Sinemaseverlerin her yıl büyük bir ilgiyle takip ettiği Filmekimi seçkisi henüz paylaşılmışken festivalde öne çıkan filmleri Fil’m Hafızası takipçileri için derledim. İşte karşınızda Filmekimi’nde gösterilecek olan filmlerden bazıları…
Aİ (Yön. Jerzy Skolimowski)
Robert Bresson’un Au Hasard Balthazar (1966) filmine bir saygı duruşu niteliğinde olan Eo: Ai ana kahraman olarak hayvan dostumuza yer veren bir yapım. Kadraja alınan her şeyin bir hikâyesi olabileceğini ve öznenin bireyden bağımsız olarak izleyenin süzgecinden geçişine odaklanan, edebiyat türünden de aşina olduğumuz fabl türüyle hareketli görseli harmanlayan Aİ, bir sirkte dünyaya gelen ve çevresindeki insan manzaralarını gözlemleyen Ai adlı bir eşeğin hikâyesini bizlere sunuyor. Jerzy Skolimowski’nin Aİ filmine kadar süren yedi yıllık suskunluğu belki de biz dünya insanlarına fark edilmeyen bir şeyleri göstermeyi amaçlıyordur.
Broker (Yön. Hirokazu Kore-eda)
Shoplifters (2018) filmi ile büyük ilgi toplayan Kore-eda, Cannes Film Festivali’nde Song Kang-ho’ya en iyi erkek oyuncu ödülünü getiren Broker’da yine alternatif aile teması üzerine yoğunlaşıyor. Bebek servisi olarak görev yapan iki adamın terk edilen çocukları karaborsada satışına odaklanırken evlat edinmenin ve velayet sisteminin kendi içindeki açmazlarını da irdeliyor. Broker, alışılmış bir üslupla Kore-eda’nın güvenli limanında seyirciyi yüzdürüyor. İyi kalpli insan önermesiyle etik kavramını tartışan; ancak iyiyi keşfetmek için önce kötülüğü deneyimleyen dinamik bir hikâyeyi perdeye taşıyor. Oyunculukların ve sinematografinin tatmin ediciliğiyle dikkat çeken film, katıldığı festivallerin ilgi odağı oldu.
White Noise (Yön. Noah Baumbach)
Tüm insanlığın kâbusu, canlı olan her varlığın yok olacağı o korkunç gün olan kıyamet, ancak Noah Baumbach tarafından kara komedi bir uslüpla işlenebilirdi. Başrollerini Adam Driver, Greta Gerwig, Raffey Cassidy, André Benjamin’in üstlendiği White Noise, tabiri caizse tam bir kuru gürültü deyimini konu ediniyor. Sıradan bir Amerikan ailenin hayatına konuk olduğumuz film, komplo teorileri üzerinden aile bağlarını eleştirmekten de çekinmiyor. Asılsız haber, kulaktan doğma bilgiler, işlevsiz bir dayanışma ağı ekseninde ilerleyen White Noise, insanlığın olası korkularını eleştirel bir yaklaşımla gülünç hâle getiriyor.
Boy from Heaven (Yön. Tarik Saleh)
2022 Cannes En İyi Senaryo, François Chalais Ödülü sahibi Boy From Heaven, Tarik Saleh’in politik gerilim tarzda işlediği, bana kalırsa başyapıtı olarak anılabilecek filmlerinden biri.
El- Ezher üniversitesinde Şeyh mertebesine ulaşabilmek için eğitim bursu alan Adam, aslen muhafazakâr coğrafyada yetişmiş orta sınıf bir aileye mensuptur. İslam eğitimine kabulünün ardında gelişen tüm yolsuzluktan habersiz olan genç aday, inandığı değer yargıları nefsi duygularla yeniden inşa eder. Muhafazakâr bir eğitimden ve sünni topluluktan oluşan El- Ezher, kendi içerisindeki çatışmaları hatta otoriter çatırdamaları içten yıkılan bir kale edasıyla dışa vurmaktadır. Din kavramının özünü, bireyin öznel yolculuğu olarak ele alan Boy From Heaven, ruhani bir atmosfere ev sahipliği yaparken islami terör örgütlerini de sert bir üslupla eleştirmekten çekinmiyor.
Aftersun (Yön. Charlotte Wells)
Charlotte Wells’in ilk uzun metrajı olan Aftersun, küçük bir kızın büyüme hikâyesine odaklanıyor. Sophie’nin yirmi yıl önce babasıyla birlikte gerçekleştirdiği Türkiye tatili, aralarındaki ilişkiyi üstü kapalı bir biçimde gün yüzüne çıkarıyor. Sophie’nin geçmiş anılarına dayanarak gelişen kurgu, küçük kızın hafızalarında canlanan baba kültünü sadece birkaç günden oluşan güneşli günler olarak perdeye taşıyor. Tanıdığı figür ve aslında oldukça yabancı olan baba kavramını güneş gibi yakıcı bir simgeyle destekleyen film, hem ısıtan hem de yakan, koruyan ve yıkıma uğratan bir gerçeklikle sorguluyor.
