Geçtiğimiz aralık ayında Türkiye’nin en uzun sinema yayınlarından Sinema Dergisi’nin yayın hayatına ani ve tartışmalı bir kararla son verildi. Ciddi bir şok etkisi yaratan bu kararı, Türkiye’de sinema sektörünün ve yayıncılığının durumunu konuşmak için uzun yıllar Sinema Dergisi’ne emek vermiş olan Senem Erdine ve Ergin Ertan’la bağımsız sinemanın kalesi Beyoğlu Sineması’nda buluştuk.
Derginin kapanma süreciyle başlamak istiyorum. Sizin için de sürpriz oldu bildiğimiz kadarıyla.
Senem Erdine: Kapanma haberini 20 Aralık’ta verdiler bize. Ocak sayısını hazırlamıştık ve hep şubat sayısında olan yıl değerlendirmesini de bu sayıya almıştık. Aralığın 20’sine kadar sıkı çalışmıştık, dergi bitmek üzereydi. Aralığın sonunda, önce birkaç derginin kapandığı haberi geldi. Sonrasında bizi de çağırdılar ve zarar ettiği gerekçesiyle Sinema Dergisi’ni kapatmaya karar verdiklerini söylediler. Bizim için de ani bir durumdu. Genel olarak dergiciliğin ve basılı yayınların durumu pek parlak değil. Fakat Sinema Dergisi’nin satışı iyi gidiyordu. Ne satışında, ne de ilan gelirinde büyük bir değişiklik vardı. 19 yıldır hayatına devam eden ve zarar ettiği için kapatılmayan bir dergi, ne oldu da zarar gerekçesiyle kapatıldı, tam anlayamadık biz de.
Engin Ertan: Dergi birkaç gün içinde baskıya gidecek durumdayken bunun gerçekleşmesi şaşırtıcı. O sabah ilk olarak dergi grubunun Kalyon İnşaat’a satıldığını öğrendik. Bunun nasıl bir etkisi olacağını merak ediyorduk, fakat böyle ani bir kapatma kararını hiçbirimiz beklemiyorduk. Uzun süredir çıkan bir dergi olarak, yayın grubunun el değiştirdiği pek çok dönemde tutulmuştu Sinema Dergisi. Her ne kadar şu anki dergi satışlarında belli bir düşüklük olsa bile, hep mevcut okuyucu kitlesine güvenilen bir yayındı. Bu nedenle, zarar açıklamasını ikna edici bulmadık, hâlâ da bulmuyoruz.
Kararın ekonomik nedenlerle alındığı açıklamasının sizi ikna etmediğini söylüyorsunuz. Bunun keyfi bir karar veya genel olarak bir kültürsüzleştirme politikasının sonucu olduğunu söyleyebilir miyiz?
S.E. : Ben kararın bu politikanın bir parçası olduğunu düşünüyorum açıkçası. Yayıncılık, özellikle büyük yayın gruplarında, yayıncılık amacıyla yapılmıyor artık. İktidarı elde tutmanın bir aracı olarak kullanılıyor. Sinema Dergisi özelinde konuşursak, bir miktar zarar ediliyorduysa bile, üzerinde bir miktar çalışılarak giderilemeyecek bir durum değildi bu. Ama dergi 3-4 yıldır bu yayın grubu içinde ölüme terkedilmişti zaten. Büyük oranda bizim çabamızla yürüyordu.
E.E. : Bu süreci derginin sürekli takipçileri de az çok biliyor zaten. Çok sevilen koleksiyon kartı gibi bölümlerin çıkartılması ya da ani fiyat yükseltilmesi gibi kararlar, yayıncılık anlamında çok da doğru adımlar değildi. Daha ziyade ticari bakış açısıyla alınan kararlardı.
S.E. : Bir süredir günü kurtarmak için önlemler alınıyordu. Ama bunlar, bize göre dergiye zarar veren önlemlerdi. Bunu hep söyledik, ama bizim insiyatifimizde değildi bu kararlar. Sonuçta kurtaramadık dergiyi.
Dergi uzun süre “Popüler Sinema” adıyla yayınladı. İçeriğine baktığımızda da, yönetmen sinemasına da yer verirken, popüler sinemaya sırtını dönmeyen bir dergiydi. Seyirci rakamlarının arttığı, sektörün en azından nicel olarak büyüme gösterdiği bir ortamda, Sinema Dergisi’nin kapatılmasıyla bir boşluk oluştu. Bu durumda bir tezatlık yok mu sizce?
