Bu yıl sekizinci kez düzenlenen Çalı Köy Film Festivali doğa ile sinemaseverleri buluşturan ülkemizin önemli oluşumlarındandır. Dünyada sadece birkaç örneği bulunan bu festivalin en önemli özelliklerinden biri açık havada, doğa ile iç içe yıldızların altında bir sinema deneyimi sunmasıdır. Bir diğer özelliği ise Türk sinemasının ilk köy filmi olan Aysel Bataklı Damın Kızı’nın (1934) yine Bursa Çalı’da çekilmesidir. Muhsin Ertuğrul yönetmenliğinde kamera yönünü ilk kez köye dönmüş, köy temalı filmleri merkezine almaya başlamıştır. Burada ilk kez bir plato, yönetmen ve sinemacılarla tanışan köy halkı figüran olarak filmde rol almıştır. Sinemamız adına önemli bir tarihsel olaya ev sahipliği yapan Çalı, bir gelenek olarak sinemayı ve sinemaya gönül veren tüm sinemacıları desteklemeye devam etmektedir. Bu yıl hazırlanan seçkide ülkemizden ve dünya sinemasıdan filmlere yer verilirken yarışma kapsamında dokuz kısa film gösterilecektir. Ödül töreni ise 28 Temmuz Pazar günü gerçekleştirilecektir.
Festivalin ilk gününde Nilüfer Oda Orkestrası’nın hazırladığı Beyaz Perdeden Senfonik Yolculuk dinletisiyle unutulmaz bir müzik deneyimi yaşandı. Müzikleri ve soundtrackleri ile adeta bütünleşmiş filmlerden oluşan bu özel seçki tüm festival halkını büyüledi. La Dolce Vita (1969), Eyes Wide Shut (1999), Iron Man (2008), Pirates of the Caribbean (2003) Lord of the Rings (2001) Aladdin (2019) ve Star Wars (1977) gibi unutulmaz filmlerin barkovizyona yansıtılan görselleri nostaljik bir izlenim yarattı.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Mahmut Fazıl Coşkun’un Yozgat Blues (2013) filmi gösterildi. Ardından gerçekleştirilen yönetmen söyleşisiyle birlikte sorularımızı yönelttik. Festivalin ilk günü tanışma yemeği ile birlikte sonlandı. Unutulmaz bir geceyi geride bıraktık.
Yozgat Blues (Yön. Mahmut Fazıl Coşkun, 2013)
Yozgat Blues, Türk sinemasının popüler teması olan taşra sıkıntısını müzik merkezli işleyen ümitvâr filmlerden biri olarak dikkat çekmektedir. Film, türdeşlerinin aksine varoluş hikâyesini karikatürize eden bir üsluba sahip. İstanbul’dan Yozgat’a deyim yerindeyse hayallerini gerçekleştirmek uğruna yola çıkan Yavuz’un çevresinde gelişen olaylar kasvetsiz, buhransız olabildiğince gerçekçi ve hayatın içinden bir yaklaşımla ele alınıyor. Bu bağlamda çok katmanlı yapısı Yozgat Blues’u müzik haricinde bir yol filmi olarak da okuyabilmemize olanak sağlıyor.
Yönetmenliğini Mahmut Fazıl Coşkun’un üstlendiği Yozgat Blues, 2013 yılında vizyona girdikten sonra katıldığı birçok festivalden ödülle dönmüş; ülkemizde SİYAD, Malatya Uluslararası Film Festivali ve Adana Altın Koza Film Festivali’nde “En İyi Film” ödüllerini kazanmıştır. Bu yıl Çalı Köy Film Festivali’nde yeniden izleme şansı bulduğumuz yapım, aradan geçen yıllara rağmen popülerliğini hâlâ korumayı başarıyor. Yozgat Blues’un kendine has karakterleri ve anlatı yapısı filmi adeta kült mertebesine taşımaktadır. Keza ilk gösterim tarihinden günümüze dek değişen birçok şey olmasına rağmen Yozgat Blues nostaljik nüanslarıyla tanıdık izler sunuyor. 2010’lu yılları ve yakın tarihi yeniden izlemek, o dönemki sorunları, gündelik yaşamı takip etmek toplum olarak hâlâ benzer sorunların çevresinde dolaştığımızın adeta birer raporu olarak düşünülebilir. Sanata ve sanatçıya özellikle entelektüel dertleri olan kitleye verilen değerin geldiği nokta aşikâr; ancak Coşkun, filminde her şeye rağmen müzik için, sanatı için elinden geleni yapan insanların birer yansımasını sunuyor. Bu sunumu gerçekleştirirken toplumun izdüşümünü, Anadolu erkeklerini, örtük patriyarkal sistemi yansıtmaktan çekinmiyor. Yozgat Blues, üç erkeğin bir kadının etrafında rekabet ettiği, güç dengelerinin değişim gösterdiği, merhamet ve iyimserlik sularında yüzen varoluşçu bir izlenim yaratıyor. Joe Dassin’nin efsanevi L’été indien (1975) şarkısı Yavuz ve Neşe’nin repertuarının önemli bir parçasını oluşturuyor. Yozgat Blues kullanılan mekanlardan nesnelere, içilen çaydan tercih edilen müziklere birer karakter yüklemeyi başarıyor. Her anlamda yaşayan ve yaşatan bir film olarak Türk sinemasında ayrı bir yeri olduğunu düşünüyorum.