Geçtiğimiz sene önemli festivallerde yer alarak dünyayı dolaşan, bize de 32. İstanbul Film Festivali kapsamında uğrayan Äta sova dö (Ye Uyu Öl, 2012), İsveçli yönetmen Gabriela Pichler’in ilk uzun metrajlı filmi. Film, festivallerdeki gösterimleri ve buralardan aldığı ödüllerle İsveç sinemasının 2012 yılında dünyada en çok ses getiren yapımlarından birisi oldu. Öyle ki İsveç’in en prestijli sinema ödülü Guldbagge Ödülleri’nde Searching for Sugar Man (2012) gibi güçlü ve popüler bir rakibi geride bıraktı ve “En İyi Film” başta olmak üzere dört ödülle törenden ayrıldı.
Ye Uyu Öl, günümüz İsveç’inin taşrası sayılabilecek bir mahallinde babasıyla birlikte geçinmeye çalışan Karadağ göçmeni 20 yaşında genç bir kadın olan Raša’nın hikâyesine odaklanıyor. Daha en baştan filmin isminin işaret ettiği, sistemin acımasız ve karşı konulamaz döngüsünün farkındalığı altında tanışıyoruz Raša’yla. Bu döngünün gündelik hayattaki en aşina tezahürü olan fabrika ise Raša’nın hayatının önemli bir parçasını oluşturuyor. Bir tür taze gıda ambalajlama fabrikasında kendisi gibi farklı farklı ülkelerden gelmiş bir grup göçmen işçiyle birlikte çalışmakta olan Raša’nın hasta babası dışındaki tüm çevresi de buradaki mesai arkadaşlarından oluşuyor. Kendisini başarılı, mutlu ve zinde hissettiği bu hayatın rutini, fabrikada işten çıkarmaların başlamasıyla son buluyor. Filmin kırılma noktası niteliğindeki bu hamle Raša’nın çarkından bir dişliyi koparıyor. Bu andan sonra filmin isminin işaret ettiği, adına ‘hayat’ denilen büyük çarkın Rašasız da dönmeye devam edebildiğini Raša ile birlikte ağır ağır kabulleniyoruz.
Bu aşamada keskin bir şekilde ikiye bölünen filmin, ikinci bölümüne geçişine uyum sağlamakta zorlanmıyoruz. Genellikle yeni bir iş aramakla geçen bu ikinci bölüm, aynı zamanda yetişkinliğe giden yolda kurulacak yeni bir hayata zemin hazırlıyor. Annesinin, babasının, atalarının geldiği toprakları tam olarak bilmeyen/hatırlamayan, anadilini İsveççe’den daha az bilen yalnız başına genç bir kadın olarak Raša’nın, yeni bir hayata atılırken onu tutabilecek kökleri de pek sağlam değil. Tam bu değişim sürecinde ise onu bu köklere bağlayan yegane etken babası, ona (henüz) ‘çalışamaz raporu’ vermemiş komşu ülke Norveç’e bir süreliğine gidiyor ve Raša yalnız kalıyor. Bir türlü yeni bir iş bulamamakla süre gelen bu kabulleniş sürecinin hazmını zorlaştıran en önemli etken ise kuşkusuz ki seyircinin Raša’ya karşı beslediği ve filmin her anında daha da büyüyen sempatisi. İlk kez oyunculuk deneyimi yaşayan Nermina Lukač’ın yer yer filmin önüne geçen harika performansının da bunda etkisi büyük. Aslında söz konusu kırılma noktasının da değiştiremediği tek şey Raša’ya karşı duyulan bu sevgi. Bu sevgi sadece perdenin bu tarafında etkili değil elbette… Babası, arkadaşları, patronları ve hatta ayaküstü sohbet ettiği tanımadığı insanlar tarafından bile yoğun bir sevginin odak noktası oluyor Raša. Yönetmen Pichler adeta bu sevgiye resmiyet kazandırmak amacıyla birbirine oldukça benzeyen açılış ve kapanış sahnelerinin her ikisine de Raša için düzenlenmiş birer parti yerleştiriyor. Final sahnesinde şahit olduğumuz parti, açılış sahnesindeki doğum günü partisinden daha farklı bir niteliğe sahip. Bu parti, artık önüne çıkan, büyük şehre gidip yeni bir hayat kurabilme fırsatını değerlendirmeye karar vermiş olan Raša’yı uğurlama amacıyla düzenlenen bir veda partisi.
Dünyanın büyük bir çoğunluğunun gözünde, kağıt üstündeki kuralların, kağıt üstündeki halleriyle gerçeğe dönüşebildiği nezihlik seviyesinde bir ülke imajına sahip olan İsveç’te, kağıt üstünde durduğu gibi duramayan genç bir göçmen kadın Raša. Fabrikada ürün bandı üzerinde akıp giden hayatını, ambalajlanmadan önce kurtarıp kendi eliyle şekil vermeye çalışan bir kadın. Hüzünlü başlayan veda partisi bir yerden sonra veda niteliğinden uzaklaşıp, Raša’nın bu büyük ‘ye, uyu, öl’ çarkından kurtuluşunun kutlamasına dönüşüyor. Bunun farkına varan Raša, müzik ve alkışlar eşliğinde filmin final cümlesini kendi tezahüratıyla haykırıyor: “Raša’yı seviyorsan zıpla!”[1]
[1] İsveççe’de kutlamalarda kullanılan melodik bir tezahürat: “Hoppa om ni älskar Raša!”