Kral Arthur romanslarından belki de en ünlüsü olan Sir Gawain and the Green Knight’ın perdeye uyarlaması olan The Green Knight (2001), romansın ana hatlarına sadık kalsa da son derece modern ve orijinal denebilecek bir anlatıyla perdelere yansır. Ne de olsa onur, erkeklik kodları, medeniyetin ve doğanın çakışması, kimlik ve kimliğin performansı gibi konular üzerine orta çağda ne kadar yazılmışsa günümüzde de bu devam etmektedir. Orta Çağ döneminde bu kavramların içi oldukça doludur, zayıf noktaları ve tutarsızlıkları her ne kadar gözler önüne serilmeye çalışılsa da bahsedilen romansta bu kavramlar oldukça genelgeçerdir ve göz ardı edilmeleri söz konusu bile olamaz. 1990lar ve sonrasında ise artık bu kavramları sorgulamanın çok daha ötesine gidilmiş, içleri tamamen boşaltılana dek irdelenmişlerdir. Anlamsızlıkları tek anlamları haline gelmiştir. Belki de bu yüzden The Green Knight’ın romansı son derece ciddi bir şekilde işlemesi biraz absürt durur. Yeşil şövalyeler, ilginç oyunlar, cadılar, az çok onurlu bir şövalye ve doğaya karşı insan— bu tür bir hikâyeyi ciddileştirmenin kasten olmayan bir komedi etkisi yaratması kaçınılmazdır. Yine de, film somut ve soyutu, gerçek ve mistiği, doğa ve medeniyeti daha bedensel ve atmosferik bir dille karşı karşıya getirerek kaynağı olan efsanenin yıllardan beri tartışılagelen çatışmalarını ve tutarsızlıklarını herhangi bir taraf almadan inceler. Efsanenin gizemlerini çözmeye çalışmaz; aksine, bu gizeme daha da fazlasını ekler.
Gawain, romansın kendisinde de olduğu gibi, mükemmel bir adam değildir; fakat filmde çok daha kusurlu bir karakter olarak ortaya çıkar. Kral Arthur’un kuzeni olan Gawain, daha şövalye olmamış, Arthur’un yeğeni olsa da kendini yetersiz hissetmektedir. Noel günü saraya gelen Yeşil Şövalye’nin oyununa bu yüzden evet der— onunla düello yapacak, ve eğer onu yaralayabilirse aynı yarayı almak için bir yıl sonra onu Yeşil Şato’da bulacak ve sözünü yerine getirecektir. Film Yeşil Şato’ya olan bitmez yolculuğu merkezine alır ve doğanın bilinmezliğini acımasızlığıyla harmanlayarak gerçekle mistiği iç içe geçirir. Pan çekimlerin sıkça kullanılması doğadaki durmak bilmeyen döngüyü vurgular. Gawain ne yaparsa yapsın bu döngü aksamayacaktır ve bunun içinde kendi yolunu bulmak tamamen onun sorumluluğundadır. Gawain ormanda soyulduktan sonra bağlanıp bir ağacın dibinde bırakılır ve o sahnedeki pan bize onun iskelet olmuş, böceklerce yenmiş. halini gösterir— bu oldukça olası bir senaryo olmakla beraber film içinde gerçek değildir, sadece bir olasılıktır. Gawain’in kaderini kabullenip orada yatmaya devam etmesinin sonucudur ki Gawain de bunu hayal ederek yaşam gücünü geri kazanır ve kendini bu sondan kurtarır. Sisler içinde sadece Gawain’in silüeti ve ormanın sonsuzluğu seçilir uzun bir süre. Bu sahneler doğanın birkaç saniye önceki gerçekliğiyle bir tezat yaratır. Doğa artık gerçek değildir, sanki sadece bir histir— tüm ekranı sarıp sarmalayan, hiçliğin içinden bir his.
Kuşkusuz Gawain için de bu öyledir ki bu sekans aynı şekilde hayali olan bir sekansa evrilir. Hiçliğin ortasında bulduğu evde tanıştığı, yine hiçlikten gelmişe benzeyen yarı-hayalet bir kadınla tanışır. Bu kadına dokunmak imkânsızdır çünkü kendisi bir bedenden çok mistik dünyada var olan bir ruhtur. Gawain şövalye koduna uyarak kadına yardım eder, ruhunun bedeninden tamamen ayrılmasına yardımcı olur ve sabah da evden ayrılır. Bu kadınla olan tanışması ise yolun devamında misafir olduğu şatodaki leydiyle olan ilişkisiyle tezat yaratır. Sevgilisi Essel’e tıpatıp benzeyen bu leydiyle şövalye kodunu tamamen yok sayarak fiziksel bir birliktelik yaşar— hem kendisinin hayatta kalmasına yardım edecek bir kemeri kabul eder, hem de bu kemerin üstünde menisini bırakarak uyması gereken kurallara karşı gelir. Film burada son derece somut bir yön alarak önceki mistiklikten kısa süreliğine uzaklaşarak cinsel bir ton edinir. Şatonun leydisi de mistiğin ve gerçeğin bu düellosunun farkındadır— yeşil renginin doğumda da ölümde de olduğunu, her şeyi kaplayacağını, her şeyden daha gerçek olduğunu söyleyerek kahramanımızın kendisiyle yüzleşmesini sağlar. Onu bekleyen şövalyelik ve medeniyet yeşilden çok uzaktır ve bu yolculukta kendisinin de bundan ne kadar uzak olduğunu anlayacaktır. Onur ve söz gibi kavramlar da yeşilden uzaktır. Yeşil sadece nefret edilen gerçektir, kavramların sürdürülemezliği ve zamanın, bedenin ve insanın kusurunun temsilidir.