Rüya kime aittir? Anlatıldığı andan itibaren anlatanın aktardığı ve duyanın anlamlandırdığı kadarıyla dinleyenin de aklında oluşan görüntüler bu aktarımı ortak bir çalışma alanına dönüştürebilir. Peki ya bir insanın tüm rüyaları bir başkası tarafından izlenebilse nasıl olur? Bu noktada bilinçdışının rüyaları “izlediği” mi ya da “deneyimlediği” mi tartışılabilir. Peki ya birçok insan tarafından ortak görülen imgeler insanlık hakkında ne söyler?
Come True (2020), kâbusları nedeniyle uykusuzluk sorunu yaşayan Sarah’nın bir uyku laboratuvarında ücreti karşılığında bir çalışmaya katılmasını konu alır. Filmin yönetmeni Anthony Scott Burns, filmi analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’un dört arketipini temel alarak dört bölüme ayırmıştır: Maske (Persona), Gölge (Shadow), Anima/Animus ve Benlik (Self). Tüm bu arketiplerin ötesinde ise film, Sarah’nın bir kadın olarak içsel dünyasıyla nasıl temas kurduğunu anlatır.
Parçalanmış Gölge
Yazının geri kalan bölümü, filmi izlememiş okurlar için seyir zevkini bozabilecek ayrıntılar içermektedir. Carl Gustav Jung, Anılar, Düşler, Düşünceler (1961) adlı eserinde kolektif bilinçdışı kavramını, insan psişesinin tüm bireylerde ortak olan en derin katmanı olarak tanımlamaktadır [1]. Jung’a göre bu yapı, bireyin kendi yaşam öyküsünü aşan, insan türünün ortak deneyimlerinden ve arketipsel imgelerinden oluşan kalıtsal bir ruhsal zemin niteliğindedir. Kolektif bilinçdışı, geçmişten bugüne tüm insanlıkta tekrarlanan simgesel biçimlerin, davranış örüntülerinin ve kültürel temsillerin kaynağını oluşturur. Jung, bu kavramı açıklarken bireyin yalnızca kişisel bir ruhsal varlık olmadığını, aynı zamanda tarihsel bir kolektif ruhun taşıyıcısı olduğunu vurgular. Dolayısıyla psikolojik bütünlük ancak bireyin hem kişisel hem de kolektif bilinçdışıyla yüzleşmesiyle, yani kendi içsel arketiplerini tanımasıyla mümkündür.
Filmde Sarah ve diğer katılımcılar rüyalarında giderek yaklaşan gölgeli siyah bir figür görürler. Aynı zamanda rüyalarda yineleyen kapılar, karanlık delikler ve parçalanmış beden imgeleri de ortaktır. Filmde çalışmanın yürütücüsü Dr. Meyer ve başasistanı Jeremy’nin, bu imgelerin tüm insanlık için ortak olduğu hakkında bilgiler verdiği birçok sekans görülür. Bu durum henüz bilimsel araştırma basamaklarınca doğrulanabilir olmasa da birçok psikanalist tarafından danışanların rüya analizlerinin izlemleriyle doğrulanmıştır. Jung, tüm insanlığın belli imgelerden ürpermesinin bir tesadüf olmadığını ve bu korkuların kolektif bilinçdışında köklenen arketipsel temsillerin dışavurumu olduğunu ileri sürer. Karanlık figür, delik, nereye açıldığı bilinmeyen bir kapı ya da koridor gibi motifler bilinçdışının gölge arketipini somutlaştırır. Bireyin bastırdığı, tanımaktan korktuğu yönlerin rüya imgeleri biçiminde yüzeye çıkışını temsil eder. Filmdeki figürlerin tüm katılımcıların düşlerinde ortaklaşa belirmesi, Jung’un insanlığın evrensel ruhsal mirasını tarif eden kolektif bilinçdışı kavramını filmde görünür kılar.
