“Chungking Express”i ilk izleyişim çok uzak bir zamana denk gelmiyordu. Ama film hakkında yazmaya karar verdiğimde, filmi tekrar ”hızlıca” gözden geçirmek istedim. Amacım filmdeki kamera kullanımına bakmak, filmin atmosferini hatırlamak gibi şeylerdi. Bilgisayarımın başına oturdum. ”Play” tuşuna bastım ve öylece, 102 dakika boyunca, ilk kez izlermişçesine bu filmi tekrar izledim. ”Hızlıca” değil, ”sindire sindire” bir izleyiş oldu bu, fark etmeden. Bugün yine biri gelse ve dese: “Haydi Chungking Express”i izleyelim”, şüphesiz bir daha izlerim.
Wong Kar-Wai”nin sıkıntılı geçen bir döneminde, -sıkıntısını gidermek adına- gündüzleri senaryosunu yazıp, akşamları el kamerasıyla bu filmi çektiğine inanmak çok zor olsa da, bunu başardığı için, bu filmi, filmografisinde -ve gönlümde-, en üst sıraya yerleştirebilirim. Oyuncu seçimi, müzik seçimi, kamera kullanımı, karakterleri, replikleri… Saymakla bitmeyecek güzellikleriyle filmin her ayrıntısı, filmi en üst sıraya taşımak için yeterli. Ancak bu ayrıntılardan sıyrılan ve üzerinde konuşulması gereken iki unsur var ki, filmi izlediğimden beri aklımda dönüyorlar: Replikler ve müzikler.
Replikler hakkında yazmak isteyeceğim çok fazla şey var ve bunları yazmaya kalkarsam sanırım tüm filmin diyaloglarını yazmış olacağım. Bu dediğimi, filmi izleyenler gayet iyi anlayacak, izlemeyenlerse izleyince bana hak verecektir. Sadece şunu söyleyebilirim, filmden hemen sonra evdeki eşyalarla sohbet etmeye ve konserve yiyeceklerin son kullanma tarihlerini önemsemeye başladım. Ağlamak istediğimde koşmak işe yarar mı, diye düşünürken, her geçen gün silip bir kenara attığım birçok insan, yakın arkadaşlarım olabilir miydi acaba, diye sordum kendime. Bir kadın olarak beklemeyi sevmediğimi kabul etmeye çalıştım. Gördüğüm kişilere ananas sevip sevmediklerini sormak geçti içimden. çok yüksek sesle müzik dinlemenin benim için de ”düşünmemi engelleyecek” etkisi olduğunu onayladım kendimce. Şef salatasını sıradan bulurken, günlük hayatımda adı geçince artık dikkatimi çeker olduğunu fark ettim. Uzun süre, -sürekli tekrarladığım için belki de hiç- unutmayacağım replikler, benim dilim oldu. Aslında filmin dili, benim dilim oldu. İyi mi, kötü mü bilinmez, ama belki de, bu film yüzünden ben de Faye gibi ”hayalci değil -resmen- uyurgezer” oldum bir süre.
Filmde kullanılan müziklere gelince, yazılacak daha da çok şey olduğunu düşünüyorum ve size, aşağıda okuyacaklarınızdan önce, müzik çalarınızı hazırlamanızı, ardından bahsedeceğim iki parçayı dinlemenizi öneriyorum.
“Chungking Express” dediğim an aklıma ilk gelenin -filmi izlemiş çoğu kişinin benimle aynı fikirde olduğundan emin olmakla beraber- ”The Mamas & The Papas”ın “California Dreamin” şarkısı olduğu sonucuna vardım. Ancak, filmde hakkı yenen ve ”California Dreamin”in gölgesinde kalmış bir parça daha olduğunu belirtmeden geçmek imkansız: Dennis Brown”un “Things in Life”ı.
