“Her şey şans eseri gerçekleşti. Kungsgatan’da yazar Fogelström ile karşılaştım. Svensk Filmindustri için senaryolar yazıyordu. Yani öncesinde birbirimizi gayet iyi tanıyorduk. Ona o sıralar ne üzerine yazdığını sordum. Kendi rüzgarlarında savrulan, işlerini kaybetmiş iki insan hakkında bir şey yazdığını söyledi. Ben de dedim ki: ‘Gerçekten mi? Kulağa film gibi geliyor.’”[1]
Ingmar Bergman böyle anlatıyor Sommaren med Monika’nın, ya da Türkçe ismi ile Monika’yla Bir Yaz’ın (1953) ortaya çıkış öyküsünü. Kendi filmografisinin ve yaratıcılığının kırılma noktası niteliğindeki filminin ortaya çıkışının tamamen şans eseri gerçekleştiğini söylüyor. Film, başkentte işçi sınıfı bir ailenin 17 yaşındaki büyük kızı Monika’nın hikayesi etrafında şekilleniyor. Ebeveynleriyle aynı çatı altında kalmaya ve çalıştığı manavda uğradığı tacizlere daha fazla tahammülü kalmayan Monika, kendisi gibi aynı mahalle esnafında çalışan Harry ile tanışır. Birbirlerine aşık olmaları pek uzun sürmeyen çift Harry’nin teknesine atlayıp bu nefret ettikleri hayatlarından, Monika’nın çok sevdiği Amerikan aşk filmlerindeki rüya alemine doğru yolculuğa çıkarlar.
Filmin, kendisinin perde üzerinde ne oyunlar çevirebileceğini fark etmesini sağladığını düşünürsek sadece Bergman için değil, sinema tarihi için de gerçekten büyük bir şans. Bugün dönüp baktığımızda filmin gösterime girdiği andan itibaren sinema tarihinde değiştirdikleri, filme milat özelliği kazandırıyor. Hatta Jean-Luc Godard’ın 1958’de film üzerine yazdığı yazıda da belirttiği gibi: “Klasik sinema için Bir Ulusun Doğuşu (1915) ne ise, bugünün sineması için de Monika’yla Bir Yaz, o.”[2]
Birçok açıdan miladi özellikler taşıyan filmin neleri değiştirdiğini daha iyi görebilmek için öncesine ve ardından getirdiklerine daha yakından bakalım.
Monika’dan Önce
Monika’yla Bir Yaz’ın çekimleri 1952 yılının Ağustos ayında Stockholm ve civarındaki küçük adalarda gerçekleştirildi. Bergman, ilk sinema yönetmenliği tecrübesinin üzerinden henüz 6 yıl geçmesine rağmen toplamda 11 sinema filmi yönetmişti. 34 yaşındaki yönetmen, halihazırda iki kez boşanmış, üçüncü kez evlenmiş ve altı çocuk sahibi genç bir adamdı. Gençliğinde baba ocağından kaçtığı gibi, evliliklerinden de kaçarken arkasına bakmayı pek tercih etmeyen Bergman’ın peşinde ödemesi gereken nafaka borçları birikmişti. Tiyatrodan, senaryolardan ve yönetmenlikten kazandıkları bunu karşılamaya yetmeyen Bergman, 1951 yılında Bris sabun markası için 12 bölümden oluşan bir reklam dizisi çekti. Per Anders Fogelström ile karşılaşması tam da hem mali konuda hem üretim konusunda krizin dibini gördüğü bu dönemde gerçekleşiyor.
Bu sırada 20 yaşında olan genç aktris Harriet Andersson ise 15 yaşından beri irili ufaklı rollerde yer almaktaydı. Bu rollerin yanı sıra varyete tiyatrolarında çalışan Andersson’un şöhretinin patlamasına vesile olan Monika’yla Bir Yaz, aynı zamanda Bergman ile birlikte ilk çalışması olacaktı.
Bergman, ilk filmi Kriz’den(1946) itibaren rehber olarak kullandığı belli başlı kalıplara sahipti. Bu ilk dönem filmlerinde, yazmaya başlamasına sebep olan August Strindberg ve yönetmenlikte hocası olarak kabul ettiği Victor Sjöström’ün etkilerini fazlasıyla hissettirdi. Kamera kullanımında ise çoğunlukla Amerikan filmlerinde gördüğü kadrajları kullanarak riske girmemeyi tercih eden Ingmar Bergman’ın kendine özgü dilini yaratma yolundaki ilk durağı da Monika’yla Bir Yaz oldu.