Mavi Sakal
Jung’un gölge arketipinin ötesinde Sarah, filmde on sekiz yaşında, erginlenme sürecinin başında, bilinçdışının katmanlarında kaybolmuş halde ve kafası karışık bir kadındır. Filmde deneye katılmadan önce rüyaların içeriğine dair bir şey hatırladığına ilişkin bir ipucu verilmez. Deneye katıldığı ilk gecenin ardından Sarah’nın hayatı baştan aşağı değişir. Rüyasından bazı fotoğrafların uyanık haline gösterilmesi ve yaşadığı tetiklenme ile bir nöbet geçirir. Bu durum yokuş aşağı yuvarlanmak gibi okunabilirse de aslında içinde bilincine gelemeyen fakat hayatını etkileyen bazı imgelerin farkına varması ve onları kontrol altına alması için bir başlangıç olarak da görülebilir.
Clarissa Pinkola Estés, Meksika kökenli Amerikalı bir Jungiyen psikanalisttir. Çalışmalarında özellikle arketip, kolektif bilinçdışı, kadın ruhunun derin yapısı ve mitlerin iyileştirici gücü üzerine odaklanır. Jung’un tanımladığı ve tüm insanlarda ortak görüldüğünü ileri sürdüğü bu dört arketipin ötesinde, kadınların iç dünyalarında bazı ortak süreçlerin olduğunu savunur. Women Who Run with the Wolves (1989) kitabında birçok kültürde benzer biçimde ortaya çıkan mitlerin kadın ruhsallığını anlamadaki yapısını anlatır. Bir kadının safdillikten erginlenme sürecine uzanan içsel yolculuğunu, mitler aracılığıyla nasıl tamamladığını ortaya koyar.
“İçgüdüsel doğası güçlü olduğu zaman bir kadın içsel yok ediciyi kokusundan, görünüşünden, sesinden sezgisel olarak tanır, varlığını sezer, yaklaştığını duyar ve ondan uzaklaşmak için tedbirler alır. İçgüdüleri zedelenmiş kadın ise, daha geldiğini bile anlamadan yok ediciyi tepesinde bulur.” [2]
Sarah’nın hikâyesinde ilk bölümde Sarah, Estés’in deyimiyle safdildir (naiftir); ona rüyalarında rahatsızlık veren, tüm kadınlarda ortak olan imgelerin ve dışsal tehlikelerin farkında değildir. Tamamen gönüllü bir şekilde çalışmaya katılır ve doktorların dediklerini uygular. Estés, Mavi Sakal bölümünde “safdillik”i, kadının içsel uyarılarını duymasını engelleyen bir durum olarak anlatır. Mavi Sakal hikâyesinde, tehlikeli kocasının açma dediği kapıyı açan ve içindekileri gören prenses, anahtara bulaşan kanı asla temizleyemez. Bir kere öğrenilen bilgi, öğrenilmemiş gibi yapılamaz. Sarah da rüyalarının farkına varmaya başladığında bir daha safdil hâline geri dönemeyecektir. Bu farkındalık aynı anda hem tehdit hem de potansiyeldir. Estés’in “içsel yok edici” diye tanımladığı unsur, rüyalarda izleyen/takip eden bir figür olarak belirir. Filmde de karanlık siluetler peyda oldukça Sarah’nın sezgisel savunmaları ya çalışacak ya da tümden çökecektir.
Fok Derisi/ Ruh Derisi
“Eğer ‘evinden uzak’ bir kadın, bütün gücünü teslim ederse, eski vahşi benliğinin önce bir sisi, sonra buharı, en sonunda da incecik bir dumanı hâline gelir.” [3]
Doktorlar ise katılımcıların izni olmadan onların rüyalarını ekranlarından izlemekte, herkeste ortak bulunan siyah figürü ve anlamını tespit etmeye çalışmaktadırlar. Katılımcıların ne zaman uyuyup ne zaman uyanacaklarına doktorlar karar vermektedirler. Katılımcıların rüyalarında en korktukları zamanda dahi uyanmalarına izin verilmez ve bu giderek etik ihlale dönüşür. Estés’in Fok Kadın masalında kadın, derisi çalındığında içgüdüsel yurdundan kopar ve deniz yerine karada yaşamak zorunda kalır; ruh derisini geri bulmaya, “vahşi eve” dönüş döngüsünü yeniden kurmaya çalışır. Bu çerçevede laboratuvar, ruh derisine el konulmasının modern kurumsal bir hâlidir: rüya deneyiminin veriye dönüştürülmesi, öznenin içgüdüsel düzenle temasını zayıflatır ve mahrem deneyimi diğerlerinin gözlemine açar. Sarah bunu öğrendiğinde çok öfkelenir. Deneyin onu neden bu kadar etkilediğini anlamayan Sarah, Jeremy’den ne yaptıklarını söylemesini, yoksa deneye geri dönmeyeceğini söyler. Ekran kayıtlarının Sarah tarafından geri alınması ise onda kalıcı izler bırakır; henüz hazır olmadığı yönüyle ani yüzleşme bir tetiklenme yaratır. Bu durum karakteri toplumsal uyumdan, rüya ve iç dünyası üzerindeki gücünü tekrar eline almaya yönlendirir.
