İstanbul Film Festivali, bu yıl 44. kez sinemaseverlerle buluşuyor. Festival, 11-22 Nisan tarihleri arasında İstanbul’u sinemanın farklı coğrafyalardan gelen en nitelikli örnekleriyle buluşturacak.
Bu yılki program, 139 uzun metrajlı ve 15 kısa filmden oluşan zengin ve iddialı bir seçki sunuyor. Usta yönetmenlerin son yapımlarından genç sinemacıların dikkat çeken işlerine, kült yapımlardan dünya prömiyerlerine uzanan bu kapsamlı seçki, hem uluslararası hem de yerli sinemanın nabzını tutuyor. Festival boyunca pek çok film dünya, uluslararası, Balkan ya da Türkiye prömiyerini İstanbul’da gerçekleştirecek.
Sadece filmleriyle değil, aynı zamanda söyleşileri, özel gösterimleri ve etkinlikleriyle de bir sinema şölenine dönüşen festival, 12 gün boyunca yönetmen ve oyuncularla izleyicileri bir araya getirecek. İstanbul Film Festivali, bu yıl da sinemanın dönüştürücü gücünü ve birleştirici dilini şehirle buluştururken, sinema kültürünü hep birlikte yeniden düşünmeye çağırıyor. Festivalin basın sponsoru Fil’m Hafızası olarak festivali an be an yerinde takip ediyor ve filmlerden edindiğimiz deneyimleri sizlerle paylaşıyor olacağız. Keyifli okumalar…
Lurker (Yön. Alex Russell, 2025)
Lurker, dijital çağın kimlik krizine, görünürlük saplantısına ve şöhretin karanlık yüzüne yönelik keskin bir bakış sunuyor. Los Angeles müzik sahnesini arka planına alarak, sosyal medya çağına özgü iktidar savaşlarını ve sahte yakınlıkların yarattığı psikolojik gerilimi etkileyici biçimde anlatıyor. Sundance ve Berlin Film Festivalleri’nden sonra İstanbul’da seyirciyle buluşan yapım, özellikle genç kuşağın görünür olma takıntısını rahatsız edici bir estetikle sorguluyor.
Filmin neredeyse yarıya yakın bir bölümü cep telefonları, kameralar ve fotoğraf makineleri aracılığıyla izleniyor. Bu tercihler yalnızca görsel bir deneyim değil; aynı zamanda iki dünya – görüntünün manipüle ettiği yapay gerçeklik ile fiziksel gerçeklik – arasındaki sınırları bulanıklaştıran bir anlatım stratejisi. Görüntü pikselinin sürekli değişmesi, bireyin kimliğinin de aynı derecede esnek ve kırılgan olduğunu metaforik olarak aktarıyor.
Filmde Théodore Pellerin’in başarıyla canlandırdığı Matthew karakteri, başlarda zararsız bir hayran gibi görünse de zamanla sinsi bir manipülatöre dönüşüyor. Oliver’ın çevresine sızan bu “görünmez” figür, yavaş yavaş hem fiziksel hem duygusal alanları işgal ediyor; adeta şöhretin parıltısından kendine bir hayat inşa etmeye çalışıyor. Archie Madekwe’nin canlandırdığı Oliver ise kamera önünde rahat bir figür gibi görünse de sanatçı kimliğinin derinlerinde büyük bir güvensizlik taşıyor. Filmdeki karakterler arası güç mücadelelerinin detaylı ve keskin bir gözlemle aktarıldığını söylemek mümkün.
Filmin en güçlü yanlarından biri de final sahnesinde ulaştığı karanlık ironisi. Russell, Hollywood anlatılarında sıkça görülen “saplantılı yabancının cezalandırılması” formülünü reddederek daha soğukkanlı ve sarkastik bir kapanış sunuyor. Matt’in gerçekten Oliver’ın müziğini sevip sevmediği bile hiçbir zaman netleşmiyor; çünkü Lurker için esas mesele sanat değil, sanata en yakın pozisyonda durabilmenin getirdiği sosyal sermaye. Bu yönüyle film, görünürlüğün artık başlı başına bir amaç haline geldiği çağımızı eleştiriyor. Film, birçok izleyici için rahatsız edici, ama tam da bu yüzden unutulmaz bir deneyime dönüşüyor.
