İstanbul Modern Sinema’da yepyeni bir seçki Düşten Maddeye 26-29 Ekim tarihleri arasında sinemaseverlerle buluşuyor.
İstanbul Modern Sinema, Hep Buradayız sergisindeki kadın sanatçılardan ilham alarak, sinema sektöründeki cinsiyet eşitsizliğini vurgulayan Boşluğa Dikkat projesine devam ediyor.
Düşten Maddeye, Türkiye’de üretim yapan kadın sanatçıların eserlerini bir araya getiren Hep Buradayız sergisinden ilham alınarak hazırlandı. Programın sanat yönetmeni ve yapım tasarımcısı Billur Turan, kadın sanat yönetmenlerinin tasarımlarıyla öne çıkan 10 film seçti. Turan aynı zamanda program kapsamında kariyeri ve mesleği üzerine bir atölye düzenleyecek.
Kült Filmlerden Modern Başyapıtlara Uzanan Bir Seçki
Seçkide Ingmar Bergman’ın Çığlıklar ve Fısıltılar, 1972 ve Wim Wenders’in Berlin Üzerindeki Gökyüzü, 1987 yeni restore edilmiş filmlerinin yanı sıra bu yıl Cannes’da Altın Palmiye kazanan Justine Triet’nin Bir Düşüşün Anatomisi ve Natali Yeres’in bu yıl SİYAD ödüllerinde “En İyi Sanat Yönetmenliği”ne layık görüldüğü Tayfun Pirselimoğlu filmi Kerr gibi filmler yer alıyor. Kerr’in gösterimine yönetmen Pirselimoğlu ve Yeres de katılacak.
Kısa Filmler De İzleyici İle Buluşuyor
Programın kısa fimlere ayrılan kısmında dünyanın pek çok farklı yerinden, farklı dönemlerden filmler izleyici karşısına çıkacak.
Cannes Film Festivali’nde 16 mm dalında Büyük Ödülü kazanan Maya Derem ve Alexander Hammid‘in filmi İkindi Tuzakları‘ndan Daria Martin‘in makine- insan ilişkisine farklı bir bakış açısı sunan Yumuşak Kumaşlar‘ına Chantal Akerman’ın çektiği Patlat Şehri‘ne Ursula Mayer’in İçeride ve Kürklü Kahvaltı’sına bütün filmler seçki içinde yer alıyor.
Boşluğa Dikkat: Atölye
28 Ekim cumartesi günü saat 18.00’de gerçekleşecek olan Boşluğa Dikkat Atölyesi’nde Anadolu Leoparı, Cemil Şov ve Güneş Sonrası gibi filmlerde çalışmış olan Billur Turan kariyeri ve mesleği üzerine katılımcılarla sohbet edecek.
Düşten Maddeye Gösterim Programı
Çığlıklar ve Fısıltılar
19. yüzyıl İsveç’inde geçen bu filmde, Karin ve Maria, kanserle mücadele eden kız kardeşleri Agnes’e bakarken, kendi korkuları ve sahtekârlıklarıyla yüzleşirler. Sinematograf Sven Nykvist’in Oscar kazandığı bu filmdeki renk tasarımı, ses tasarımı ve metruk malikânedeki dekor ve mizansen, sinema tarihinde özel bir yere sahiptir. Adını Mozart’ın bir sonatının eleştirisinden alan bu psikolojik gerilim filmin, cesur formunun yanı sıra ölümü yakından hissettiren karanlık bir dünyası var. Bergman’ın “müzik eseri” olarak tanımladığı bu başyapıt, son restorasyonuyla daha da büyüleyici bir deneyim sunuyor.
Berlin Üzerindeki Gökyüzü
Berlin semalarında dolaşan iki melek Damiel ve Cassiel aşağıdaki insanların iç seslerini dinlerler. Damiel, trapezci Marion’un hayatla ilgili endişeleri ve zayıflıklarından çok etkilenir, onun çalıştığı sirki sık sık ziyaret etmeye başlar. Hissedebilmek için insan olması gerekmektedir. İzleyenleri düşler âlemine davet eden film, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından iki yıl önceki Almanya’nın geçmişle hesaplaşmasını ve insanlarının varoluşsal sorgulamasını da gözler önüne seriyor. Film, 4K kalitesinde restore edilen kopyasından gösterilecek
Kerr
Can, uzun bir süre sonra babasının cenazesi için eski evine dönerek beklenmedik bir cinayete tanık olur. Olayın ardından kasabadan ayrılamaz ve kendisini tuhaf ve tekinsiz bir girdabın içinde bulur. İtham edildiği bilinmeyen bir suçla yüzleştikçe dehşete kapılır. Üstelik, tüm ülkede sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Pirselimoğlu’nun kendi romanından uyarlanan bu film, Kafkaesk bir anlatımla karanlık ve absürt bir polisiyeye dönüşür. Sanat yönetmeni Natali Yeres’in yarattığı arafta kalmış, bu zamansız kasaba, adeta Türkiye’nin bir alegorisini sunar.
