‘’Kendi yönettiğim filmlerde “her şeyden biraz” olsun istiyorum. Mesela Nar metafizik bir gerilim gibi başlayıp komediye çengel atıyor sonra da neredeyse “toplumsal gerçekçi” bir tonda bitiyor. 9‘da ve Ara’da hem çok acıklı, korkunç hem de komik anlar iç içe. Ben hayatı böyle görüyorum. Tek bir bakış açısı, tek ton bana yetmiyor.’’
Yazdığı ve yönettiği filmlerle Türk sinemasında ayrıcalıklı bir yer edinen Ümit Ünal’la senaryo yazarlığı, yeniden çekmek istediği ilk senaryosu Teyzem ve sinemasının öz materyalleri üzerine kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdik.
Okurken en az bizim kadar heyecan ve keyif duymanız dileğiyle…
Soner Yıldırım: Sinemaya ilk olarak 80’li yıllarda adım atmanıza karşın yönetmenliğini üstlendiğiniz ilk filmi 2000’li yıllarda izledik. Bu süreç bir tercih miydi?
Ümit Ünal: Tercih değil, koşulların zorlamasıydı diyelim. Hep kendi filmlerimi yazıp çekmek istedim ama sinemaya girdiğim günlerde (1985) Yeşilçam usta-çırak ilişkisi üzerine kurulu bir endüstriydi. Ben de çok gençtim. Ayrıca kötü de bir asistandım. Herhangi bir yapımcının gözünde iyi bir yönetmen adayı sayılmazdım. Yeşilçam 90’ların başında bitkisel hayata girdi. Ben de reklam sektöründe çalışmaya başladım. 96’dan itibaren o zamanki patronum Paul McMillen’in verdiği fırsat sayesinde reklam çekmeye başladım. Çektiğim reklamların bir kısmı çok da başarılı oldu, ödüller aldı. Teknik bilgim gelişti. Bir yönetmen adayı olarak kendime güvenim arttı. Ama Yeşilçam dışında, normal film üretiminin dışında bir iş yapmaya ancak 2001’de cesaret ettim ve 9’u çekebildim.
S.Y: Yönetmenliğe senaryo yazarlığından geçmenizin size ne tür kazanımlar sağladığını düşünüyorsunuz?
Ü.Ü: Benim sevdiğim, anladığım ve yapabildiğim sinema hikaye anlatan bir sinema. İnsanın en eski ve hayati buluşlarından biri olan hikayenin gücüne inanıyorum. Senaryo yazarı olarak yetişmek ve yönetmenliğe oradan geçmek, sanırım anlattığım hikayelere daha hakim olabilmemi sağladı. Ayrıca hikayeleri maddi koşullara göre budamak yerine, elimdeki parasal, çevresel koşullara göre sıfırdan hikayeler kurabilmemi sağladı.
S.Y: İlk senaryonuz Teyzem bir gazetenin senaryo yarışmasında birincilik elde etmişti. Son dönemde de bu alanda birçok yarışma düzenlenmekte. Bu tür organizasyonlar günümüzde genç senaristler için ne ölçüde önemli?
Ü.Ü: Milliyet gazetesinin verdiği ödül benim hayatımı değiştiren şeylerden biriydi. Saygın bir jüriydi. Onların onayını almak benim için çok cesaret verici oldu. Ayrıca 1986 için oldukça büyük bir para ödülüydü, İstanbul’a yerleşmeyi o ödül sayesinde başarmış hatta aileme yardım bile edebilmiştim. Senaryo zaten çekilecekti, filmin hazırlıkları başlamıştı. Ama yine de ödül senaryonun bilinirliğini de artırdı. Bugünün genç yazarları için de aynı maddi-manevi destek geçerlidir sanırım.
S.Y: Sinemayla kenarından kıyısından ilgilenen herkesin filme çekilmesini istediği bir senaryo fikri olduğunu söyleyebiliriz. Bu doğrultu size pek çok senaryonun ulaştırıldığını tahmin etmek güç değil. Bu senaryoların olumlu ve olumsuz yanlarına dair genellemeler yapmak mümkün mü? Mesela birçoğu için ortak bir sorun/noksan olarak adlandırabileceğiniz bir unsur var mı?