Film; 13 Nisan Pazar 19:00 Kadıköy Sineması, 14 Nisan Pazartesi 19:00 Cinewam City’s 7, 18 Nisan Cuma 21:30 Paribu Cineverse Nautilus’da tekrar gösterilecek.
How to Make a Killing (Yön. Franck Dubosc, 2025)
İstanbul Film Festivali’nin kara komedi türündeki sürpriz yapımlarından How to Make a Killing, sıradanlığın içinden fışkıran absürd bir suç hikâyesini kara mizahın incelikleriyle sahneye taşıyor. Michel ile Cathy’nin dağlarda geçen durağan ve tekdüze hayatı, bir ayının yola çıkmasıyla birlikte dönüşü olmayan bir karmaşaya sürükleniyor. Michel’in istemeden iki kişiyi öldürmesi ve beraberinde gelen iki milyon avro, kısa sürede absürtlüğün sınırlarını zorlayan bir suç sarmalına dönüşüyor. Ancak film, bu karmaşayı yalnızca mizah yoluyla değil; küçük insanların büyük sistemler karşısındaki hayatta kalma stratejileri üzerinden de okunabilir kılıyor.
Yönetmen Franck Dubosc’un anlatısında Coen Kardeşler’in Fargo’sunu anımsatan bir atmosfer kadar, Fransız taşrasına özgü bir grotesk naiflik de hissediliyor. Filmin “Filler tepişirken çimenler ezilir.” şiarını ters yüz eden yapısı, izleyiciye beklenmedik bir tatmin duygusu yaşatıyor. Çünkü finalde verilen mesaj-“bazen de karıncalar güçlüleri alt edebilir”-yalnızca bir ironi değil, aynı zamanda hayata dair sade ama direngen bir umudun ifadesi.
Ve bu umudun temelinde aile yer alıyor. Michel ve Cathy’nin tüm hatalarına rağmen birbirlerine tutunmaları, olayların ortasında bile birlikteliklerini korumaya çalışmaları, filmin alt katmanında aile olmanın değerini sessizce ama kararlılıkla öne çıkarıyor. Ancak bu, geleneksel anlamda bir aile değil; patriyarkanın kurallarını sorgulayan, dönüşen ve kendini yeniden kuran bir birliktelik. Her şeyin çözülüp dağıldığı anlarda bile, tek sabit kalan şeyin bir başkasının yanında durabilmek olduğu fikri, How to Make a Killing’i yalnızca komik değil, aynı zamanda şaşırtıcı derecede dokunaklı bir film haline getiriyor.
Film; 17 Nisan Perşembe 19:00 Atlas 1948, 19 Nisan Cumartesi 21:30 Cinewam City’s 7, 21 Nisan Pazartesi 21:30 Paribu Cineverse Nautilus’da tekrar gösterilecek.
Moon (Yön. Kurdwin Ayub, 2024)
Başarılı bir boksör olan Sarah eski parlak günlerini geride bırakmıştır. Oynadığı son maçta mağlup olunca bir süreliğine ringe veda eder. Bu esnada Ürdünlü zengin bir aile, evdeki kız çocukları için boks eğitmeni aramaktadır. Başlangıçta her şey Sarah için mükkemmeldir; ancak Avusturya’dan Ürdün’e uzanan bu hikâyede Ürdünlü zengin ailenin herkesten sakladığı karanlık bir geçmiş vardır.
Kadınları ve toplumun kadınlar üzerinden yarattığı sorunları sıklıkla ele alan Kurdwin Ayub, ilk filmi Sonne (2022)’den sonra Moon filmi ile kamerasını tekrar gençlere yöneltir. Üç kız kardeşin sınırlarla, yasaklarla ve ataerkil baskılarla geçen hayatı, büyük kardeşleri Abdul’un sıkı yönetimiyle zindana dönüşür. Dolgun bir maaş karşılığında Avusturya’dan Ürdün’e eğitim vermek için gelen Sarah gün geçtikçe bu gizemli ailenin sırlarını açığa çıkartmak için mücadele eder. Toplumun kadınlar üzerindeki yaptırımı ve eril sistem Doğu-Batı ayrımı gözetmeksizin yüzyıllardır mücadele ettiğimiz bir savaş olarak tüm kadınların hayatına sirayet etmektedir. Baba otoritesi, gelenek ve görenek kıskacında geçen Ortadoğulu kadınların hayatı sadece tek bir coğrafya ile sınırlı değildir. Moon, dünyanın birçok yerinde var olma mücadelesi veren kadınlar için direnme gücü sunar.