S.E. : Türkiye’nin bir ana akım sinema dergisine ihtiyacı var bence. Böyle bir talep olduğunu da görüyoruz. Eski editörümüz Mehmet Açar, hem gişe filmlerini, hem de yönetmen sinemasını, arthouse sinemayı takip eden “film manyakları” olarak tarif etmişti okur kitlemizi. Bu kitleye yönelik, kapsayıcı bir dergi yapmaya çalışıyorduk. Hâlâ da böyle bir dergiye ihtiyaç var. Fakat şu anda ekonomik koşullar çok zorlayıcı. Biz de Sinema’yı yeniden hayata geçirmeyi istiyoruz ama şu anda biraz zor görünüyor.
E.E. : Evet, bu anlamda bir boşluk var. Ama büyük dağıtım şirketlerinden, film ithalatçılarından pek bir destek görmedik şu ana kadar. Daha bağımsız sinema yapan kişiler hem derginin çıktığı, hem de kapanmasından sonraki süreçte derginin yanında olurken, daha majör filmler dağıtan şirketler, ne dergi çıkarken ilan verme anlamında, ne de sonrasında yeterli desteği sağladılar.
Sinema yayıncılığı ve sektör birlikte yürüyen iki öğe değil midir?
S.E. : Bu süreçte elimizin zayıf olmasının en önemli sebebi, sektör tarafından desteklenmiyor olmamızdı. Popüler dergicilikte bu çok önemli. Dergilerin hayatta kalabilmesi, satıştan çok ilan gelirlerine bağlı. İlan gelirini de her dergi kendi sektöründen sağlıyor. Bizim sektörümüzde vizyona giren film sayısı her geçen gün artmasına rağmen, bize sektörden bir destek gelmedi bağımsız dağıtımcılar dışında. Ana akım bir sinema dergisinin hayatta kalabilmesi için mutlaka majör dağıtımcıların desteğine ihtiyacı var.
E.E. : Bu konuda, Türkiye’deki pek çok şeyde olduğu gibi bir çarpıklık var. Sonuçta ana akım sinemayı da gören tek bir dergi olduğu için, majör dağıtımcılar içeriklerinin dergide yer almasını biraz garanti gibi görüyorlar ve böyle bir reklam vermeye ihtiyaçlarının olmadığını düşünüyorlar. Ama işin aslı öyle değil tabii ki.
S.E. : Sinema sektörü yapımcısıyla, film dağıtımcısıyla, yayıncısıyla bir bütün. Parçalardan bir tanesinin işlememesinin herkese zararı var. Bu nedenle sektörün içindeki bütün oyuncuların birbirlerini desteklemesi lazım. Ama büyük film dağıtımcıları bunun bilincinde değiller henüz.
E.E. : Sektör büyüyor, şu kadar bilet satılıyor deniliyor ama biz durumun dergi çıkarken de, kapanmasından sonra da bir katkısını görmedik. Pasta büyüyor görünüyor fakat, bu bize ilan geliri olarak ya da başka şekillerde yansımadı.
S.E. : Ama biz sürekli onların bedava tanıtımını yaptık.
Sektördeki rakamların artmasını sağlayan belli başlı lokomotif filmler var. Bu filmlerin izleyici kitlesiyle, dergiyi satın alacak kitle arasında bir farklılık olmasına bağlanabilir mi bu desteklememe durumu?