“Derinin doğru ve derin bir sevgi yüzünden de yitirilebileceğini unutmamalıyız.Asıl mesele bunun bize bedelinin ne olduğudur.” [4]
Filmde Jeremy’nin Sarah’a yönelik romantik ilgisi, Estés’in aynı anlatıda tanımladığı örtük gasp dinamiklerini de görünür kılar. Estés, bir kadının ruh derisinin gasp edilmesinin, kadının kaynaklarının ve zamanının çalınması yoluyla da gerçekleşebileceğini ve çevreden gelen taleplerin dikkati dışa bağlayarak öznenin içsel kaynaklarını baskıladığını belirtir. Jeremy’nin koruma ve yardım motivasyonuyla Sarah rüyalarından korkarak kaçmak istediğinde onu çalışmada tutan yönlendirmeleri, onu bir şekilde geri döndürmesi, çalışma dışındaki hayatında da onu takip etmesi bu örtük gaspın görünümleridir.
Vasalisa
“Psişede bir şey, içgüdüsel bebeğe ait bir şey, ortak bilinçdışının altında, üstünde ya da içinde bir şey vardır ve biz uyurken ya da düş görürken malzemeleri ayıklamaktadır. Ve bu özelliğe güvenmek de vahşi doğanın bir parçasıdır” [5]
Vasalisa anlatısında üvey annesi, Vasalisa’yı ateş getirmesi (ya da ölmesi) için ormandaki Baba Yaga’ya yollar; annesinin verdiği küçük oyuncak bebek yol gösterir ve Vasalisa, Yaga’dan aldığı fenerle eve dönerek üvey ailesinin kötülüğünden kurtulur, sezgisine güvenmeyi öğrenir. Filmde ise Sarah, gerçek benliğine dair işaretleri rüyalarında görse de başlangıçta bunlarla yüzleşecek cesareti yoktur. Uykusuzluğunun sebebini aramak yerine sürekli kahve içerek ayakta kalmaya çalışır, çalışmaya rüyalarının kendi içsel dünyası için anlamını öğrenmek amacıyla değil rahatça uyuyabilmek için katılır. Rüyalardaki ürkütücü motiflerin kendisinin bir parçası olduğunu kabul etmek yerine protokole uyar. Rüyalarından fotoğraflar gösterilmesinin onda yarattığı tetiklenme ile deneyde bir şeyler döndüğünü anlar ama tanımlayamaz. Zamanla, zeki ve asi bir karakter olarak kendi yolunu izlemeye başlar. Bu aşamada Sarah’nın da Jeremy’nin rüyalarını izlemesi ve Sarah’nın ondan kaçması, ardından onunla kalmayı istemesi ve bu yakınlığı eyleme dökmesi, karakterin yaşamı üzerindeki sorumluluğu giderek daha fazla üstlendiğini gösterir. Böylece Sarah, filmin başından beri süren akışına bırakma ya da talimatlara uyma tutumunu terk ederek ilk kez etkin bir özne konumuna geçer. Estés’e göre kadın sezgisi beslenip sınandığında güvenilir bir iç rehberdir; bu rehber, ölçülü bilgiyle hareket etmeyi ve ayırt etme yetisini geliştirerek eve, yani özüne giden yolu bulmayı öğretir.
