eşzamanlı anlatmak yerine iki ayrı bölümde anlatmasına, zayıf senaryonun da eklenmesi, seyri hayli zor ve vasatın altında bir film kılmış Gittiler Şair Ve Meçhul’ü.
Vasatı bulamayan filmlerden biri de Kumun Tadı. Yönetmen Melisa Önel, sahil kasabasında kurduğu karamsar, İskandinav sinemasını anımsatan ve izleyiciyi her an gerçekleşebilecek bir trajedi beklentisine sokan atmosferi oldukça başarılı bir şekilde oluşturmuş. Ancak bu temeli attıktan sonra binayı başarılı bir şekilde inşa edememiş. Karakterler öylesine yüzeysel ki, Timuçin Esen – Mira Furlan aşkı inandırıcı, insan kaçakçılığı dramatik, mültecilerin yaşadıkları sarsıcı olamıyor.
İtirazım Var ile birlikte yarışmanın festival filminden çok ticari sinemaya yakın duran iki filminden biri olan Silsile’yi ise beğendim. Film boyunca süren silahla alıkoyma bize Serdar Akar imzalı Barda(2006) ‘yı çağrıştırsa da Barda’nın başaramadığı tempo sorununu Ozan Açıktan’ın kısmen de olsa başardığını söyleyebiliriz. Ayrıca oyunculukların çok başarılı olduğu filmde, Özellikle Tardu Flordun, Serkan Keskin’in Selman İmam’ına denk gelmeseydi En İyi Erkek Oyuncu Ödülü ile dönebilirdi festivalden. Görüntü yönetmeni Ahmet Sesigürgil ise dar mekanlara ve yakın planlara rağmen hatasız ve temiz işiyle, Silsile’ye festivalden eli boş ayrılmamasını sağladı.
Kazım Öz yıllar geçti hâlâ Bahoz (2008) ile anılmaya devam ediyor. Bir Varmış Bir Yokmuş (He Bu Tune Bu), başarılı bir belgesel ama Bahoz’u unutturacak kadar güçlü bir film değil. Mevsimlik işçi olarak, Ankara’ya marul tarlasında çalışmaya gelen bir aile ile yola çıkıyoruz Batman’dan. Ancak, Kazım Öz, bundan önce filmi, üst gelir grubu, Beyaz Türk bir ailenin market sepetine marul koymasıyla açıyor. Bu demode anlatı, beni didaktik bir film izlemeye hazırlarken,beklediğim olmuyor. Öz’ün kamerası, Kürt ailenin peşinde, tarlaya, aile meclisline, hatta özel hayatlara giriyor. Yönetmen, birkaç soru sormak dışında hiç bir müdahalede bulunmuyor. Kamerası işçilerle birlikte güne başlıyor, mola veriyor, geceleri onların barakalarında kalıyor ve böylece yalnızca bir belgesel değil, etkili bir drama çıkıyor ortaya. Yine de seyircinin marul tarlasında sömürülen emekçi Kürt’leri anlaması için, başta ve sonda, zengin Türk ailesinin market alışverişini göstermenin gerekli olmadığı düşüncesindeyim. Bir Varmış Bir Yokmuş 33. İstanbul Film Festivali’nde Fipresci Ödülü’nün sahibi oldu.
