Erden Kıral’ın göz ardı edilmiş, yaşama tutunmak için çabalayan ve acılarıyla birlikte var olmaya çalışan insan hikâyeleriyle bezeli zengin filmografisi, yönetmenin son yıllarda ülkemizdeki çeşitli festivallerde adlarından sıkça söz edilen Vicdan (2008) ve Yük (2012) filmlerinin ardından bu kez de Gece (2014) ile başka hayatlara bakmamız için bir kapı aralıyor. Film İzmir’i kendine fon alarak, şehrin huzurlu yanının arkasında, o huzurla hiç tanışmamış mahallelere ve evlere götürüyor bizleri. Basmane’nin tekinsiz sokaklarında yolunu bulmaya çalışan bir karı kocayla tanışıyoruz: Süsen (Nurgül Yeşilçay) ve Yusuf (Mert Fırat). Adını koymakta zorlanacağımız türde farklı bir tutkuya sahip yaralayıcı aşkları, ikisinin de yaşamlarını ele geçirmiş hâlde karşımıza çıkıyor. Filmde az sayıda gördüğümüz geri dönüşlerde, birbirlerine âşık olup evlendiklerini anladığımız bu çiftin arasındaki ilişkide hastalıklı bir varoluş haline rastlamak da mümkün; çünkü her ne kadar bir arada yaşamaları kendilerine zarar verse de ayrı kalmaları da mümkün gözükmüyor Süsen ve Yusuf’un. İkisi de birbirinden destek alarak ilerliyor ve birbirleri sayesinde hayatta kalabiliyor. Bu birliktelik sadece evlilik bağıyla sınırlı değil üstelik. Süsen bir pavyonda konsomatris olarak çalışırken, Yusuf da her gece onunla birlikte bir nevi onun koruması olarak görev alıyor. Aslında ikisini yaralayan ve ilişkilerini hastalıklı hâle getiren de bu durumdan ileri geliyor. Yusuf, ekmek kapıları olarak gördüğü pavyon ve borçlu olduğu patron karşısında hiçbir tepki gösteremeyecek hâle geldiği için, patronun Süsen’e karşı olan ilgisini de sineye çekmek zorunda hissediyor. Yönetmenin, Yusuf’un bu durumu mide bulandırıcı bulma hâlini, sık sık kusarak dışa vurması yoluyla seçtiği anlatım, bize de Yusuf’un içinde bulunduğu durumun, onu içten içe kemiren çıkmazlarını anlatıyor.
Süsen ve Yusuf kanadında hayat bu şekilde ilerlerken (ya da ilerleyemezken), başka bir hikâye ile daha karşılaşıyoruz. Süsen’i ortak payda alarak iki alt başlıklı bir hikâye çatısı kuran filmde, Süsen’in Yusuf’la evlenebilmek için karşısına aldığı ailesi, filmin diğer kolunu oluşturuyor. Alabildiğine siyasi içerikli bu diğer kol için, filmin de konuyu dağıtarak ilerlediği ve sonrasında bir türlü yola koyamadığı tarafı. Tek başına ve daha derinlemesine işlendiği takdirde daha farklı ve derli toplu olabilecekken, filmin merkezinde bulunan çiftimizin hayatlarının yanında eriyip gitmiş bir hikâye olduğu söylenebilir bu yüzden. Merkezine Süsen’in üç kardeşini alan bu diğer başlıkta, dağda olduğunu öğrendiğimiz büyük ağabey Zahit, siyasi bir örgütle bağlantısı olduğu için hapse atılan küçük kardeş Nahit ve ablasıyla ailesi arasında köprü görevi gören üniversite öğrencisi Gülcan’ın hikâyelerine tanık oluyoruz. Filmin esas sıkıntısı da bu iki kollu hikâyeyi bir bütün olarak yeterince işleyememesi ve hikâyeler arasındaki bağlantıları yarım bırakması. Birden fazla noktaya temas edip birden fazla söylemde bulunmaya çalışırken bu yarım kalmışlık yüzünden söylenmesi gerekenleri de göz ardı etmiş Gece. İkinci hikâyede, üzerine konuşulması gereken, ölüm orucuna başlamış bir kardeş ve neden döndüğünü anlayamadığımız bir ağabey hikâyesini, bir iki sahnede geçiştirivermeyi seçmiş sadece. Ölüm orucuyla alakalı, görüş günlerinde ziyaretine gelen kardeşinin “Niye yapıyorsun?” sorusu ve gitgide kötüye giden Nahit dışında izleyicilere aktarılan, elle tutulur bir söylem göremiyoruz ne yazık ki. Bununla beraber Süsen’in kendi sözlerinden hareketle hayatında önemli bir yerde duran büyük ağabey Zahit’le ilgili, daha önce dağda olduğu dışında neredeyse hiçbir şey öğrenemiyoruz. Gülcan, kardeşler ve annesi arasında iletişim kurma görevi üstlenen kardeş olarak iki hikâyenin de dengesini sağlıyor; ama bu denge sağlama durumu birbirinden kopuk iki hikâyeyi birleştirmeye yetmiyor. Bununla birlikte, filmin en çok göze batan eksiklerinden biri de nedenlere yer vermemesi. Süsen’in babasının yokluğundan dem vuruluyor, ama niye gittiği belirtilmiyor. İki erkek kardeşin siyasi mücadelelerinin temeline neredeyse hiç inilmiyor. Dört kardeşin ortak noktası olan annenin filmdeki varlığı bir iki sahneyle sınırlı ki o sahneler de bize aile hakkında bir fikir vermeye yetecek türden sahneler değil. Film, halihazırda temeldeki iki hikâyeyi de duru bir şekilde anlatmakta sıkıntı çekerken, ikinci yarısında yan karakterlerin geçmişlerine girme çabasıyla, elindeki düğümleri çözmek yerine yeni düğümler ekleme yolunu seçiyor. Süsen’in pavyondaki arkadaşı Alev’in, hayatın anlamsızlığına karşı tepki olarak bu hayatı seçmesini anlattığı sahne için, filme hizmet ettiğini ya da filmin söylemini güçlendirdiğini söylemek de mümkün değil ne yazık ki.
