İstanbul Film Festivali dünya sinemasının en yeni örnekleri, usta yönetmenlerin son filmleri, yeni keşifler ve kült yapıtların aralarında bulunduğu 135 uzun ve 22 kısa metrajlı filmden oluşan zengin programıyla 41. kez sinemaseverlerle buluşuyor. İki yılın ardından sinema salonlarına dönen festivalde 12 gün boyunca, 14 bölümde 43 ülkeden 164 yönetmenin filmleri gösterilecek. Gösterimlerin yanı sıra konuk yönetmen ve oyuncuların katılımıyla gerçekleştirilecek sohbetler, konser ve özel etkinlikler de festival kapsamında yer alacak.
Fil’m Hafızası ekibi olarak sizler için festivali takip edip filmler hakkında görüşlerimize yer vereceğimiz 41. İstanbul Film Festivali Günlükleri’nin dördüncüsüyle karşınızdayız. Keyifli okumalar.
Clara Sola
Çiçek İstemez güçlü kadınlar seçkisinde İspanyol yönetmen Nathalie Álvarez Mesén’in Clara’sıyla tanışıyoruz. İspanyol mistisizmiyle harmanlanmış film, İspanya’nın ormanlık köylerinden birinde tek başına yaşayan Clara’nın iç dünyasına doğru sempatik bir yolculuğa çıkarıyor bizleri. Doğuştan naif bir yapıya sahip olan Clara, annesinin tahakkümü altında Tanrı’dan bir hediyeyle doğduğu kabul edilen, gizemli bir karakterdir. Parmak uçlarında doğanın can kaynağı, yaşam gücü dolanmaktadır. Ve dokunduğu her şeye bu gücü bahşeder. Kuru yaprakları canlandırır, ölü böcekleri diriltir. Ne var ki doğuştan kemik eğriliği taşıdığı için kendi bedeni hiçbir zaman diğer insanlarınkine benzemez. Hem bu özelliği dolayısıyla hem de kutsanmış bir kimse sayıldığından Clara’ya kimse ilişmez. Ancak onu bu yolla sözüm ona el üstünde tutarlarken bir taraftan da insana dair mahrem duygulardan ve etkileşimlerden uzaklaştırmaktadırlar.
Clara da sever. O da âşık olur, cinselliği yaşamak ister. Fakat kadınlığına daima ket vurulur. En basit hayallerini dahi yaşaması gereksiz kabul edilir. Diğerleri görmeyi reddeder, ancak bu durum Clara’nın gitgide hırçınlaşmasına neden olur. Sonunda bir gün bardağı taşıran son damlayı göğsüne doldurur Clara. Tüm dünyaya Bakire Meryem olmadığını, doğanın şifa gücü ile kadınlığı ayrı tutamayacaklarını, kanıyla canıyla ve bütün duygularıyla insan olduğunu göstermek için tehlikeli bir işe kalkışır. Ve bazen mücadelenin, bağnaz gözler karşısında nafile olduğunu kabullenip ortamı tümden terk etmenin tek çare olduğunu gösterir.
Naif tavırları kısa sürede Clara’yla sıcak bir arkadaşlık kurmamızı sağlarken doğanın dilini konuşması, anlaması, hayvanlara ve bitkilere fısıldamasıyla aslında Clara’nın sembolik dünyadan bir o kadar uzak olduğunu anlıyoruz. Bu yönüyle 21. yüzyıl eko-feminizmine her yönüyle örnek teşkil eden film, Kurtlarla Koşan Kadınlar’a bir yenisini daha ekliyor. Clara Sola’yla kadınlığı yeniden keşfetmek isterseniz 19 Nisan’daki gösterimde yerinizi alabilirsiniz!
Romancının Filmi (So-seol-ga-ui Yeong-hwa)
Romancının Filmi, sanıldığı gibi kültür sanat hakkında ahkâm kesen, seyirciyi edebi metinlere boğan bir yapım değil. Film boyunca her ne kadar karşımıza yazar, şair, yönetmen, oyuncu çıksa da tüm bu karakterlerin, bir kez bile uzmanlıklarıyla ilgili konuştuklarını duymuyoruz. Zira genel olarak üretme anlamında kısır bir döngünün içine girmişlerdir. Yazmayı bırakan ya da artık yazamayan yazarlar, çalışmaya ara veren veya henüz öğrenciyken bırakan oyuncular, hayranı olduğu yazarın romanını filme uyarlayamayan yönetmen… Hepsinin ortak noktası ise bir kısır döngünün içine girmeleridir. Ki bu döngüden çıkıp tekrar deneyenlerin kadın olması da ayrıca anlamlıdır. Bu kadınlar konuşmadan birbirlerini yaralarından tanırlar.
Birbirlerine tutunarak, yardımlaşarak tekrar üretmeye, var olmaya, seslerini duyurmaya başlayan kadınlar vardır. Birleşip güçlendikçe siyah ve beyazın esaretinden kurtulan, renkleri yeniden açığa çıkaran güçlü kadınlardır onlar. Ve tüm bu olan biteni anlayamayan, eşlik etmeyen erkekler…
62 yaşındaki usta yönetmen Hong Sang-soo, tüm bunların yanında filmi aracılığıyla seyircisine, sektördeki meslektaşlarına, kültür-sanat camiasına, yeni nesle de bir şeyler söylemek istemiş anlaşılan. Yangjoo karakterinin eğer kendisinin bir izdüşümü olduğunu farz edersek ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Zira Yangjoo’nun bir öğrenciden işaret dilini öğrenmeye çalışması yine sinema öğrencisi bir gençten film çekmesi için yardım istemesi başka türlü açıklanamaz sanırım. Berlinale’den Büyük Jüri ödülünü kazanan bu Romacının Filmi, sakin sularda kulaç atmayı sevenler için bulunmaz bir nimet. Filmin 14 Nisan’daki gösterimini meraklılarının kaçırmamasını şiddetle tavsiye derim.