Sesime Gel (Were Denge Min) ’de nine torununa bir masal anlatıyor, dengbejler* ise bu nineyi anlatıyor; oğlu Temo’yu askerlerin gözaltına aldığı, 8 yaşındaki torunuyla bir başına kalan, komutanın oğlunu bırakmak için istediği, -olmayan- bir silahın peşine düşen Berfe Nineyi… Hüseyin Karabey de masalla iç içe geçmiş bu hikâyeyi resmediyor. Oysa Kürt coğrafyasındaki öyküler, masallar gibi mutlu sonla bitmezler pek çok zaman. Buna rağmen Karabey naif, masalsı duygusal bir anlatımda ısrar ediyor. Ancak yer yer özellikle de asker baskısını anlattığı sahnelerde bu anlatımdan vazgeçiyor ve oldukça gerçekçi ama bir o kadar sert bir tavırla lafını esirgemiyor. Bu da yönetmenin film boyunca tutarlı bir dil tutturamadığı sanrısına yol açıyor izleyicide. Hüseyin Karabey, bir halka uygulanan sistematik zulmü, bir tilki masalıyla paralel anlatmayı deneyerek zaten omuzlarına oldukça ağır bir yükü ve bu yükün altında kalma riskini de alıyor ama ezilmiyor. Tekrarlara da düşse, asker baskısını anlatma uğruna masalsı anlatımından taviz de verse, Karabey, hikâyesini belli ölçüde bir başarıyla anlatıyor. Sesime Gel festivalden, En İyi Müzik Ödülü, Radikal Halk Jürisi Ödülü ve Cineeuropa.org Ödülü ile ayrıldı.
İtirazım Var, ulusal yarışmada izlediğim dokuz film arasında en beğendiğim oldu. “Türk işi Sherlock Holmes” İmam Selman Bulut, camisinde işlenen cinayeti çözme işini polise bırakmadığı gibi, din tacirlerinden, bankalara, kapitalizmden siyasi islama, iktidardan diyanete kadar birçok kesime lafını dokunduruyor. İhsan Eliaçık kaleminden çıkan vaazlar ve Sırrı Süreyya Önder – Onur Ünlü ikilisinin senaryosu, filmi basit bir polisiyeden çıkarıp Kültür Bakanlığı’nı +18 yaş sınırı uydurmak zorunda bırakan politik bir filme dönüştürüyor. Geçen yıl Sen Aydınlatırsın Geceyi(2013) ile Altın Lale’ye uzanan Onur Ünlü bu yıl da En İyi Yönetmen Ödülü’nün sahibi oldu. Serkan Keskin’in aldığı En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’ne ise filmi izleyen hiç kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum.
Gelelim bu yıl Altın Lale’yi kazanan Ben O Değilim’e… Başkasının yerine geçme, ya inandırıcılığı dert etmeyen komedilerin ya da Face Off (1997) gibi bilim-kurguların sevdiği bir tema. Tayfun Pirselimoğlu, psikolojik draması Ben O Değilim’de, başkasının yerine geçme hikayesini, önceleri metafor olarak kullanıyor hissine kapılıyorsunuz. Sonra film Aaah Belinda( 1988)vari bir fanteziye evriliyor. Pirselimoğlu bir noktadan sonra öykünün mantıklı ve inandırıcı olup olmamasını dert etmiyor. Sadece Necip’e dönüşen Nihat karakterinin psikolojisi ile ilgilenmemizi istiyor. Ve bu konuda en büyük yardımı müthiş performansıyla Ercan Kesal’dan alıyor. Ancak, Maryam Zaree’nin yapay diyalogları ve Kesal’a ayak uyduramayan oyunculuğu filme zarar veriyor. Ben O Değilim, En İyi Film Ödülü’nün yanı sıra En İyi Senaryo Ödülü’nü almış olsa da çok iyi bir senaryo ile karşı karşıya olduğumuzu düşünmüyorum. Ancak jüri de haklı, Türk Sineması’nda senaryo ödülü vermek için mükemmellik değil “kötünün iyisi” aranmak zorunda. En İyi Müzik Ödülü’nü de Sesime Gel ile paylaşan Ben O Değilim, birçok anlamda yarışmanın öne çıkan filmlerinden biriydi. En İyi Film Ödülü de dahil aldığı ödüllerin haksız olduğunu düşünmüyorum.
*Köyden köye, şehirden şehire göç ederek yaşayan, hayatını söyledikleri türküler ve anlattıkları hikayeler sayesinde kazanan Kürt ozanlar
Not: 10 Ulusal Yarışma filmi arasındaki, Deniz Seviyesi, izleyemediğim için bu değerlendirmeye dahil edilmemiştir.