Bir Düşüsün Anatomisi
Cannes’da bu yıl Altın Palmiye kazanan film, bir evliliğin inceliklerine dalan kasvetli ve güçlü bir mahkeme dramı. Başarılı bir yazar olan Sandra’nın, Fransız Alpleri’ndeki evlerinin önünde ölü bulunan kocasını öldürmekle suçlandığı bir gerilimi takip eder. Film, hem yasanın gerçeklik arayışından hem de ahlaki mutlaklıktan kaçarak ilişkinin içindeki kıskançlığı, egoyu ve geçmiş travmaları ortaya döker. Davanın ana tanığı ise çiftin 11 yaşındaki kör oğludur. Triet feminist bir dokunuşla psikolojik olarak zengin bir kadın portresi çizerken Hüller bu kadını sürükleyici bir performansla taçlandırır.
Sarayın Gözdesi
Marlborough Düşesi Sarah, 1700’lerdeki İngiltere-Fransa savaşı sırasında sağlığı giderek bozulan İngiltere Kraliçesi Anne adına yönettiği ülkenin içinde bulunduğu savaşla meşguldür. Hizmetçi olarak işe alınan Abigail ise bu sırada kraliçenin sevgisini kazanır. Bu durum karşısında iki kadın arasındaki rekabet giderek artacaktır. Usta oyuncuların canlandırdığı bu üç kadının trajikomik hikâyesi, on dalda Oscar’a aday oldu. Filmin sanat yönetmeni Fiona Crombie, 17. yüzyıldan kalma bir kır evini gizli geçitler ve devasa bir cephe kullanarak saraya çevirdi.
Hizmetçi
Güney Koreli auteur yönetmen Park Chan-wook’a 2016 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye adaylığı getiren Hizmetçi, 1930’larda Japon işgali altındaki Kore’de geçen bir erotik gerilim. Filmde zengin ve genç bir Japon kadın, onu kandırıp zenginliğini ele geçirmeye çalışan Koreli bir adam ve adamın tuttuğu Koreli hizmetçi arasındaki entrika dolu ilişkilere tanık oluyoruz. Hizmetçi, sürükleyici olay örgüsü içinde izleyiciyi her an şaşırtan, kıvrak zekalı yönetmenliğin, göz alıcı dekorlar, detaylı mekânlar ve lüks kostümlerle zenginleştirilmiş üstün bir estetik anlayışın öne çıktığı bir şölen sunuyor.
Kısa Film Seçkisi
Patlat Şehri
Akerman’ın 18 yaşındayken çektiği filmin tamamı daracık bir mutfakta geçer. Sınırlar içine, özellikle de mutfağa hapsolmuş kadının özgürlüğe giden yolu yok edici bir eylemle açmasını ironik bir dille anlatır. Bu sert ve trajikomik hikâyenin başrolü, slapstick komedisi karakteri gibi oynayan yönetmenin kendisidir.
İkindi Tuzakları
Çiçek, anahtar, açık kapı, ekmeğin içindeki bıçak, cevapsız telefon, aynadaki figür… Tüm bunlar bir tür kâbusun içine düşmüş bir kadının gördükleri, bilincinden akanlar. Bağımsız sinemanın öncüsü kabul edilen Maya Deren’in kocasıyla çektiği bu unutulmaz gerçeküstü, avangart filmi, Cannes Film Festivali’nde 16 mm dalında Büyük Ödül’ü kazandı.
İçeride
Film, mimar Ernö Goldfinger ve eşi Ursula’nın 20. yüzyıla ait ünlü sanat koleksiyonlarının da bulunduğu Londra’daki evinde gezinen iki kadını izliyor. İki kadın asla karşılaşmaz, evin merdivenini çıkıp inerler, odalardaki eşyalara dokunurlar. Onları asıl buluşturan ise Barbara Hepworth’ün heykeli olur. Film mimarlıkta ve sinemadaki kadınların eksikliğini vurgular.
Kürklü Kahvaltı
Film, 70’lerden modernist bir cam evde üç ikonik kadın sanatçı olan Dora Maar, Meret Oppenheim ile Josephine Baker arasındaki bir buluşmayı hayal ediyor. Esrarengiz bir oyun içinde, üç kadın doğrudan etkileşim yerine objelerle ilişkiye giriyorlar. 16 mm çekilmiş bu film, Sürrealizm fikrini hatırlatarak objelerle diyalogları genişletme fikrine dayanıyor.
Yumuşak Kumaşlar
Zürih Üniversitesi Yapay Zekâ Laboratuvarı’nda çekilen bu 16 mm film, performans sanatçısı olan bir erkek ve kadını, vücut farkındalığına sahip, kendi beden deneyimleriyle fonksiyonlarını öğrenmiş robotlarla tanıştırıyor. Birlikte dans ediyorlar. Film modernizmin “insan ve makine” kavramına yeni bir bakış açısı sunuyor.