Ü.Ü: Evet, çok sık senaryo geliyor. Ama bana gönderilen senaryoları eğer profesyonel amaçla bir şirketten ya da danışma amacıyla yakından tanıdığım birinden, arkadaş ya da öğrenciden değilse prensip olarak okumuyorum. Ortak sorunlar piyasadaki filmlerin ya da dizilerin birçoğunda gördüğümüz sorunlar. Hayal gücü eksikliği, gerçek bir dert eksikliği, bir fikri görselleştirmekteki teknik eksiklikler vs.
S.Y: Yeşilçam’dan günümüz Türk sinemasına geçişi yakından gözlemleme şansı bulan az sayıda isimden birisiniz. Sinemamızın bugün durduğu noktayı, bu geçiş dönemini bizzat deneyimleyen biri olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ü.Ü: Sinemaya başladığım yıllara göre sinemamız her şeye rağmen heyecan verici bir yerde. 80’lerin ikinci yarısında hayal bile edilemeyecek gişe rakamları görüyoruz, yurtdışı festivallerde elde edilen başarılar da göz kamaştırıcı. Ama her ülkenin, her dönemin sorunu şu: Çok iş yapan filmler kötü yazılmış ve çekilmiş, suya sabuna dokunmayan, seyircinin en berbat zaaflarını suistimal eden örnekler, söyleyecek sözü olan iyi filmlerse yurt dışında festivallerde başarılı olsa da, burada ticari dolaşıma girip seyirciye ulaşamıyor. Bu sorun bir gün aşılırsa, iş yapan “ticari” filmlerde de, dünya ölçüsünde bir “sanatsal kalite” yakalanırsa mucizeler yaratan bir sinemadan söz edilebilir bence.
S.Y: Yazdığınız senaryolar Yeşilçam’ın büyük sinemacıları tarafından yönetilerek Türk sinemasında kendine has yerler edindiler. Halit Refiğ, Atıf Yılmaz, Tunç Başaran, Şerif Gören, Ertem Eğilmez gibi yönetmenlerle çalışmak gurur verici olmalı. Peki senaryolarınızı filmleştiren yönetmenlerden en çok hangisinin sizin kurguladığınız evrene yaklaştığını düşünüyorsunuz?
Ü.Ü: Ertem Eğilmez’le senarist/yönetmen ilişkimiz olmadı. Ama Teyzem’in çekilmesine önayak oldu ve beni senaryocu olarak piyasaya kazandırdı diyebilirim. Milyarder’in de asıl yaratıcısı ve yapımcısıydı. Ondan çok etkilendiğimi her yerde söylüyorum. Atıf Yılmaz ise beni yeniliklere açıklığı, iş disiplini ve bitmeyen enerjisiyle çarptı. Her ikisini de ustam sayarım. Atıf Abi’nin çektiği Hayallerim, Aşkım ve Sen en iyi çekilmiş senaryolarımdan biridir.
S.Y: Ümit Ünal filmografisinde kadın karakterlerin ayrı bir önemi olduğunu söyleyecek olsam bana karşı çıkmazdınız sanıyorum. Türk sinemasında kadın deyince ataerkil toplum düzeninde var olmaya çalışan kadın olgusu öne çıkar, ancak Ümit Ünal kadınlarında içe dönük bir mücadelenin, psikolojik bir hesaplaşmanın yansımalarını görürüz. Bu bakımdan yarattığınız kadın karakterlerin sinemamız açısından daha ayrıcalıklı bir yerde durduğuna ve kadın dünyasında daha kökten ve samimi bir hikaye arayışını temsil ettiklerine inanıyorum. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir?