Dünya sineması ise savaş sonrası dönemde yeni biçimler ve dil kullanımlarına gebe olmuştu. İtalya’dan gelen yeni gerçekçilik kamerayı tozpembe hayatlardan sokağa indirmişti. Bergman’ın, üzerine ergen kokusu sinmiş yeni filmi ise sokağa doğru itilen sinema için ‘yeni bir dalganın’ habercisi olacaktı.
Monika
Çoğu kaynak tarafından Ingmar Bergman’ın ilk başyapıtı olarak görülen Monika’yla Bir Yaz aynı zamanda filmografisinin ilk dönemini de sona erdiren film oluyor. Bu noktada filmin ruhunda barındırdığı var olan düzenden kopuş, Bergman’ın önceki filmlerinde izinden ayrılmadığı kalıplarından kopuşuyla örtüşüyor. Bu yeni dönem ile eski dönemin birbirinden ayrımı filmin çoğu sahnesinde keskin bir şekilde resmediliyor. Örneğin; ilk sahnede Monika ile Harry’nin tüm çelimsizlik ve heyecanlarıyla ilk sohbetlerini gerçekleştirdikleri kafede karşılarında oturan bir grup eleğini asmış yaşlı adam görüyoruz.
Filmin bir noktasından sonra tüm bu yaşlılar, eskiler, kurallar, tabular, sınırlar –yani gencecik Monika ve Harry’nin karşı çıktığı her şey, yaşadıkları şehir hayatı ile bağdaşıyor. Monika ve Harry’nin derhal kurtulmak istedikleri bu hayattan kaçışları da hiçbir anakaraya bağlı olmayan küçük adacıklara doğru oluyor. Atladıkları tekneleriyle Stockholm kıyısından uzaklaştıkça ailelerini, işlerini ve sorumluluklarını geride bırakıyorlar. Rüya gibi başlayan ve yaz boyunca sürecek bu ada yaşantısında karşılaşacakları zorluklar tecrübesiz çiftimizin ham karakterlerinin derinleşmesine yol açıyor. Monika’nın hamileliğinin ve yazın sona ermesinin zorlaştırdığı koşullar, mecburi geri dönüşe sebep olunca taşlar yerine oturmaya başlıyor. Karaya geri dönen Monika ve Harry’nin yaz maceralarının kendilerini nasıl değiştirdiğine onlarla ilk tanıştığımız mahallede şahit olduğumuz için çok net görebiliyoruz.
Filmin ardından yapılan analizlerde ve tartışmalarda en sık dile getirilen rahatsızlık ise tam da bu noktada baş veriyor. Bu eleştiriler filmin sonunda Harry karakterinin büyük gelişim göstermesine rağmen Monika’nın aynı kaldığı yönündeydi. Oysa bu kanıya varabilmek için izleyen ile izlenen öğelerinin iyi tanınması gerekiyor. Film ilk bakışta Monika ile Harry’nin aşk hikayesini anlatıyormuş gibi görünse de Bergman bununla pek ilgilenmediğini zaten filmin ismiyle açık açık gösteriyor. Film, Monika ile geçen bir yazın hikayesini anlatıyor. Bu durumda filmi izleyen her birimiz aslında Harry’nin bulunduğu konumdayız. Onun Monika’yı izlediği gibi biz de Monika’yla Bir Yaz’ı izliyoruz. Ve bu yaz macerası Harry’yi nasıl geliştiriyor ve değiştiriyorsa, Monika’yla Bir Yaz da seyircisini ve sinemayı geliştirip dönüştürüyor.