Decision to Leave (Yön. Park Chan-wook)
Park Chan-wook’a Cannes Film Festivali En İyi Yönetmen Ödülü’nü getiren Decision to Leave, tam anlamıyla bir kedi fare oyununu markaja alıyor. Dedektif ve olağan şüpheli arasında başlayan kovalamacanın gitgide önlenemez bir ilişkiye dönüştüğü Decision to Leave, yönetmenin Handmaiden (2016)’dan sonra seyircisiyle buluştuğu ilk uzun metrajlı filmi olma özelliği taşıyor. Sert üslubuna aşina olduğumuz Chan-wook, sıra dışı sinematografisiyle bizlere kusursuz bir aksiyon yaşatmayı vadediyor.
Sick of Myself (Yön. Kristoffer Borgli)
İnsan ilişkilerine bir sanat olarak yaklaşan film, Thomas ve Signe’in toksik birlikteliğini irdeliyor. Thomas’ın modern sanatla ilgili çalışmaları, yeni atılımları ve sürekli ilgi talepkârlığı, Signe’in ruhani zorbalıkları Sick of Myself’i günümüz çağdaş insanlarının mottosu hâline getiriyor. Bağımlılık durumunu estetik operasyonlara, narsist bir kişiliğe dayandırarak aktaran film, kurban psikolojisini elinden geldiğince açıklayıcı bir üslupla cevaplamaya çalışıyor. Kadın ve erkek arasındaki sonsuz çekişmeyi komedi unsurlarıyla ele alan yönetmen Kristoffer Borgli, yaptığı karakter gözlemleriyle dikkat çekiyor.
Leila’s Brothers (Yön. Saeed Roustaee)
Kadın olmak mı daha zor yoksa Orta Doğu’da yaşayan bir kadın olmak mı? Sorgulamasından bir türlü kurtulamayan Asya sineması bu kez Leyla’nın hayatına konuk oluyor. Kardeşleri için binbir zorlukla mücadele eden Leyla, onlara hem anne hem abla hem de bir yuva olma misyonu ediniyor. Güçlü kadın olgusunu sadece acıya dayanmak olarak ele alan çoğu yapıma nazaran Leila’s Brothers, çarpıcı bir önermeyle ilerliyor. Ailesini kurtarmak için mükemmel bir planın eşliğinde olan Leyla alışık olduğumuz etik yargıları en mahrem topluluk olan aile kavramı üzerinden sorguluyor. 2022 Cannes Film Festival’inde Uluslararası Eleştirmenler Federasyonu’nun ödülüne layık görülen film Taraneh Alidoosti’nin başarılı oyunculuğuyla ilgi odağı oluyor.
Stars at Noon (Yön. Claire Dennis)
Claire Denis’nin 75. Cannes Film Festivali Büyük Ödülü sahibi filmi The Stars at Noon (2022), Nikaragua devriminin alevlendiği döneme ışık tutan roman uyarlaması bir film olarak seyirciyle buluşuyor. Kitaptan farklı olarak işlediği konunun çatışma noktası olarak Nikaragua’nın iç karışıklığı yerine Covid-19 olarak tercih edilmiş. Kargaşa içinde başlayan hikâye, Amerikalı genç bir gazeteci olan Trish’in topraklarına dönmek için verdiği mücadeleyi konu ediniyor. İngiliz bir iş insanıyla yaşadığı romantik ilişki Trish’in planlarını alt üst etse de uzun zamandır kaybettiği güven duygusunu yeniden deneyimlemek zorunda kalıyor. Otuz dört yıl aradan sonra filmini Cannes’a gönderen Denis, büyük ödülün sahibi olarak sessizliğini bozuyor.
R.M.N. (Yön. Cristian Mungiu)
Cristian Mungiu’nin artıcı şoklarla ilerleyen umut teması R.M.N filminde de varlık gösteriyor. İşsiz kaldığı için memleketine geri dönen Matthias’ın köklerine adapte olma çabasını merkeze alan film karakterin gölgesinde kasabadaki sosyal tutumu, işçi profilini ve sınıf farkını büyük bir titizlikle irdeliyor. Irk ve sınıf ayrımının Mungui felsefesince yoğrulduğu R.M.N, en karanlık topluluklarda bile aydınlık peşinde koşan kahramanların gölgesine sığınıyor. Cannes Film Festivali ana yarışmada ilk gösterimini yapan R.M.N nükleer manyetik rezonansın Romence kısaltmasından adını alıyor. Romen toplumuna ve insanlığa nükteci bir yaklaşımla bakış atan film, adeta içinde bulunduğu çoğunluğu en ince ayrıntısına kadar röntgenliyor.