La Loba (Kemik Toplayıcı)
“La loba, bütün bir iskeleti bir araya getirdiğinde şarkı söylemeye başlar. Eğer doğru şarkıyı söylersek… onu tekrar canlandırabileceğimizi vaat eder” [6]
Estés’in La Loba anlatısı, psişenin dağılmış öğelerini bir araya getirip onlara biçim ve hareket kazandırma sürecini anlatır. Sarah’nın rüyalarının erken evresindeki parçalı imgeler (tekrarlayan kapılar, karanlık boşluklar, parçalanmış beden ayrıntıları) film ilerledikçe tek bir çekirdeğe yoğunlaşır ve “siyah adam” figürü belirginleşir. Bu yoğunlaşma, bilinçdışı malzemenin bir arketip etrafında örgütlenmesi ve tehdidin tanınabilir bir biçime çevrilmesi anlamına gelir. Filmde rüya sekansları filmin başı ve sonunda değişiklik gösterir. Özellikle Sarah komaya girdiğinde sadece bir değil birden fazla siyah figür önüne çıkar. Filmin ilk yarısında rüya olduğu belli olan anlamsız ve parçalı imgeler, Sarah iç dünyası hakkında daha çok bilgi sahibi oldukça gerçek hayattan ayrılması zor bir sahne haline gelir. Artık bu parçalı imgeler gerçek hayatla bağdaştırılarak sembolize edilebilir. Fakat siyah figürler hala oradadır. Figür giderek güç kazanır ve yüzleşme ertelenemez hâle gelir. Bu eşik, bir yandan da Jungcu Gölge ile karşılaşmayı işaret eder. Çözüm ise parçaların, doktorların dış aygıtlarının ekranlarında değil, öznenin içsel dünyasında bütünleştirilmesidir.
İskelet Kadın
“Karşıtlık değil, tek döngünün iki yüzü.Ölüm ve Hayat arketipleri karşıtlıklar olarak değil, bir madalyonun iki yüzü gibigörülmelidir… Kalbin bir tarafı boşalırken, öteki tarafı dolar” [7]
Bu anlatıda İskelet Kadın, bir balıkçının oltasına takılıp sudan çıkınca önce ondan kaçar; sonra yüzleşme, şefkat ve kalbin ritmi sayesinde yeniden can bulur. Estés bu anlatıyı “Hayat/Ölüm/Hayat” döngüsünün mitik karşılığı olarak okur. Filmin son bölümünde Sarah tamamen bilinçdışına esir hâle gelir. Koma halindeyken rüyasında yürümeye ve belli bir noktaya gitmeye çalışır. Dışsal uyaranlar, yani Jeremy ve diğer araştırmacı Anita da gideceği yere güvenle gidebilmesi için ona eşlik etmeye çalışsa da kendi yolundan ilerler. Burada içgüdülerini izleyen Sarah, gölgeyi sonunda bir bütün olarak görür ve parlayan gözlerine iyice bakma cesareti bulduğunda onun aslında kendisi olduğunu fark eder. Estés’in Hayat/Ölüm/Hayat döngüsü, Jung’un Gölgeyle bütünleşmesini ritmik bir model içinde açıklar: İnkâr bir bakımdan ölümü; duygulanımın düzenlenmesiyle gölge malzeme toplanır, anlamlandırılır ve öznenin yeni hayatı bu bağlamda yeniden başlamış olur.
Sarah, film boyunca korktuğu gölgeyle yüzleşmesine rağmen kötü birine dönüşmez. Kendi kötü tarafıyla zor da olsa yüzleşmiş olur. Siyah figüre yeteri kadar yaklaştığında, onun kendisi olduğunu ve kötü yanını da kabul etmesi gerektiğini anlar. İyinin, kötünün varlığıyla anlam kazandığını kavrar. Kendi iyi ve kötü yanlarını birlikte görmeye başlar. Artık hem insan hem kadın olduğunu ve kültürün onu yerleştirmek istediği konuma uymama hakkına sahip olduğunu bilir. Anlamın parçalandığı, başkasının uzun bir rüyasını izliyormuş izlenimi veren film evreninde Sarah, sonunda kurt dişlerini gösterip kocaman bir gülümsemeyle aynaya bakar.
Kaynakça
[1]Jung, C. G. (2019). Anılar, düşler, düşünceler (R. Şahi, Çev.). Can Yayınları.
[2],[3],[4],[5],[6],[7]Estés, C. P. (2018). Kurtlarla koşan kadınlar (H. Atalay, Çev.). Ayrıntı Yayınları.





