Monika’nın hiçbir değişime uğramadığını söylemek ise pek mümkün değil. Filmin “sinemada dördüncü duvarı yıkan ilk film” etiketine (oysa ilk değildir[3]) layık görülmesine sebep olan meşhur sahnesini görmezden gelip, Monika’yı kötü kadın stereotipi içerisinde okumak en hafif söylemle kolaya kaçmak olur. Finale yaklaşırken karşımıza çıkan söz konusu sahnede Monika’yı filmin başında Harry ile tanışmış olduğu kafede görüyoruz. Evden, kendi bebeğiyle ilgilenmek yerine dışarıda para harcayıp eğlenmeyi tercih ederek çıkan bir Monika görüyoruz. Bu Monika; o yazı yaşamış, rüyalarının peşinden gitmiş, başarısız olmuş, geri dönmüş ve bir çocuk doğurmuş bir kadın. Filmin başındaki toyluğu ve yerinde duramayan heyecanıyla oturduğu masada bu kez tüm bunlardan çok uzak bir ruh haliyle oturuyor. Tanımadığı bir adamın yanına gelip uzattığı sigaradan alıp yakıyor. Başını kaldırıp gözlerini kameranın odağına sabitliyor. Perde üzerinde görüp görebileceğimiz en unutulmaz oyunculuk anlarından birinde Harriet Andersson yalnızca gözleriyle Monika’nın tüm bir yazını, öncesini ve şimdisini anlatıyor. Jean-Luc Godard aynı yazısında bu sahneyi “Sinema tarihinin en acı sahnesi” olarak nitelendiriyor.
Monika’dan Sonra
Monika’yla Bir Yaz, 1953’ün Şubat’ında İsveç’te gösterime girdi. Ardından diğer Avrupa ülkelerine ulaştı. Her gösterildiği ülkede dikkat uyandırıyordu. 1955 yılında ise ABD’li dağıtımcı şirketi tarafından film, Andersson’un çıplaklık içeren sahnelerinin ön plana çıkarıldığı 62 dakikaya düşürülmüş bir kurguyla gösterime verildi. Filmin orijinal adına da sadık kalınmayarak “Monika, the Story of a Bad Girl” olarak değiştirildi. Gösterildiği ülkelerde zaten çokça konuşulup tartışma yaratmasının üzerine bir de erotik film damgası eklendi. Genç Harriet Andersson zaten İsveç’teki belli bir kesim tarafından bu filmdeki rolünden önce varyete tiyatrolarında müstehcen şarkılar söylemesiyle tanınıyordu. Ancak tüm dünyaya böyle lanse edilmeyi beklememiş olsa gerek.
Bu arada filmin çekimlerinde Andersson ile Bergman arasında bir ilişki başladı. Bergman filmin çekimlerinin ardından üçüncü kez boşandı. Ancak Monika’yla Bir Yaz’ın tüm dünyada yarattığı şöhret sayesinde nafaka uğruna yeni reklam filmleri çekmek zorunda kalmayacaktı. Çünkü artık herkesin bir gözü İsveç’teki genç yönetmen Bergman’ın üzerindeydi. Öyle ki iki sene sonrasında çektiği “Bir Yaz Gecesi Tebessümleri”(1955) Cannes’dan ödülle dönecekti. Özellikle Cahiers du Cinéma ekibi tarafından özel bir ilgi gören Bergman sineması, sinema tarihinin en büyük olaylarından Fransız Yeni Dalgası’na da el vermiş oldu.
Akımın öncülerinden François Truffaut çektiği ilk filmi 400 Darbe’de(1959) Monika’dan miras aldığı ergen ruhunu filmin teması olarak belirledi. Bununla da kalmayıp meşhur dördüncü duvar sahnesine el salladığı finali ve filmin içinde kullandığı Monika’nın omuzları açık bir fotoğrafını kullanmasıyla Bergman’ın filmine açık açık teşekkür ediyordu. Ingmar Bergman Monika’yla Bir Yaz ile birlikte, filmin içinde Monika’nın gerçekleştirdiği başkaldırışın sinemadaki tezahürü konumunda duran yeni dalgacıların klasik sinemanın normlarından kaçıp kopmasının fitilini ateşledi. Monika’yı sıradan bir gençlik filmi karakteri olmaktan çıkarıp sinemada başkaldırının sembolü haline getirdi. Omuzları açık ve dimdik.
1. Ingmar Bergman, “Bergman Adası”, söyleşi ve yön. Marie Nyreröd, Fårö Adası, 2003.
2. Jean-Luc Godard, “Un été avec Monika”, Arts, 30 Temmuz 1958: İngilizceye çeviren Tom Milne, “Godard on Godard”, Londra, Secker & Warburg, 1972.
3. “The Great Train Robbery”, yön. Edwin S. Porter, Edison Manufacturing Company, 1903.