E.E. : Bu zaman zaman yayın grubuyla fikir ayrılığına düştüğümüz bir konuydu. “En çok gişe yapan filmlerin kapak olması dergiyi daha çok sattırır mı?” gibi öneriler geliyordu. Ama biz Sinema Dergisi’nin daha birleştirici bir noktada olduğunu ve dergiyi düzenli takip eden kitlenin her zaman en çok gişe yapan filmin potansiyel izleyicisi olmadığını açıklamaya çalıştık. Dolayısıyla, yüksek gişe rakamları, bir sinema dergisinin ya da herhangi bir sinema yayınının daha fazla ilgi göreceği anlamına gelmiyor. Çünkü bu filmlerin bir kısmı izlenip çabucak tüketilen filmler. Bunun üstüne o filmlerin potansiyel seyircisi, onunla ilgili bir eleştiri yazısı okumak ister mi? Ya da filmin nasıl çekildiğini, yönetmeniyle olan bir röportajı merak eder mi? Zaten bu filmleri yapan insanlar televizyonda, gazetelerin magazin sayfalarında sürekli gözüküyorlar. Sürekli sinema dergisi takip edecek sinemaseverlerin buna ihtiyacı var mıdır? Belki de yok. Dolayısıyla, bunlar yan yana getirilebilecek kavramlar mı bilmiyorum. Ama yine de bunların dergide illa içerik olması gerekmez. Ortada bir sinema yayını varsa ve sizin elinizde çok iddialı bir gişe filmi varsa, bu filmin bir sayfa ilanını verebilirsiniz. Sinemaya giden insanların olduğu bir mecrayı tercih ediyor olmaları lazım normalde. Ama şu an hiçbir şekilde içine girebilecekleri bir sinema yayını yok artık.
S.E. : Bizi hiç umursamadıklarını da söyleyemeyiz. Yayın hayatımız boyunca kapak olmak için, içerikte yer almak için üstün çabalar gösteriyorlardı.
E.E. : “Popüler Türk Filmleriyle ilgili kapak olur mu?”, “Oyuncusuyla röportaj yapar mısınız?” gibi teklifler geliyordu. Ama biz mevcut okuyucumuzun ilgisini çekecek bir içerik hazırlama doğrultusunda insiyatif kullanıyorduk. İçerik olamıyorsa reklam verebilirdi ama böyle yapmayıp, hep reklam vermeden içeriğe girebilmenin yollarını aradılar.
S.E. : Örneğin, bir sayıda o filminizin ilanı olur, ama başka bir filminiz de içerikte yer alır. Duruma daha bütün bakmak lazım.
E.E. : Ama gişe rakamlarındaki yükselişin, sinema yayınlarının gördüğü ya da görebileceği ilginin doğrudan bir habercisi olduğunu söyleyemeyiz. Burada Amerika, İngiltere, Fransa’daki gibi geniş bir kitle yok. İnsanlar sinemayla ilgileniyor, twitter’da, bloglarda yazmak istiyor ama, film eleştirmenliğinin bile bir meslek olarak oturduğunu söylemek zor. Sinema yazarlığı ya da dergiciliği yaptığınızda sınırlı bir kitleye hitap ediyorsunuz.
Filmlerin içinde yer alabileceği bir derginin olmaması ve sinemasal değeri sınırlı bu tip gişe filmlerinin sektörü böylesine domine etmesinin ciddi sorunlar olduğu söylenebilir. Bu durum ülkenin sinema sektörünü ve kültürünü erozyona uğratabilecek bir şey mi sizce?
E.E. : Her şeyin faturasını doğrudan filmlere çıkartmayı çok doğru bulmuyoruz. Fakat atlanılmaması gereken net göstergeler de var. Örneğin box office listelerine baktığınızda, birinci ve ikinci sıradaki Türk komedi filmlerinin çok yüksek rakamlarını görüyorsunuz ama üçüncü dördüncü sıradaki filmlerin rakamlarında neredeyse onda birlik bir düşüş görünüyor. Bu tarz filmlerin sinemaya gitme alışkanlığını pekiştirmesi konusunda çok ciddi şüphelerim var.
S.E. : Böyle giderse de vizyona giren filmlerin çeşitliliği azalacak, tek tip filmler ortaya çıkmaya başlayacak. Bunun da sinema kültürünün gelişmesine olumsuz bir etkisi olur tabii ki.
E.E. : Bu bizim her alandaki kolaycı yapımızla ilgili bir şey. Bir iş tuttuğunda herkes onun benzerini yaparak para kazanmak istiyor. Çeşitliliğe yönelik bir gelişme olmuyor. Bu durumda Başka Sinema çölde vaha gibi bir oluşum. Filmlerin vizyona girebilecek salon bulabiliyor olması çok güzel. Ama bunun dışında, Oscar adayı filmlerin bile salon sayıları 30’larda 40’larda seyrediyor tüm Türkiye’de. Bunlar yüzde olarak yurtdışıyla karşılaştırıldığında komik rakamlar. Dolayısıyla, o filmlerin gişe rakamlarını çok büyük bir başarıymış gibi lanse etmek çok doğru değil. Ülkedeki perde sayısının yüzde 60-70’ine o filmleri sokarsanız, potansiyel sinema seyircisinin yüzde 60-70’ini toplarsınız. Bu o filmin iyi olduğu anlamına gelmiyor.
