İstanbul Film Festivali dünya sinemasının en yeni örnekleri, usta yönetmenlerin son filmleri, yeni keşifler ve kült yapıtların aralarında bulunduğu 135 uzun ve 22 kısa metrajlı filmden oluşan zengin programıyla 41. kez sinemaseverlerle buluşuyor. İki yılın ardından sinema salonlarına dönen festivalde 12 gün boyunca, 14 bölümde 43 ülkeden 164 yönetmenin filmleri gösterilecek. Gösterimlerin yanı sıra konuk yönetmen ve oyuncuların katılımıyla gerçekleştirilecek sohbetler, konser ve özel etkinlikler de festival kapsamında yer alacak.
Fil’m Hafızası ekibi olarak sizler için festivali takip edip filmler hakkında görüşlerimize yer vereceğimiz 41. İstanbul Film Festivali Günlükleri’nin dokuzuncusuyla karşınızdayız. Keyifli okumalar.
İnsani Şeyler (Les Choses Humaines)
Yvan Attal ,Karine Tuil’in “Les Choses Humaines” adlı romanından uyarladığı İnsani Şeyler’de Me Too hareketinin rüzgarından faydalanmaya çalışan birçok yönetmen ve yapımcının aksine bir tercih yapıyor. Attal, işin kolayına kaçıp beyanı veren kadını körü körüne desteklemektense neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Tabii ki bunu yaparken tecavüzcü olduğu iddia edilen kişiyi aklamak gibi niyet asla taşımıyor. Aksine filmde her şey fazlasıyla gerçekçi bir çerçeveden aktarılıyor. En başta filmde kimin suçlu kimin suçsuz olduğunu ne seyirci ne de filmdeki karakterler (Alexandre ve Mila hariç) asla bilmiyor. Hatta ortada bir suçlu bile yok aslında. Zira filmde o, o ve mahkeme bölümlerinde yaşananlar farklı bakış açılarıyla perdeye yansısa da hiçbir bölümde kara kutu olarak düşünebileceğimiz yerde olanlara şahit olamıyoruz. Oysa iki gencin bir çöp konteynerinde yaşadıklarının iki taraf açısından da farklı yorumlanması gibi bir durum var. Bir tarafta parçalanmış bir ailenin katı Yahudi kurallarıyla yetiştirilmiş kızı, diğer tarafta ise oldukça özgürlükçü ve toplumun değer yargılarının çoğuna bile riayet etmeyen bir ailenin Amerika’da okuyan oğlu. Bu iki gencin seksi farklı yorumladığı, seks esnasında kullandıkları dillerinin, iletişim şekillerinin farklı olduğu bir gerçek.
İnsani Şeyler, bu iki gencin durumunu, yaşadıklarını yakından takip edip onları anlamaya çalışırken aileleri de irdeliyor. Filmde yargılanan birileri varsa o da farklı inanç, düşünce ve yaşam tarzına sahip ebeveynlerdir. Ebeveynlerin tutumlarını, aile kavramını, toplumsal değer yargılarının gençlerin üzerinde yarattığı baskının yarattığı mağduriyeti, dinin sebep olduğu korku imparatorluğunu sanık sandalyesine oturtan filmin mahkeme bölümünün bile tek başına manifesto niteliğinde olduğunu söylemek mümkün.
After Blue (Kirli Cennet)
İnsanlık sonunda dünyayı mahvetmiş ve yeni yaşam alanı arayışının sonucunda After Blue’ya ulaşmıştır. İlk bakışta onlara cennet olarak görünen bu gezegeni de mahvetmemek için bu kez gereken her türlü önlemi almak zorunda olduklarının farkındadırlar. Gucci, Versace gibi büyük markaların artık silah ve android insanlar üretmeye başladıkları dünyadan o şık silahlarıyla birlikte gelirler ve kötülüğü bu gezegenden uzak tutmak için katı kurallar koyarlar. Ne var ki, insan olmak nereye gidersek gidelim kötülüğü de yanımızda götürmek demektir.
Fransız yönetmen Bertrand Mandico, ikinci uzun metraj filmi After Blue’da da bizi yine bilinmeyenin kucağına atıyor, ıslak ve grotesk bir rüyanın içinde yapayalnız bırakıyor. Üstelik bu kez, erkeklerin tamamen yok olduğu, kadınların gezegenin gizemli doğası tarafından döllenerek çocuk sahibi olduğu büyülü ve fallik nesnelerle dolu bir “anneler ve kız çocukları” dünyasındayız. Elbette Mandico kısa filmlerinde ve önceki uzun metrajı Les Garçons Sauvages’da (2018) olduğu gibi, yine yarattığı büyülü mekânın içinde quir bir anlatının peşine düşerek tüm sınırları ortadan kaldırıyor. Aslında olmayan ve sonradan birileri tarafından çizilmiş sınırları yani…
Filmde bir anne ve kızın bir katilin peşinden yollara düşme hikâyesini izliyoruz. Onlar, altlarında atları ve annenin başındaki şapkayla tekinsiz yollarda ilerlerlerken bir western havası esiyor filmde. Özellikle yer yer Jodorowsky’nin El Topo’sunu (1970) andıran görüntüler, filme hem biçim hem anlam olarak yepyeni bir katman ekliyor.
Les Garçons Sauvages(Vahşi Oğlanlar) kadar incelikli ve etkileyici olmasa da After Blue(Dirty Paradise) kesinlikle izlenmesi gereken bir keşif filmi. Prömiyerini Locarno’da yapan ve bu festivalden FIPRESCI ödülüyle dönen ve İstanbul Film Festivali’nin “Nerdesin Aşkım?” seçkisinde yer alan filmin 19 Nisan’daki son gösterimini kaçırmayın!