Film ilerledikçe gerilimin katbekat arttığı hikâye, bu hayatlara uzaktan bakan ama içinde neler olduğunu merak eden melankolik şair karakteriyle yeni bir yola daha giriyormuş gibi görünse de o yol da yarım kalıyor. Filmin sonlarına doğru, Yusuf’un kendi açmazlarını bir patlama noktasıyla nihayete erdireceğini düşünürken, Süsen’in hayatına dokunan iki insandan birini yani ağabeyi Zahit’i kaybetmesiyle aslında hikâyenin Süsen ekseninde biçimleneceğini fark ediyoruz. Ağabeyinin hayaliyle hayata tutunurken, artık tutunacak dallarından birini yitirmiş Süsen, bir zamanlar ağabeyini ve tüm ailesini karşısına aldığı Yusuf’a tutunarak hayatını sürdürme yolunu seçiyor ve bu bağımlılığından kopamıyor yine. Yusuf da elinden bir şey gelmemesinin getirdiği çaresizlik içinde, bu yolda Süsen’den destek alarak yürümeye devam ediyor. Gece karanlığında yollarını bulmaya çalıştıkları hayatları gün ışığına ulaşamıyor.
Seçtiği hikâye ve temas etmek istediği noktalar dolu dolu olmasına rağmen zayıf bir anlatımın esiri olan Gece, Erden Kıral’ın filmografisi içinde gerilerde kalıyor. Bunun yanında Mert Fırat ve Hakan Yufkacıgil’in dengeli ve gerçekçi oyunculukları filmi konuşulmaya değer kılan önemli unsurlardan. Tabii ki tüm bunlara rağmen, Basmane’nin arka sokaklarında ya da bilmediğimiz daha bir çok mahallede Süsenlerin ve Yusufların olduğunu tekrar hatırlattığı için teşekkür etmemiz gereken bir film Gece.
Öncelik olarak eleştiri tarzınızın daha önce okuduğum sayfalara nazaran daha az önyargılı olduğunu gördüm bu yüzden sadece sizin eleştirinizi ciddiye alarak okudum ve yorum yapma gereği duydum. Süsen ve Yusuf arasında ki ilişkiyi gayet açık bir şekilde anlatmışsınız. Ben ek olarak şunu söylemek istiyorum: Ailesini geride bırakan Süsen, geçmişe dair tek parçasının Yusuf olduğunu düşünüyor. Bu yüzden her ne kadar pezevenk-fedai rolünde olsa da hem sevgisi hem de geçmişte kalan saf sevgisinin özlemi onun Yusuftan ayıramayan tek sebep. Yusuf’ un her ne kadar Süsen’ i bu yola kendi sürüklediği görülsede içten içe bunun suçunu Süsen’ e atmaya çalışması onun suçlu psikolojisinde çıkmaya kurtulmaya çalıştığını bir yandan da ”geçinebilmek” için hiçbir engelde bulunmaması onu daha da çıkmaza sürüklediği görülüyor. Gelelim kardeşlere… Açıkçası herkesin dem vurduğu nokta ‘nedensellik’ beni rahatsız etmedi. Çünkü sebepler açıklandıkça film siyasi tavrını daha çok ortaya koymuş olurdu ve biz boylece Süsen’ in hayatından uzaklaşmış olurduk. Boşluk bırakılan her nokta dönemin şartlarıyla incelendiğinde cevaplar yerine oturuyor. İzmir de yaşıyorum ve filmin geçtiği sokakları caddeleri bildiğim için hikaye bana fazla yabancı gelmedi. Filmde ki soruların cevaplanmamasi Süsen’ in Yusuf u bırakmaması gibi büyük bir ayrıntı bence. Hayat akıyor biz yetişebildiklerimizi yaşıyoruz. Hayattan bir kesit izliyoruz ve önyargı oluşturmadan nasıl olaylar anlatılırı görüyoruz. Düşüncelerimi umarım doğru şekilde anlatabilmişimdir.