Matbu dergiciliğin geleceğiyle ilgili ne düşüyorsunuz? İçine ilan verilecek bir derginin dahi kalmadığı bir ortamda sinema yayıncılığı online ortama mı kayacak sizce?
E.E. : İşin matbu kısmının tamamen biteceğini düşünmüyorum. Belki plak gibi, kendine özgü çok küçük bir kitlesi olan, bir kısım insanın almaya, toplamaya devam ettiği bir şey olacak. O alışkanlığın kolay kolay biteceğini zannetmiyorum. İnterneti daha hafif ya da değersiz bulduğumdan değil. Ama bir kitabı, dergiyi elinize alıp okumak daha farklı bir alışkanlık, üreten kişilerle farklı bir iletişim kurma biçimi. Dolayısıyla tamamen bitmeyecektir, ama online mecranın tüm dünyada matbu yayınların önünü kesmese de yerini aldığı şüphesiz.
S.E. : Maliyeti de düşük olduğu için, daha bağımsız bir yayıncılık imkanı sunuyor online ortam.
E.E. : Bu bağımsızlık durumu çok önemli. Türkiye’deki siyasi ortama baktığımızda, internette yapılabilecek her alandaki gazeteciliğin ne kadar gerekli ve önemli olduğunu görmüş durumdayız. Online mecra olmasa, muhalif kesimin elinde hiçbir kale olmayacak. Dolayısıyla, muhafazkar bir bakış açısıyla internet geldi, matbuyu öldürdü dememeliyiz. Tam tersine, online ortamın nasıl daha işlevsel ve daha kalifiye bir biçimde kullanılabileceğini düşünmek lazım. Bunu ilk olarak müzik piyasası yaşadı mp3’ün gelişiyle. Ama interneti iyi değerlendirebildi bu sektör. Albüm satışı açısından değil belki ama grupların tanınırlığını sağlamak ve daha geniş bir kitleye ulaşma konusunda olumlu bir şeye dönüştü bence. Sinema da, hem filmlerin izlenme biçimi, hem de yazarlık anlamında alternatifler geliştirebildiği sürece bu krizi atlatabilir diye düşünüyorum.
S.E. : Dijitalin sinema yazarlığını hâlâ bir meslek olarak yapma imkânı vermiyor olması, profesyonelleşmeyi engelliyor. Dolayısıyla kişiler tüm zamanını bu işe veremiyor. Bu da kaliteyi düşürebilir. Bu durumda emek harcayıp iyi yazılar yazan insanlar, yazmamaya başlayabiliyor. Çünkü iyi yazı yazmak çok zaman alan bir iş.
E.E. : Öte yandan online ortamın bu imkanları sunması, genç ve potansiyel yazarların da meslekle kuracağı ilişki için faydalı olur yaptığının karşılığını görmek açısından. Doğru dil kullanımı, yazılan yazının kurgusu, söylediğin fikrin ne kadar orijinal olduğu üzerine zaman harcamanın, tüm bunların karşılığı olan bir emek olduğunu hem üreten hem de içerik satın alanların görmesi lazım.
Matbu dergilerin azalmasının ya da ortadan kalkmasının eleştirmenlik müessesine nasıl bir etkisi olacağını düşünüyorsunuz?
E.E. : Matbu ortamda ne olursa olsun sizin yazdığınız şey bir editörün onayından geçmek zorunda. İlk yazı götürmek hepimizin yaşadığı bir deneyim. Yazı beğenilecek mi, ne kadar değiştirilecek, ne gibi bir geri dönüş alacaksınız, tekrar yazmanız mı gerekecek? Bunların hepsi uzun ve meşakkatli bir süreçti eskiden. Online ortam, daha fazla kişiye kendini gösterme açısından bir olanak tanıyor ama editoryal sistemin de bir şekilde var olması lazım. Hiçbirimiz ilk başladığımızda kusursuz yazmıyorduk. Zamanla, deneyimle öğrenilen bir şey sinema yazarlığı.
S.E. : Sinema değerlendirmesi, film eleştirisi zevkler ve renkler tartışılmaz denilerek yapılmamalı. Belli kriterlere bağlı olmalı. Artık eleştirilerin birçoğu beğendim ya da beğenmedim şeklinde.
