İstanbul Film Festivali, bu yıl yine sinemaseverlerin iştahını kabartacak filmlerle 4-19 Nisan arası hayata film molası verdirtiyor. Bu 15 günlük maratondaki ilk izlediğim film Court (2014); iyi kurgulanmış, iyi oynanmış ve aldığı pek çok uluslararası ödülün boşuna olmadığının ispat eden şahane bir -adından da anlaşılacağı üzere- mahkeme filmi.
Court, Hindistan’ın hukuk sistemini bir intihar vakası üzerinden çok yönlü olarak eleştiriyor. Yaşı 70’i aşkın bir halk şarkıcısı, çıktığı sahneden söylediği şarkılarla bir işçiyi intihara teşvik etmekle suçlanıyor. Dava süreci devam ederken davanın neden var olduğunu bile anlayamayan biz izleyiciler, türlü ‘teoriler’ ve akla gelmeyecek suçlamaları hem şaşkınlık hem de tanıdıklık hissiyle seyrediyoruz.
Davadaki tüm tarafların hikâyelerinin dağılmadan anlatıldığı filmde, başta aile yapısındakiler olmak üzere Hint-Türk kültürü arasındaki benzerlikler izleyicilerde hoş bir tebessüm bırakıyor. Günümüzün klasikleşen “Ne zaman evleneceksin oğlum sen?” sorusuna maruz kalan Hintli avukatı anlamamız da, kariyerinin en parlak yerinde olan savcı kadının evdeki anne rolünü kimselere bırakmamasına baş sallamamız da bu yüzden.
Bunların yanı sıra hukuk sisteminin 1800’lerden kalan yasalarını, hiçbir sakınca görmeden dayanak olarak sunan savcı ve buna itiraz etmeyen hakimin karşısındaki avukatın çaresizliğini en iyi anlayacak kişiler bu topraklarda yaşayanlardan başka kim olabilir ki?
Sahi bu dava Türkiye’de görülseydi filmdekine çok benzer bir senaryoyla bitmesi ne kadar uzak bir ihtimaldi? İşte bunu hissettiğimiz ve bildiğimiz için salondan hem mutlu hem de biraz buruk ayrılıyoruz.