İnsanın, bazen gündelik hayatın içindeki küçük oyunlarla kendiliğinden ortaya çıkan bazen de cesurca sahiplendiği türlü kötücül taraflarını denizdeki dalgalarla oynayan bir çocuğun iştahıyla keşfe çıkıyor Nuri Bilge Ceylan.
Nuri Bilge Ceylan’ın bu yıl Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan filmi Kuru Otlar Üstüne, yurdun ‘ücra bir köşesinde’ öğretmen olarak mecburi hizmetini sürdüren Samet karakteri üzerinden insanı tanıma yolculuğuna çıkıyor ve belki de şimdiye dek hiç gitmediği kadar ileri gidiyor. Samet’in ortaokula giden öğrencisi Sevim’le yakın diyaloğu sonrası işlerin büyümesi ve Kenan, Samet ve bombalı terör saldırısı sırasında bacağını kaybeden Nuray arasındaki aşk üçgeniyle birlikte insana dair soruların arttığı bir anlatıya dönüşüyor. Nuri Bilge Ceylan’ın, aralarında Deniz Celiloğlu, Merve Dizdar, Musab Ekici, Ece Bağcı, Erdem Şenocak ve Elif Ürse gibi isimlerin bulunduğu oyuncu kadrosunu da titizlikle yoğurduğu anlaşılıyor. Cannes Film Festival’indeki prömiyerin ertesi günü gerçekleşen basın toplantısı sırasında da oyuncuların sıkı bir çalışmadan geçtiği belli olmuş, Merve Dizdar sette kendini bir laboratuvarda gibi hissettiğini söylerken, Deniz Celiloğlu da oynadığı Samet karakteriyle bir noktada DNA sarmalı gibi iç içe geçtiğini belirtmişti.
Film henüz prömiyerini yapmadan önce üzerinde çokça yazılıp çizilenlerin aksine Samet öğretmen ve öğrencisi arasındaki yakınlık veya bir ‘pedofili’ meselesi filmin kendisini üzerine inşa ettiği asıl konu değil. Görece dağınık bir biçimde olaylar ve konular arasında gezinen film, asıl dayandığı noktayı yarattığı küçük anların içini yaprak yaprak açarak titizlikle irdelemesinden alıyor. Bu anlamda insanın bazen gündelik hayatın içindeki küçük oyunlarla kendiliğinden ortaya çıkan bazen de cesurca sahiplendiği türlü kötücül taraflarını denizdeki dalgalarla oynayan bir çocuğun iştahıyla keşfe çıkıyor Nuri Bilge Ceylan. Samet karakteri üzerinden işlenen insanın kötücül tarafı meselesi, yetişkin ve çocuk arasında doğan yakınlığa ancak dolaylı olarak değiyor ve kötülüğün itici gücünün dipsiz, bucaksız ve dehşet verici bir yalnızlıktan geldiğini gösteriyor. Zaten asıl amacı ‘anlamaya çalışmak’ olan filmin bu noktada, insan karanlığına karşı iyimser ve şefkatli bir tutum sergilemesi de bana kalırsa kaçınılmaz oluyor. Bu iyimserlik ve şefkat, yönetmenin illa böyle bir yaklaşımı benimseme kararından değil de, insan gerçeğini olduğu gibi görme cesaretinin bir sonucu olarak ister istemez ortaya çıkıyor.
Bu noktada, çoğu kişi gibi filmde kendime dair birçok yanıt bulduğum için ya da en azından kendime sorduğumu beyazperdenin karşısındayken fark ettiğim sorular olduğundan, yazının küçük bir kısmını kişiselleştirerek yazmaktan kendimi alıkoyamayacağım. Filmin bana hissettirdiği en güçlü ve uzun süre benimle kalmasını umduğum duygu, sanki asırlardır can çekişip kıvranarak karşılanmasını beklediğim bir ‘anlaşılma’ ihtiyacının küçük bir parçasının giderilmesiyle birlikte gelen huzur oldu. Öyle ki, filmin sonlarına doğru, kendimde tanımaya yanaşmadığım bir bölge, başkası tarafından fark edilip kabul edilmiş ve hatta sevilmeye değer bulunmuş gibiydi. Bu duygu, filmde gerçekleşen olaylar ve karakterlerden kısmen bağımsız olarak, yönetmenin insanı tanımak konusundaki ısrarına şahitlik etmiş olmanın üzerime bulaştırdığı cesaretle peydah oldu. Böylece, bir insan olarak girdiğim filmden, daha da insan olarak çıktığımı hissettim.
Yönetmenin Kendi İç Sesiyle Tartıştığı Anlar
Bahsedilmesi gereken bir diğer mevzu da, Nuri Bilge Ceylan’ın diğer filmlerinde çok da alışık olmadığımız bir biçimde konuyu bireyin sadece kendi içine veya yakın çevresindekilere dönük sorumluluklarıyla sınırlı tutmayıp insanın toplum karşısındaki duruşuna dair de seyirciye muhakeme yaptırdığı sahneler. Masanın iki ucuna oturttuğu Nuray ve Samet karakterlerine sıkı bir örgütlü mücadele ve konformist bireysellik tartışması yaptırarak bu ‘insan meselesini’ daha da katmanlandırmış oluyor. Bu anlamda belki de yönetmenin kendi iç sesiyle tartıştığı anların görüntüsü, beyazperdeye birlik içinde olmanın verdiği inanç, güven ve sıcaklığı savunan Nuray ve karşısında sürüye katılmanın kaybettirdiği özgürlükten bahseden Samet olarak yansıyor. İkili arasında anbean üretilen tez-antitezler sayesinde film insanın sadece içine ışık tutan bir yapım olmaktan çıkıp bireyin toplumdaki yerine dair de sağlam bir tartışma sunuyor. Bu sahnenin hemen sonrasında ‘umut etmenin yorgunluğu’ olarak bir araya gelen 3 küçük sözcüğün yarattığı büyülü etki de zaman içinde filmden bağımsızlığını ilan etmesi muhtemel bir tortu olarak uzun yıllar seyirciyle kalacak gibi görünüyor.
Son olarak, Kuru Otlar Üstüne’nin biraz da herkesin olmasını istediği şekilde yorumlayabileceği, kendi süzgecinden geçirerek bambaşka anlamlar katabileceği çok katmanlı, çok okumalı bir film olduğunu söylemek gerek. Şanslıyız ki Nuri Bilge çekmiş, bize de insanı tekrar tekrar keşif macerası armağan etmiş.