“Hayatta ben en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim.”
Can Yücel
Tarihin en eski kavgası kardeş kavgası ise bir sonraki de babayla hesaplaşmadır herhâlde. Nasıl söylemiş Sezen Aksu, “Ne kavgam bitti ne sevdam” işte o hesap. Hem en büyük dayanağımız hem de en büyük travmalarımızın müsebbibi. Dostoyevski’ye Karamazov Kardeşleri yazdıran dürtünün kaynağı. Velhasıl kelam olduğumuz kişiyi borçlu olduğumuz en büyük süje: babalarımız. Sinema tarihinin değişmez konularından biri olan baba-evlat çatışmasına ve dolayısıyla aşkına dair listemi keyifle incelemenizi umuyorum.
İyi seyirler…
Hayattaki en büyük tutkusu roman yazarı olmak olan Sinan’ın babasına duyduğu tiksinti filmin ana çatışmasını oluşturuyor. Olmak istediği romancıdan çok fırsatçı bir asalak olarak gördüğü babasına benzediğini gördükçe öfkesinin boyutu artarken, yorgun babasının inzivaya çekildiği kendi kuyusunda gerçekleştirdikleri samimi sohbet, babasına duyduğu hislerin tamamen değişmesini sağlıyor. Filmin yönetmen koltuğunda Nuri Bilge Ceylan varken baba-oğul karakterlerini ise Doğu Demirkol ve Murat Cemcir canlandırıyor.
Film, birlikte tatile çıkan on bir yaşındaki Sophie ile babasının tatil anılarının yıllar sonra Sophie’nin belleğine yeniden üşüşmesi ile başlıyor. Calum boşanmasına karşın eski eşi ile ilişkisini koparmamış genç bir baba ve Sophie ile geçirdikleri tatil anılarında da görüyoruz ki kızıyla gıpta ederek izlediğimiz bir ilişkisi var. Ancak Calum’da garip bir hüzün var. Sanki bir iç hesaplaşma içinde. Belki biten evliliğiyle belki de kendi babasıyla bu hesaplaşması. Kızıyla başka her şeyin önemsizleştiği harika anların yanı sıra yalnız kaldığında içine girdiği bir karanlık görüyoruz. Ve Sophie yıllar sonra babasının yaşındayken, onu daha iyi anlıyor. Ve onun girdiği karanlığı… Aynı karanlık şimdi baba özlemi olarak gelip buluyor Sophie’yi. Filmde olağandışı hiçbir aksiyon yok, yalnızca elle tutulurcasına maddeleşmiş durağan bir gerçeklik var. Bu duygu boşuna değil tabii ki çünkü filmin İskoç yönetmeni Charlotte Wells verdiği bir röportajda filmde kendi babasıyla olan ilişkisine benzer otobiyografik ögeler olduğunu söylüyor. Ve bu durağanlık film bittiğinde ya da belki de birkaç gün sonra insanın zihninde taş gibi tuğla gibi somut bir kıvama bürünüyor. İşte o zaman Sophie’nin bu tatili hatırlamasının nedeninin babasını çok özlemesi olduğunu anlıyoruz. Filmi izlerken ağlamaktan gözlerimiz şişmiş bir hâlde şu anda olmayan babanın yasını tutmuyoruz. Ancak film bittikten sonra yavaş yavaş gelen o his, sanki bir çatlaktan süzülür gibi damla damla sızan o acı. Sanırım bu duyguyu verebilmek, izleyici duvardan duvara vurup ağlatmaktan daha kıymetli. Filmin başrollerindeki Paul Mescal ve genç oyuncu Frankie Corio bulunuyor.
Nazım, ömrünü Anadolu’nun köylerinde öğretmenlik yaparak geçirmiş idealist bir solcudur. Lakin Anadolu’daki köy çocuklarını gün yüzüne çıkarayım derken evdeki kızı ve oğlunu ihmal etmiş, dahası bu ihmalinin nelere mâl olduğunu yıllarca fark etmemiştir. Emekli olup İstanbul’a gelmesine karşın yıllarca okuttuğu öğrencilerinden onlarca duygu yüklü mektup almasına karşın kendi oğlu ve kızından en ufak bir sevgi kırıntısı görmemektedir. Ta ki kızı Piraye kendisiyle hesaplaşana kadar… Gönül Yarası’nda insanın bam teline dokunan pek çok sahne var ancak Piraye’nin babasıyla yüzleştiği sahne bu listenin hazırlanmasına kaynaklık eden sahnelerden biri. Dağlardaki kardelenleri koruyup kollayayım derken kendi evinin bahçesindeki gülleri solduran Nazım bu ülkedeki pek çok babanın beyaz perdedeki yansıması gibi. Ancak onlar öyle bir nesildi ki yine de insan Nazımlara kıyamıyor. Filmin yönetmen koltuğunda usta Yavuz Turgul varken baba ve kızı bir başka usta Şener Şen ve Devin Özgür Çınar canlandırıyor.