Aynı anne babadan doğan dört kardeşin nasıl bu kadar birbirlerinden farklı olabileceğini patriyarkal düzen üzerinden sorgulayan Ayub, yer yer tarafsız bölge yaratmayı da ihmal etmez. Sarah’ın kızlar için verdiği mücadele, çoğu zaman didaktik bir atmosferle temsil edilir. Avrupalı insanların rasyonelliğe olan yatkınlığı ile doğulu insanın kaderciliği Ayub’un perspektifinde çatışmacı bir yaklaşımla sergilenir. İyi bir insan olmak için gereken en önemli şey nedir? Etik değerler neye göre oluşur? Kadın ve kadına yönelik tüm süreçler neden tabudur? Yasakların ve otoritenin işlevsizliği üzerinden sert bir üslupla toplumsal analiz yapan yönetmen, köklerinin filizlendiği Ortadoğu topraklarına adeta savaş açar. Kurdwin Ayub, Arap dünyasının zenginliklerini, modern mimarisini batılı bir gözle ele alsa da kadın haklarına yönelik ihlallerin devam ettiğini yüksek sesle haykırmaktadır.
Film; 16 Nisan Çarşamba 13:30 Cinewam City’s 7, 21 Nisan Pazartesi 19:00 Sinematek/Sinema Evi’nde tekrar gösterilecek.
Familiar Touch (Yön. Sarah Friedland, 2024)
Yaşlanmak yeryüzündeki bütün canlıların kaçınılmaz sonudur. Ancak bu mutlak geleceği nasıl kabul edip yöneteceğimiz tamamen bireysel dokunuşlara göre şekillenir. Çünkü hayat, bittiği ana kadar devam eden kişi odaklı bir süreçtir.
Geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali’nden En iyi yönetmen, En iyi kadın oyuncu, En iyi ilk film ödülleriyle dönen Familiar Touch, seksenli yaşlarının başında bir kadının evinden ayrılıp bakımevine yerleşme sürecini merkeze almaktadır. Bu bağlamda filmin günlük hayattaki karşılığı, aşina olduğumuz hüzünlü hislerlerden oluşur. Bu bağlamda Familiar Touch, birçoğumuzun tanıdık olduğu olayları hassasiyetle işlemeye özen gösterir. Oğlu tarafından bir bakımevine gönderilen Ruth, burada hayata yeniden tutunmaya çalışır. Kısa sürede birçok kişinin sevgilisi olur. Ruth’un hayat enerjisi, entelektüel birikimi, kibar ve nazik mizacı yönetim dahil birçok çalışanı etkilemeyi başarır. Bütün bakımevi Ruth’u içtenlikle kabul etmiştir ne yazık ki Ruth, taşındığı bu yerin amacını, toplumsal işlevini henüz bilmemektedir. Kendisini pahalı bir tatil köyünde sanmaktadır.
Sarah Friedland, Familiar Touch ile hafızaya duyulan yası yaşlılık anında kimlik edinme mücadelesiyle harmanlar. Film, her durumda umutlu olmayı, hayat ile barışmayı düstur edinmiş yaşlıların yarattığı güçlü bir atmosferden oluşur. Keza hayatı çözmüş, deneyimlemiş, öğrenmiş kişilerin hayat ile sürdürmüş olduğu kavgaları da bitmiştir. Daha uyumlu, daha ılımlı, her şeyi olduğu gibi kabul eden bir sürece geçilir. Özellikle Ruth’un gözünden unuttuğu hayatı ve geçmişi büyük bir özgüvenle, şükranla yansıtılır. Ancak aynı durum oğlu Steve için geçerli değildir. Steve annesinin yitirmiş olduğu hafızasına tuttuğu yas ve anıların yitimi sonucunda bu süreçten duygusal olarak büyük bir hasarla çıkar. Böylece Familiar Touch, Ruth ve Steve ekseninde gelişerek tanıdık, bilindik dokusunu evrensel bir boyuta taşır. Ortak paydada buluşan ve aynı sorunlarla uğraşan birçok kişiye umut ışığı olur.
Film; 14 Nisan Pazartesi 16:00 Paribu Cineverse Nautilus, 15 Nisan Salı 11:00 Cinewam City’s 7’de tekrar gösterilecek.