Ü.Ü: Beni sinemaya yönelten ana duygunun “haksızlıklara karşı durmak” olduğunu, hemen hemen yazdığım her şeyde bir hak arama mücadelesi olduğunu bir yerde yazmıştım. Kadınlar ülkemizin en geniş, en çok hakkı yenen azınlığı. Teyzem’den başlayarak filmlerimde sıklıkla başkahraman oldular. Türkiye gibi erkek egemen bir toplumda, sanatta da erkek egemen bakış açısı çok boğucu yoğunlukta. Bunun dışına çıkmaya çalıştım. Kadınlarla birlikte, başka birçok filmde ancak karikatürize kılıklarda yer alabilen eşcinsel ve lezbiyenlere de işlerimde yer verdim. Onları “içeriden” anlatmaya çalıştım.
S.Y: Yazıp yönettiğiniz filmlerinizle yalnızca yönetmenliğini üstlendiğiniz filmler arasında ayrım yapmak mümkün. Roman uyarlaması ile sıfırdan yazılan bir senaryonun yaratım süreçlerinde ne gibi farklılıklar var?
Ü.Ü: Bugüne kadar sadece bir filmi, Ses’i başka bir yazarın (Uygar Şirin) senaryosundan çektim. Diğer filmlerimi hep kendim yazdım. Roman uyarlaması ile sıfırdan yazılan bir senaryo arasında bir fark yok. Uyarlamalara sanki hazırda bir hikaye varmış da yönetmen alıp, biraz oynayıp çekmiş muamelesi yapılır. Oysa onun da “sıfırdan yazmak”tan farkı yok. Yazılı dildeki bir yapıtı alıp, sinema diline çevirmek zorundasınız. Bu aslında her şeyi yeniden yazmak demek.
S.Y: Daha önce korku filmi seyredemediğinize dair demeçleriniz olmuştu. Diğer taraftan filmografinizdeki en kuvvetli duygulardan birinin gerilim olduğunu görüyoruz. Kaleme aldığınız ilk eser olan Teyzem’den son filminiz Nar’a kadar birçok eserinize güçlü bir tekinsizlik hissi hakim. Edebiyat uyarlaması olan Gölgesizler ve Uygar Şirin’in senaryosundan filmleştirilen Ses içinse başlı başına birer gerilim filmi diyebiliriz. Dışarıdan bakıldığında korku sinemasıyla olan ilişkiniz hiç de mesafeli görünmüyor.
Ü.Ü: Ben seyircinin refleksleriyle oynayan korku filmlerini sevmiyorum. Ama hikayenin bütününe yayılmış, hikayenin kendisinden kaynaklanan gerilim ve tekinsizlik duygusunu çok seviyorum. 9, Nar, Gölgesizler gibi işlerimde hikayenin kendisi doğal bir gerilim yaratıyor, bu seyirciye yapılmış bir gerilim/korku hilesi değil. Tür filmi yapmaya çalışınca, türün katı kurallarına uymanız gerek. O da açıkçası pek bana göre değil. Tür filmi olarak yapmaya çalıştığım tek işim Ses’in başarılı bulduğum yerleri korku/gerilim filmine benzemeyen kısımları.
S.Y: Sizin de zaman zaman değindiğiniz üzere filmlerinize hakim olan duygulardan bir diğeri de mizah… Amerikalı, Milyarder gibi Türk sinemasının parlak komedi filmlerinin senaryosunda parmağınız var. Önümüzdeki yıllarda komedi yanı ağır basan bir film yönetmeyi düşünüyor musunuz?
Ü.Ü: Teyzem’den Nar’a kadar filmlerimin çoğunda en ciddi anlarda beliren bir kara mizah vardır. Ama komedi çok özel bir yetenek gerektiriyor, baştan sona sadece güldürme amaçlı bir film çekebilir miyim bilmem. Dediğim gibi tür filmleriyle başım hoş değil pek. Senaryosunu yazdığım eski işler daha çok başkalarının fikirlerinden yola çıkan işlerdi. Amerikalı filminin jeneriğinde adım var ama filmde bir iki diyalog haricinde bir katkım kalmadı. Kendi yönettiğim filmlerde “her şeyden biraz” olsun istiyorum. Mesela Nar metafizik bir gerilim gibi başlayıp komediye çengel atıyor sonra da neredeyse “toplumsal gerçekçi” bir tonda bitiyor. 9‘da ve Ara’da hem çok acıklı, korkunç hem de komik anlar iç içe. Ben hayatı böyle görüyorum. Tek bir bakış açısı, tek ton bana yetmiyor.