E.E. : Usta-çırak ilişkisi belki çok nostaljik bir tanım gibi geliyor kulağa ama sizden daha deneyimli birisinden mutlaka bir geri dönüş almanız lazım özellikle işin başındayken. Kimse pat diye iyi bir sinema yazarı olmuyor. Matbunun azalması, görünürlüğünün düşmesi bu anlamda bir sorun yaratabilir, yaratıyor da.
Sinema Dergisi bu kadar önemli bir yayınken bir web sitesi yoktu. Bu yayın grubunun kararı mıydı? Son dönemde derginin kârlarının düşmesinde bir web sitesi olmamasının etkisi oldu mu?
S.E. : Evet, yayın grubunun kararıydı. Ama sonuçta bir sinema sitesi yapmak için çok da fazla yatırım gerekmiyor. Bu işi ciddiye almadıkları için gerekenleri yapmadıklarını düşünüyorum. O grupta yayıncılık amacıyla yapılmıyordu bu iş. Çünkü artık matbu bir yayının dijital ayağının olması gerektiği çok açık.
E.E. : Satışların bir miktar düşmesinin ve görünürlüğün azalmasında dijital bir versiyonun olmamasının tabii ki etkisi vardır. Ama yayın grubunun bunu tercih etmesi derginin az satmasıyla ilgili değildi. Buna yatırım yapmakla uğraşmak istememesi, derginin yayın grubu içindeki varlığını önemsememesiyle ilgiliydi.
S.E. : Satışlar ve ilan gelirleri düşüyorsa bugün yapılacak şey bellidir. Bu derginin web sitesi eksikti, oradan desteklenmesi gerekiyordu. Bu düşünülmesi çok zor bir şey değil ve derginin iyiliğini, yaşamasını isteyen bir yayın grubunun da yapması gereken bir şeydi. Biz bunu yıllardır söylüyorduk ama yapmadılar ısrarla. Buradan da derginin yaşamasını istemedikleri sonucunu çıkarabiliriz.
E.E. : Sadece web sitesi de değil, proje üretmek, okuyucuyla bir araya gelmek gibi konularda da çok zorlandık. Bizim yıllar süren ısrarımız sonucu bir anket yapıldı, onun da sonuçlarını değerlendiremedik dergi kapatıldığı için. Ertelemelerle ya da başka bahanelerle sürekli kapatıyorlardı her kapıyı.
S.E. : Okurla daha çok diyalog halinde olma, etkinlikler düzenleme, web sitesi gibi birçok çözüm önerimiz sürekli geri çevrildi. Buna rağmen, ‘Sinema’nın Türkiye’deki pek çok dergiye göre iyi durumda olması, böyle bir yayına ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Dergiciliğin ve ekonomik koşulların böyle olduğu bir durumda Sinema Dergisi hâlâ 8000 satıyordu.
Ülkemizde medya üzerindeki baskının ayyuka çıktığı bu dönemde, Sinema Dergisi’nin üzerinde doğrudan ya da dolaylı bir baskı var mıydı?
E.E. : Senem 1995’ten beri dergideydi. Ben 2000’den beri bir dönem dışardan, bir dönem kadrolu olmak üzere dergideydim. 13 yıl boyunca yazdım dergiye. Bu süreç dâhilinde son bir yıla kadar, dergide kendi fikrimiz neyse dile getirdik her zaman için. Ana akım ve bağımsız sinema arasında bir denge gözeterek, hiçbir zaman kendi hayat görüşümüzle çelişecek bir içerik hazırlamadık. Bu anlamda bir baskı da hissetmedik. Fakat, yazdan beri olan dönemde, Gezi döneminde böyle bir baskı hissettik ilk defa. Bu çok şaşırtıcıydı bizim için, daha önce karşılaşmadığımız bir şeydi. İlk defa hangi konuda içerik hazırladığımız, derginin son hâlini görmek, hangi filmlerin yer aldığı gibi konularda ilk defa talepler oldu.
S.E. : Bu süreçte ilk defa denetlenmeye başladık. Gazeteye, haber dergilerine daha önce olmuştu belki ama bizi daha önce herhangi bir şekilde yönlendirmeye çalışmamışlardı. Ama Gezi döneminde bizi bile kontrol etmeye başladılar.
