Pierre Lemaitre‘in ödüllü romanından uyarlanan Au Revoir La-Haut (2017), Birinci Dünya Savaşı’nda aynı cephede görev alan Edouard ve Albert’in, siperde başlayıp sonrasında devam eden dostluklarını konu alır. Hiçbir ortak yanı olmayan bu iki insanı bir araya getiren savaş, yol açtığı tüm talihsizliklere rağmen, onları birer can dostuna dönüştürür. Muharebenin en acı yanlarına tanık olan iki asker, ülkeleri gibi yaralarını sarmaya ve yeniden ayağa kalkmaya çalışır.
Paris’e dönerek kendine yeni bir kimlik edinen Edouard’a, Albert ve savaş yetimi Louise göz kulak olur. Burada geçirdiği zaman içerisinde her durumu ve acıyı paraya dönüştürmeye çalışan savaş vurguncularının ölen insanlar üzerinden elde ettiği serveti gören Edouard, ülkesinin milli değerlerini ve savaşta kaybettiklerini sorgulamaya başlar. Üç silahşor gibi birlikte mücadele etmeye karar veren takım, zekice bir plan yaparak yaslı ailelerin anılarıyla dalga geçen ve bunu bir aldatmacaya dönüştüren insanları bularak -kendilerine has bir yöntemle- cezalandırır. Harp çığırtkanlığı yaparak kar elde eden halk düşmanlarının maskelerini birer birer düşürürler.
Tüm film sınıflandırmalarına meydan okuyan Au Revoir La-Haut, komedi ve trajedi arasında gidip gelen üslubu, kara anlatısı ve hayal dünyasını okşayan görüntüleri ile bir yandan da tarihin kapılarını aralamaya çalışır. Yönetmen koltuğunda oturan Albert Dupontel’in, aynı zamanda oyuncu olarak da yer aldığı filmin başrolünü, 120 BPM (2017) ile tanıdığımız Nahuel Pérez Biscayart üstlenir. Başta César ve Lumières olmak üzere pek çok festivalden ödülle dönen yapım, son yılların izlenmesi gereken ilham verici filmlerinden biridir.