S.Y: 9, Ara ve Nar’da göze çarpan bir mekan sınırlaması var. Kurguyu böyle kısıtlı bir mekana sığdırmak, hikayeyi ve karakterleri nasıl etkiliyor?
Ü.Ü: Bu filmler bütçe kaygılarıyla tek mekanda tasarlanmış işler. Tek mekanın haricinde film dili olarak da mümkün olduğu kadar oyunsuz, sade, çekim zamanını ekonomik kullanan bir üslupla çekilmiş filmler. Nar 15 günde çekildi. Diğerleri daha kısa sürelerde. O yüzden çekim üsluplarında karmaşık kamera hareketlerine, çok değişken ışıklara yer yok, sadelik hakim. Ama mesela Ses’te hepsinden daha uzun zamanımız ve bütçemiz olduğu için kamera/ışık kullanımı, sinemasal anlatım çok farklı, daha detaylı ve oyuncaklı. Çünkü teknik açıdan bir filmin “cilası”, zaman ve para alan bir şey. Teknik ve para kısıtlı olunca, senaryoda oyunlara, hikayenin dönüş ve açılımlarında çarpıcılığa, işlek diyaloga ve elbette iyi oyunculuğa ihtiyaç artıyor. 9, Ara ve Nar bunlara dayalı filmler.
S.Y: Kendi senaryolarınızı beyazperdeye taşırken mekan ve karakter bakımından bu üçlemenin izinden mi gideceksiniz?
Ü.Ü: Şu an bilmiyorum. Yeni film için aklımda iki üç alternatif var. Bir tam iki yarım senaryo diyelim. Hangisi öne çıkacak, henüz belirsiz.
S.Y: Teyzem filminin sizin kariyerinizin açısından çok büyük bir önemi olduğu su götürmez. En son, bu filmin sizin yönetmenliğinizde yeniden çekileceği haberini almıştık. Bu projeyle ilgili son durum nedir?
Ü.Ü: Teyzem’i ilk çekildiği zamandan beri yeniden çekmek istiyorum. En son geçen sene bir büyük yapım şirketi ilgilendi. Çok olumlu görüşmeler yaptık. Ben de senaryoyu kendi kafamdaki haliyle yeniden yazdım. Ama sonra mali sorunlar, bütçe gibi sebepler yüzünden proje iptal oldu. Olsun, 27 yıl bekledim daha da beklerim. O hikayeyi bir de kendi yorumumla anlatmayı çok istiyorum. Bu konuda bir yazım var, belki link verebiliriz: http://asyadada.blogspot.com/2011/08/teyzem-isk-golge-oyunlar-kitabndan.html
S.Y: Yazılardan söz açılmışken, Fil’m Hafızası’nı takip ediyor musunuz?
Ü.Ü: Fil’m Hafızası’nı sosyal medyada görünür olduğu ilk zamanlardan beri takip ediyorum. Facebook ve Twitter’da takipçinizim.
S.Y: Son olarak, sizce delilik nedir?
Ü.Ü: Beyindeki kimyasal/elektriksel alışverişin çözülmesi, algıyı ve düşünceyi, aklı yaratan rutin akışın dağılması. Belki herşeyin arasındaki bağlar görülür oluyordur, dünya inanılmaz berraklaşıyordur. Belki de hayal edemeyeceğimiz bir karanlık, bir korku evreni doğuyordur. Sonuçta aklın günlük diliyle tarif edilemez bir şey olduğu kesin.
S.Y: Yoğun programınız içinde bize vakit ayırdığınız için, gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederiz. Yakın dönem işlerinizi merak ve heyecan içinde bekliyoruz.