“Bir gün ansızın yiter dostlar ve sevgililer
Etin ve kemiğin sıcaklığıyla solar sevdalar
İşte o gün her şey ölür” *
“Bir parçamı kaybettim ve ben artık bir hiçim”: Bir kaza sonucu ölen erkek arkadaşının cenazesinde konuşmak üzere Tom’un hazırladığı bu cümlelerle başlar Tom à la ferme. Cenaze töreni için sevgilisinin henüz tanışmadığı ailesinin çiftliğine giden Tom, orada bir sevgili olarak değil bir arkadaş olarak kendini var edebilecektir, çünkü sevgilisinin erkek kardeşi Francis, sırf anneleri üzülmesin diye kardeşinin heteroseksüel olduğu yalanıyla annesinin zihninde bambaşka bir gerçeklik inşa etmiştir. Cinsel yönelimlerin, ilişkilerin ve geçmişin üstünün örtük kaldığı bu “aile”de, tam da bu baskılanmışlık sebebiyle ortaya çıkan şiddet eğilimi, gerçeğin açığa çıkabileceği kriz anlarında zuhur eder. Sevgilisini kaybetmiş Tom’un yas süreciyle beraber yaşadığı duygusal boşluklar ve onları ikame edebilecek yeni duygu arayışları kimi zaman akıl tutulmalarına sebep olur. Şiddetin ve görünürde homofobinin timsali olan Francis karakteriyle çiftlikte geçirdiği zaman süresince özdeşlik kurmaya ve gerçeklik algısını yitirmeye başlar.
Xavier Dolan’ın ilk filmlerinden itibaren cinsel yönelimleri ve çeperindeki aile ilişkilerini romantik bir bakış açısıyla ele aldığı filmlerine nazaran Tom à la ferm, yine benzeri tematik nüveleri içinde barındırmasıyla birlikte atmosfer açısından yönetmenin yepyeni bir janra –psikolojik gerilime- geçişini temsil etmesi açısından sinematografisinde son derece önemli bir yere sahip olacağa benziyor. Film; doğum, ölüm ve yasın hayata içkinliğine ithafen yapılmış bir görsel şiir adeta. Karakterlerin öz duygusal geçişkenliklerinin ve çatışmalarının yoğunluğuysa insanın içine oturan “ağır, çok ağır bir dünya” oluveriyor.
* “Beyaz Ölüm Kuşları”, Arkadaş Z. Özger