E.E. : Bu süreçte o medya grubu bünyesinde çalışmanın kolay olmadığını çok kişi biliyor. Hayat görüşünüz ya da desteklediğiniz şeyler yüzünden belli belirsiz bir mobbing uygulanıyordu üzerimize. İşten çıkartılan insanlara başka bahaneler söylense de, neden çıkartıldıklarını biliyoruz. Özellikle son dönemde biz Behzat Ç filmini kapak yaptığımızda, yönetimden olumsuz tepkiler geldi. Ama tabii kapatılmada etkisi var mıdır, yok mudur bilmiyoruz.
19 yıllık, pek çok sinemaseverin kişisel tarihinde yeri olan Sinema Dergisi herhangi başka bir mecrada devam edebilecek mi?
S.E. : Yayıncı arıyoruz, fakat şu ana kadar bulamadık. 19 yıllık bir maceranın böyle sonuçlanması ve Türkiye’de ana akım bir sinema dergisinin artık olmaması çok acı. Aynı zamanda kulağa da çok mantıksız geliyor, çünkü böyle bir ihtiyaç var kesinlikle. Ama henüz bu gerekliliğe inanan bir yayıncı bulabilmiş değiliz.
E.E. : Talihsiz bir döneme denk geldi bu olay. Böyle bir gelişme başka bir zamanda olsaydı, diğer yayıncılar da bu kadar çekimser bakmazlardı.
S.E. : Görüştüğümüz yayıncıların da söylediği bu. Bu yıl ekonomik koşullar nedeniyle bu işe giremediklerini söylüyorlar. Böyle bir yatırım yapmak isteyecek kişiler olursa, ekibimiz hâlâ bu işi sürdürmeye niyetli.
Sinema Dergisi’yle ilgili son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
E.E. : Bu süreçle ilgili en çok vurgulamak istediğimiz şey, bu dergiyi devam ettirmek isteyen bir yayın grubu olsa, çözülemeyecek bir sorun olduğunu düşünmediğimiz. Tekrar söylemek gerekirse gösterilen ticari gerekçeyi inandırıcı bulmuyoruz. Öte yandan bunun sadece Sinema Dergisi üzerinden tartışılmasına da çok sıcak bakmıyoruz. Çünkü bu süreçte yedi dergi kapatıldı. O dergileri de unutmamak lazım, çünkü pek çok kişi işsiz kaldı. Dolayısıyla bu, basının içine girdiği kısır döngünün bir parçası. Sinema sektöründeki sorunların yanında, benzer problemler basının her alanındaki yazarları, gazetecileri bekliyor ne yazık ki. Benzer kapatılmalar ve insanların işsiz kaldığı durumlar da oldu. Bu bir ilk değil ve ne yazık ki son da olmayacak gibi gözüküyor.
S.E. : Yayıncılığın bilinçli olarak yapılmaması çok büyük bir yara. İyi yazının, bu konuda bir birikime sahip olmanın da kıymeti kalmadı. Bu çok moral bozucu.
E.E. : Yayıncılıktan gelen insanlar bu grupların yönetimini üstlenmediği sürece bunlar yaşanacak. Yayıncılık belli mevzilerin korunması, safların tutulması amacıyla yapıldıkça, iyi gazeteciliğe daha az yer kalıyor.
Fil’m Hafızası’nı takip ediyor musunuz? Hakkında ne düşünüyorsunuz?
E.E. : Fil’m Hafızası’yla bir işbirliği yapmıştık. Daha önce duymuştuk tabii, ama o dönemde içeriğe de daha hâkim olduk. Ortada büyük bir başarı olduğunu kabul etmek lazım. Sosyal medyayı çok iyi kullanarak kendi kitlesini oluşturması, düzenlediği etkinliklerin gördüğü ilgi önemli. Bizim de katıldığımız bir etkinlik olmuştu ve katılım gerçekten yoğundu. Dergi kapanmadan önce de bir görüşmemiz olmuştu. Fil’m Hafızası’yla başka işbirlikleri de yapabilirdik. Özellikle ilk işbirliği döneminde amatör bir ruhla profesyonelce yürütülmüş önemli bir başarı olduğunu gördük. Türkiye’de internet ortamındaki sinema platformları arasında en başarılılarından biri olduğunu söylemek lazım.