Esquire dergisinde 1998 yılında yayımlanan, Can You Say…Hero? başlıklı röportajın yönetmen Marielle Heller’a ilham kaynağı olması ile ortaya çıkan film, özellikle Tom Hanks’in performansı ve bu performansıyla çeşitli ödüllere aday gösterilmesiyle birlikte epeyce sesini duyurdu ve yılın önemli filmlerinden biri oldu.
Renkli ve sıcak dekorlarla süslenmiş bir stüdyoda kapı açılır. Yaşlı bir adam içeri girer; ceketini ve klasik ayakkabısını çıkarıp yeleğini ve spor ayakkabılarını giyer; şarkısını söylemeye başlar. İşte bu sahne, yani otuz iki yıl boyunca sürecek olan Mister Rogers’ Neighborhood adındaki çocuk programının 865 bölümlük serüveninin klasik açılışı, Tom Hanks’in Fred Rogers karakteriyle harika bir şekilde kaynaştığı filmin de başlangıcı olacaktır.
Freud’a göre insanın ilk altı yılı, nasıl bir kişi olacağını doğrudan etkiler. Hayatının ilk yıllarında yaşadıkları bilinçaltını oluşturur ve insan bu bilinçaltı ile hayatı boyunca yaşamaya devam eder. Yönetmen Marielle Heller’ın Lloyd Vogel karakterini işleyişi de tam bu teoriyi destekler niteliktedir. Başarılı bir gazeteci ve aile babası olan Lloyd, başlangıçta mutlu bir hayatı varmış gibi görünse de aslında çocuklukta yaşadıkları hayatı boyunca peşini bırakmaz. Babasıyla yüzleştikçe geçmişini hatırlar, gerilir ve öfkesine sarılır. Kendisini annesine borçlu gibi hisseden Lloyd’un öfkesi, her zorlu anında başvurduğu, beklenmeyen keskin çıkışlarıyla sezilir. Onun bu öfkesini sorgulamasını sağlayacak zıt karakter ise, çocuk programı sunucusu Fred Rogers olur. İki farklı mizacın temsilcileri olarak portrelenen bu iki karakter, bir röportaj vesilesiyle buluşur.
Hayatı Won’t You Be My Neighbor? (2018) belgeseline de konu olan Fred Rogers, çocuklara hayatı sevdirmeyi kendine misyon edinmiş, yaşlı ve naif bir adamdır. Tom Hanks’in Oscar’a aday gösterilen performansıyla filmde can bulan karakter, yavaş ve naif konuşma tonu ile kendisinin ne denli sakin bir yapıya sahip olduğunu film boyunca izleyiciye hissettirir. Onun sınırsız empati yeteneği ve herkesle bağlantı kurabilecek kadar güçlü iletişim becerisi, Tom Hanks’in dingin canlandırmasıyla seyirciye aktarılır. Hatta bu sahnelerdeki yavaş konuşmaları, fazlaca optimist davranışları ve insanüstü sabrı, başlangıçta gerçek olamayacak kadar aşırı görünse de, yönetmen izleyicinin karakteri sorgulamasına imkân vermeden, kafalarda belirecek soruları Lloyd Vogel karakteriyle ona sorarak, aldığı cevaplarla karakterin gerçekliğine izleyiciyi inandırmayı başarır. Onu “dünyanın en iyi insanı” imajından çıkararak öfkelenebildiğini, çocuklarıyla arasının açılabildiğini, “ermiş değil, sadece bir insan” olduğunu izleyiciye benimsetir, soyutluğa doğru yürüyen bir karakteri yaşadığımız dünyaya geri çeker.
Tom Hanks, Rogers’ın naif iletişimini sadece sözlerle ve konuşma tonu ile değil, bakışlarıyla bile izleyiciye yansıtır. Zira filmin bir sahnesinde, Vogel ve Rogers bir dakikalık sessizliğe bürünür ve Tom Hanks neredeyse gözlerini hiç kırpmadan kameraya bakar. Adeta kamerayı delerek izleyiciye ulaşan bakışlarıyla, izleyiciyi de filme katıp bir dakikalığına onlara eşlik etmesini, iç gözlem yapmasını sağlar.
Filmde kullanılan renkli dekorlarla bezenmiş stüdyo, her set sahnesine geçişlerde bizi Lloyd’un zorlu dünyasından çıkarıp oyuncaklarla dolu bir masal dünyasına çeker. Fakat aynı kutunun, Lloyd’un yoğun bilinçaltının, kendisiyle ve şeytanlarıyla yüzleşmesinin tezahürü olarak rüyasında belirmesiyle birlikte, masal dünyasının adeta bir kabusa dönüşümüne şahitlik ederiz. Marielle Heller, zıtlıkları kullanarak yaptığı bu dokunuşlarıyla seyircinin film içerisinde tozpembe bir çocuk dünyasına taşınmasına izin vermez ve izleyiciyi harikalar diyarına taşımaktan kaçarak, gerçekliğe döndürmeyi başarır.
A Beautiful Day in a Neighborhood (2019), ilk bakışta antidepresan niyetine izlenebilecek sadece iyi duyguları betimleyen ve fazlaca iyimserlikle yoğurulmuş bir film gibi görünse de yalnızca pozitiflikleri zincirleme bir şekilde izleyiciye aktarmayı amaçlayan bir proje asla değil. Yönetmen Heller, bunun yerine duyguları tanımanın, yönetebilmenin ve duygusal zekanın önemini, empati ve affetme duygusunun üstün gelmesiyle birleştirerek bu fikri izleyiciye başarıyla aktarır. Zira bu duygular Lloyd karakterinde baskın gelmeye başladıktan sonra hikâye boyunca çeşitli sahnelerde somutlaşarak karşımıza çıkar; Lloyd’un eşi ile bir banktaki samimi diyaloğu, yıllardır affetmediği babası ile karşılıklı söyledikleri sevgi sözcükleri, yeni tanıştığı insanların fotoğrafını çeken Mr. Rogers’ın kapısında yer alacak mutlu bir aile portresi ve son olarak da dergiye kapak olacak kadar başarılı ve yıllar sonra bir filme ilham kaynağı olacak kadar dolu dolu yazılan bir makale oluverir.
Geçtiğimiz yıl Can You Ever Forgive Me (2018) filmiyle ses getiren yönetmen Marie Heller, Amerikalıların çocukluk kahramanını perdeye yansıtarak onlara bir nostalji yaşatırken; bizlere de naif bir çocuk programı sunucusunu tanımamızı sağlar ve Tom Hanks’in bir müthiş performansına daha tanıklık etme fırsatı buluruz.
Burakhan Yanık