“California Dreamin”i ve “Things in Life”ı -aralarında bir çekişme varmışçasına- karşılaştırma hissi doğdu içimde. çünkü bana göre ”iki ayrı insanın terk edilmişlikleri”ni ele alan film “Chungking Express”, iki bölümden oluşuyor ve iki bölümün de kendine ait bir şarkısı var:
Birinci bölüm, Polis 223 ve ”yağmurluk giyerse, güneş gözlüğü de takan, sarı peruklu kadın”ın hikayesinin anlatıldığı bölüm. Filmin ilk yarısı bu iki insanın ekseninde dönüyor ve bu bölüme hakim şarkı kesinlikle “Things in Life”. Polis 223, terk edilmişliğinin getirdiği büyük boşluğu, son kullanma tarihi 1 mayıs olan bir dolu ananas kutusuyla kapatmayı başaramayınca, umutsuz bir şekilde, oturduğu barın kapısından giren ilk kadın olan, sarı peruklu esrarengiz kadınla karşılaşıyor. Her terk edilmiş insanın yaptığı gibi tanımadığı bu kadında aşkını arıyor, kafasından silip atamadığı kadını ona uygulamaya çalışıyor, üzüntüsünü geçiştirmeye, içindeki boşluğu doldurmaya çalışıyor. Tam da bu süreçte “Things in Life” düzenli bir şekilde aynı bardan, aynı müzik kutusundan -belki de sinsice- sesini duyurup duruyor. Seyirci, Polis 223”ün mutsuzluğunu kendi mutsuzluğu gibi derinden hissederken şarkının, “Kötü zamanlar olduğu gibi, iyi zamanlar da var” gibi cümleler içeren sözlerini alttan alttan dinleyerek fark etmediği bir huzur da yaşıyor aslında, denebilir.
İkinci bölüm ise Polis 633 ve çocuksu tavırlarıyla kalpleri fetheden Faye”nin etrafında dönüyor. “California Dreamin”in yüksek sesle çalmaya başladığı ilk an ile, bu iki karakterin karşılaştığı ilk an birbirine denk düşüyor. çalmaya başladığı andan itibaren bölümün adeta üçüncü başrolü olan parça, filmin devamında sıkça karşımıza çıkıyor, bazen karakterlerin ve yaşananların bile önüne geçiyor, hatta Faye ve Polis 633”ün ilişkisinin simgesi haline geliyor. “California Dreamin”in öyle bir tınısı var ki, onu dinlerken gerçekten insan pek bir şey düşünmüyor, Faye gibi şarkıda kaybolup gidiyor. Faye, filmin kalan kısmı boyunca, ”hostes sevgilisi tarafından terk edilmenin acısıyla yaşayan Polis 633”ün gözüne girmeye çalışıyor. Tüm çocuksu tavırlarının çok sevimli olmasıyla beraber, Polis 633”ün uzun süre dikkatini çekemiyor. çünkü Polis 633 o sıralar bunalımını, evdeki eşyalarıyla konuşarak ve eski sevgilisinin kendisine döndüğü anı hayal etmeyi hayatının odak noktasına koyarak, hiçbir şey görmeden yaşıyor. Fakat filmin sonunda görüyoruz ki Faye kendini ve “California Dreamin”i Polis 633”e ve bize çoktan sevdirmiş bile.
Kendime ve sizlere bu film sayesinde küçük bir müzik arşivi de oluşturduktan sonra belirtmeliyim ki, filmi izledikten sonra, -yolda yürürken ya da bir restoranda yemek yerken, belki de kumsalda uyuklarken- bu parçalardan biri kulağınıza gelirse, -Faye ya da Polis 633, belki Polis 223 ve ya şef salatası, (kimbilir) belki de üzüntüden erimiş sabun- “Chungking Express” peşinizi bırakmayacak ve kendinizi o muhteşem replikleri tekrarlarken yakalayacaksınız bol bol, benden söylemesi.
Öyle güzel anlatmışsın ki… Film bittikten sonra aslında pek beğenmediğimi ve tam olarak anlayamadığımı düşündüm daha sonra diğer insanlar ne düşünüyor acaba diye aratırken senin yazına denk geldim. İyi ki okumuşum yoksa bu filmin aslında peşimi bırakmadığını belki de fark edemeyecektim. Bugün ağlamamak için kendimi ne kadar zor tutsam da akan gözyaşlarıma engel olamadım ve aklımdan şu düşünce geçti: eğer sabah koşsaydım şu an ağlayamayabilir miydim?
Daha sonra odama geçip yatağıma uzandım, düşünüyordum ve bir süre sonra bi müzik açtım ve merak ettim acaba yüksek sesli dinlersem düşünmemi engelleyebilir mi
Yüksek sesle müzik düşünmek gerçekten düşünmeni engelliyor. Koşarken ağlamamaya çalışırsan koştuktan sonra belki ağlamazsın. polatahmt