Acımasız bir iş insanı olan Jack’in onu bu hâle getiren, babasının yetiştirme tarzı ile yıllar sonra hesaplaşması ve hayatın anlamını arayışını konu edinir. Filmin baba rolünü Brad Pitt, Jack’in yetişkin hâlini ise canım Sean Penn canlandırıyor. Filmin yönetmen koltuğunda ise Terrence Malick yer alıyor.
Avukat olan Yusuf, bir gün yorgun argın eve geldikten sonra yirmi beş yıldır görmediği babasını kapısında bulur. Yusuf, Âşık olan babası Heves Ali’yi ilk gördüğünde onunla istemeye istemeye bir gece geçirmeyi planlasa da babasının bu ziyaretinin aslında bir helalleşme olduğunu anlar. Böylelikle Erzurum’dan Kars’a uzanan bir baba-oğul yolculunda bulur kendini. Yirmi beş yıl önce hiçbir şey söylemeden onu bırakıp giden babasına biriktirdiği öfkesi ve söylemesi gereken sözleri olan Yusuf, yolculuk ilerledikçe babasını anlamaya ve onu affetmeye başlar; ancak filmde söylendiği gibi “Baba dediğin zaten yarım kalmış bir kelimedir. Babalar hep yarım kalır.” Baba ve oğlu Settar Tanrıöğen ve Kıvanç Tatlıtuğ’un canlandırdığı filmin yönetmeni Özcan Alper’dir.
Mitchell Gromberg kalp krizi geçirmesinin ardından ailesiyle daha fazla zaman geçirmeye karar verir ve oğlu Alex’in yanına gider. Alex, hayatını babasına benzememek üzerine kurmuşsa da onun da üniversiteye giden oğluyla başı derttedir. Üç nesil, Gromberglerin birbirleriyle hâlletmesi gereken sorunları olduğu çok geçmeden anlaşılır. Filmin yönetmeni Fred Schepisi iken baba ve oğlu gerçek hayatta da baba-oğul olan Kirk Douglas ve Michael Douglas canlandırıyor.
Baba-oğul çatışmasından bahsedip de Babam ve Oğlum’un meşhur “Ona bir oda ver, baba.” cümlesinin geçtiği sahneye değinmemek olmaz. Hüseyin ile okuması için Istanbul’a gönderdiği ancak ziraat mühendisi olmak yerine komünist olmayı seçen oğlu Sadık’ın yüzleştiği sahne sanırım herkesin hafızasındaki canlılığını koruyordur. Evlatlarının kendi yolunu çizmesine izin vermeyen despot babalar evlatlarına, babalarını arkalarında bıraktıklarını düşünen evlatlarsa dönüp dolaşıp çok kızdıkları baba ocaklarına döner. Ancak bu dönüşte eteklerdeki taşların bir bir döküldüğü filmin yönetmen koltuğunda Çağan Irmak otururken baba-oğlu Çetin Tekindor ve Fikret Kuşkan canlandırıyor.
Big Fish (2003)
Edward Bloom hayatı boyunca aynı hikâyeyi hep aynı şevkle anlatan bir babadır. Hikâyeye göre Edward, oğlu Will’in doğduğu gün kimsenin yakalamayı başaramadığı efsanevi büyük balığı yakalamıştır. Bu hikâyeyi en son Will’in düğün töreninde de anlatınca baba ile oğlun arası açılır. Ta ki Edward’ın sağlığı kötüleşinceye kadar. Will, babasının hasta yatağında onu ziyarete geldiğinde babasını daha yakından tanımaya karar verir ve onun geçmişinin izini sürer. Babasının geçmişini keşfettikçe ona hayran olan Will’in babasına dair öğrenmesi gereken onlarca sürreel öykü vardır. Tim Burton yönetmenliğindeki filmin başrollerinde Ewan McGregor, Albert Finney ve Billy Crudup bulunaktadır.
Chicago’da avukatlık yapan Hank Palmer, annesinin ölüm haberini alınca doğduğu kasabaya döner. Arasının hiç de iyi olmadığı babasıyla durumunu düzeltmek yerine bir an önce Kasaba’yı terk etmenin hesabını yaparken bir anda kendini cinayetle suçlanan kırk iki yıllık yargıç olan babasını savunurken bulur. Bu sırada giriştiği araştırmada geçmişle yüzleşmesi de kaçınılmaz olacaktır. Filmin yönetmeni David Dobkin iken başrollerde Robert Downey Jr. ve Robert Duvall bulunmaktadır.