Bu yazı filmin sürpriz gelişmelerini ele vermektedir.
Toronto Film Festivali’nde prömiyerini yapan 180 Degree Rule, ocağın üzerinde kaynamakta olan sütün taşmasıyla başlar. Kadının bir anlık dalgınlığı sonucu süt cezveden taşar ve tüm ocak kirlenir. Ardından gelen sahnede ise hâlâ ocağı görürüz. Kadın istemeden gerçekleşen bu olay sonucu kirlenen ocağı temizlemeye çalışır. Peki, gerçekten ocak tamamen temizlenir mi? Ya da bu ocağı temizlemek kadının görevi midir? Peki, sütün taşmasında kadının nasıl bir suçu olabilir? Bu soruların hepsi birazdan izlenecek hikâyede farklı şekillerde de olsa sorulmaya devam eder. Tüm sorular yine “kadın” ile başlayacaktır zira. Farnoosh Samadi’nin ilk uzun metrajlısı olan 180 Degree Rule, İran toplumunda kadının konumunu ve yaşadığı sıkıntıları eşsiz bir hikâye ile perdeye yansıtmaktadır.
İran Sineması bin bir türlü hikâyeyi bünyesinde barındıran eşsiz bir vaha adeta. Yıllardır matruşka gibi içinden çıkardığı senaryolarla büyüyen, büyüdükçe de daha da eşsizleşen bir yapıya sahip. Bu zenginliği ne ülkede hâkim olan baskıcı ortam ile ne de şeriat düzeniyle açıklamak yeterli olur. Zira şeriat kurallarının uygulandığı, diktatörlükle yönetilen birçok ülkede böylesine güçlü bir sinemaya rastlamak mümkün değildir. Tabii İran topraklarının geçmişte Pers Uygarlığı gibi bir medeniyete ev sahipliği yaptığı unutulmamalı. Muazzam bir medeniyet, bu medeniyetin üzerinden yüzyıllar boyu şekillenen bir kültür. Böylesine bir birikimin üstüne tepeden inen bir baskıcı rejim ve tüm bunlarla harmanlanan bir sinema… Bu sinemanın odağında ise genelde toplumda en çok zarar gören kadınlar ve çocuklar vardır. İran Sineması’nı kadın ve çocuk olmadan düşünmek neredeyse imkânsızdır. Samadi de yine bu ikisi üzerinden kuruyor hikâyesini. Tüm istekleri ve hayalleri bir erkeğin iki dudağı arasında olan iki ezilen vardır karşımızda. Biri kadın biri henüz çocuk… Üstelik bir süreliğine eşlik edeceğimiz çekirdek aile de geniş aile de İran şartlarına göre oldukça moderndir. Sara (Sahar Dolatshahi), bir ortaokulda öğretmenlik yapmaktadır. Araba süren, bakımıyla ilgilenen ve işinde de öğrencileri arasında oldukça popüler bir kadındır. Fakat gerek ekonomik durum gerek eğitim seviyesi ne olursa olsun yıllardır İran’da uygulanan şeriat kuralları tüm toplumun üzerine sinmiş durumdadır. Daha ilk sahnelerden kocanın karısına adeta yokmuş gibi davranması, yüzüne bile bakmaması gözlerden kaçmaz. Sonra da çocuğunun basit bir soğuk algınlığını bahane ederek Sara’nın kızıyla birlikte kuzeninin düğününe izin vermediğine şahit oluruz. Üstelik Sara’nın bunu ne kadar istediğini, kızının ise günlerdir düğün için hazırlık yaptığını bilmesine rağmen. Ve ne yazık ki bu süreç, mecburi yalanları, uzun sessizlikleri ve nihayetinde büyük yıkımı getirir.
İran sineması yalanların, mahkeme salonlarının da en çok yer bulduğu sinemalardan biridir. Bunun nedeni de çok açık değil midir? Baskı ve yasağın olduğu yerde yalanlar, suçlar, ihanetler de art arda gelir. Sara da en doğal hakkını kullanmak için yalana başvurur. Ve kocasının kesinlikle izin vermediği yolculuğa çıkar. Ne var ki adeta masallardan esinlenmiş, rüya gibi bir düğünün ertesi günü hayat kâbusa döner. Sara bu dünyada yaşanabilecek en büyük acıyı yaşar. Fakat başladığı yalanın devamını getirmek zorunda olduğu için yasını bile yaşayamaz. Çünkü eğer ki doğruyu söylerse başına gelecekleri çok iyi biliyordur. Ailesini de ikna ederek her ne olursa olsun yalanı devam ettirmeye karar verir. Peki, nereye kadar?
Bugüne kadar beyazperde defalarca evlat acısı yaşayan ebeveynlere ve bu kayıp sonucunda yaşanılan yas sürecine odaklanan filmlere ev sahipliği yapmıştır. Kimi yaşadığı şehri terk ederek, kimi boşanarak kimi de çok daha başka bir alana ilgisini yönlendirerek acısıyla başa çıkmaya çalışmıştır. Fakat Sara’nın yasını yaşamaktan çok daha mühim bir görevi vardır. Bu göreve öyle bir odaklanır ki gözlerinden bir damla yaş bile süzülmez. Zira aklı da fikri de yeni yalanlar bularak üzerine yıkılacak suçlamalardan kurtulabilmektedir. Ne var ki Sara, yalanlarla yol almaya çalışsa da bunun işe yaramadığını görünce bir diğer silahını kullanır. Suskunluk… İran’da bir kadının kullanabileceği en büyük silahtır suskunluk. Zira ne dese ne söylese kar etmeyecektir. Zaten öğrencisi konuşamadığı için ölmemiş miydi? Sara, “adalet” karşısında da bu yüzden susmayı tercih eder. Çünkü adaletin kimin için işlediğini çok iyi bilir.
Bir üçlemenin ilk halkası olan 180 Degree Rule’un farklı türlerle hemhal olduğu gözlerden kaçmaz. Filmin her anında bir tedirginlik duygusu kendini hissettirir. Özellikle düğün sürecindeki atmosferin yer yer korku-gerilim türünden beslendiğini pekâlâ söyleyebiliriz. Burada önemli olansa Samadi’nin bunu çok iyi kotarmasıdır.
Samadi’nin yazdığı senaryo da adeta ustalık işidir. Zira Samadi, özellikle Ali Asgari ile yaptığı ortaklıklarda çok başarılı işler ortaya koymuştur. Özellikle Disappearance (2017), Pilgrims (2020), Witness (2020) oldukça başarılı yapımlar olmuş, ödüller almışlardır. Bu nedenle 180 Degree Rule’un senaryo konusundaki başarısı şaşırtıcı değil. Her şey senaryoda tıkır tıkır işler. Fakat Samadi’nin senaryoyu yazarken oldukça ümitsiz olduğunu fark etmemek de pek mümkün değil. Filmde umut veren tek şey Sara’nın erkek kardeşi olur sanırım. Oldukça genç olduğu gözlemlenen erkek kardeş, eğer İran’daki genç nesil erkekleri temsil ediyorsa içimize biraz su serpiliyor diyebilmek mümkün. Fakat gerisi karanlık, umutsuz ve bitkin… Ne diyelim? Umarım Samadi’nin sinemasında kadınların her şeye rağmen hayatta kalıp savaşmaya devam ettiğine de şahit oluruz.