“Koru kendini sevginin nöbetlerinden!
Çok çabuk uzatır elini yalnız kişi,
tesadüf ettiği her kişiye.”
F. W. Nietzsche
Neden Tarkovski Olamıyorum (2014) filmini izlemeye beni iten nedenleri tam manasıyla tespit etmek imkânsız. Bunun yanında, birçok insanın yaşadığı gibi, taşıdığı adın da etkili olduğunu söylemeliyim. Andrey Tarkovski, hareketli resimlerle belli bir düzeyde ilgilenenlerin neredeyse hiçbirinin kayıtsız kalamadığı bir sinema tanrısı. Hepimiz açık veya gizli biçimde bir dönem ona öykündük. Filmin adını ilk duyduğumda hissettiğim hoşluğun hemen ardından öğrenmek istediğim şey, bu ad seçiminin hırs dolu bir strateji mi, yoksa samimi bir sorgulama daveti mi olduğuydu. Kısa bir süre sonra, yönetmenin Murat Düzgünoğlu olduğunu fark ettim. Hayatın Tuzu’nun (2009) tadı henüz kaybolmamıştı dilimde. Bu tat, yönetmenin ikinci filminde aldığım tat ile aynı değilse de epey benzerlikler taşıyordu. Biraz tedirginlik, biraz dağınıklık ama epeyce samimiyet ve kendilik.
Kendi olmak… Neden Tarkovski Olamıyorum filminin kalbi bu, bana göre. Sanki filmde tüm düşünce ve duygular ya ona çıkıyor ya da ona çıksın isteniyor. Bu açıdan, Düzgünoğlu’nun filminin (‘Tarkovski olmak isteği’ bakımından) sık sık yanlış algılandığını söylemek mümkün. Doğrusu, filmin adı ve “sanat filmi” havasındaki fragmanı bu algıya kapı aralamış görünüyor ama elimizde filmin kendisi var, ona bakalım. Filmdeki arayışın adını, bana kalsa şöyle koyardım: Neden Olamıyorum, Tarkovski? Böyle olması gerektiğini hem film hem yönetmen söylüyor: “Tarkovski olmaya çabalamak zaten saçma. Herkes biricik. Her yönetmen kendini keşfettikçe kendince filmler üretecek ve bu çok değerli.”[1] Evet, film de söylüyor, çünkü Stalker’in (Tarkovski, 1979) rüya estetiğiyle başlayan filmde, yönetmen Bahadır, Tarkovski olmak yolunda girdiği testlerde başarısız oluyor ve finalde, ‘gerçekçi’ bir biçimde, o anki sınırlarını görüp kendisiyle baş başa kalıyor; aslında ne ailesiyle ne kız arkadaşıyla ne ev geçindirmeyle ne de başka konularda dikiş tutturabiliyor. Murat Düzgünoğlu yaptığı bir açıklamada, birçok seyirci ve eleştirmenin en sevdiği bölüm olan, başlangıçtaki Tarkovski sahnelerinden çok, söz konusu yüzleşmenin de gerçekleştiği, filmin son on beş dakikasını sevdiğini söylemiş.[2]
Neden Tarkovski Olamıyorum filmini izlerken, benim de aklımdan geçen, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni (1990) olmuştu. 2014 İstanbul Kitap Fuarı’nda katıldığım “100. Yılında Türk Sinemasının Dünya Sinemasındaki Yeri” başlıklı panelde iki yönetmenin bu filmlerle birbirlerine yaklaştıklarını ifade etmiştim. Turgul’un filmi de, Düzgünoğlu’nun (kendisi aslen Living in Oblivion (1995) ve Barton Fink (1991) gibi filmlerden etkilendiğini söylüyor)[3] filmi gibi, kendi varoluşundan oldukça uzak -ya da şöyle diyelim, zaten hiç olamayacağı birine dönüşmek hayalindeki- bir yönetmenin hikâyesini anlatıyordu. Bu noktada, kendi olmak ve Tarkovski’ye öykünmek ekseniyle ilgili olarak, panelde, Turgul’un şu sözlerini alıntılamıştım: “Bir film yapıyorsun, önce dışarıya yolluyorsun. Orada festivallerde ilgi görmesini çok istiyorsun. Fakat şöyle bir açmazın içine düşüyorsun; özellikle yarışmalı yerlerde, çoğunlukla Batılı olan eleştirmenlerin, sinema yazarlarının oluşturduğu jürilerin o dünyaya dair belli tasavvurları var. Sen onun içine girmek zorundasın onay almak istiyorsan. Onların onay mekanizması ise senin kendi kültürünün, kendi insanının tarzına aykırı. [Kendi kültürünü]reddettiğin takdirde sığınmacı olup Fransız sinemasına gidersin, Tarkovski’ye gidersin.”[4] Bu bakımdan, Murat Düzgünoğlu, Türkiye’de sinemacıların fon arayışları ve ‘festival filmi’ yapma çabalarını eleştirirken, Yavuz Turgul ile sadece filmiyle değil, düşünceleriyle de kesişiyor:“…tenzih ederek ve herkesi aynı kefeye koymadan konuşmak lazım. (…) ‘Gideri olduğunu’ düşündüğümüz konular var ve biz onlara yöneliyoruz. Çünkü, bu art house film dediğimiz filmlerin de bağımsız sinemanın da oluşmuş bir piyasası var aslında. Burada da arz talep dengesi işliyor. Birileri talep ediyor. Bir takım fonlar veriliyor, Türkiye gibi ülkelere yüklenen misyonlar da var. Tamamıyla böyledir demiyorum asla ama bunlar da var.”[5]
(Andrey Tarkovsky)
Neden Tarkovski Olamıyorum, dürüstlük üzerine bir film. ‘Kendini bulma’ yolunu arayan, bir kendini sorgulama filmi. Düzgünoğlu bir söyleşisinde, aklında kaldığı şekliyle Nietzsche’den bir alıntı yapıyor: “Dostuna bir yatak mı gösteriyorsun, biraz sert olsun.” Yani, dost acı söylesin… Devam ediyor: “Bu yaşamda değer verdiğimiz, gerçekten içten olan, refahı için ruhunu satmamış, dürüst ve aydın bir dostumuzun bize dair söylediği gerçek ve acı bir cümle kendimizle yüzleşmemize neden olur. Ben kimi dostlarımda bu ilişkiyi yaşadım, gördüm.”[6] Yönetmen Bahadır’a yol gösteren, filmdeki yazar karakteri de belli ki Düzgünoğlu’nun hayatında buna benzer bir yerde duruyor.
Murat Düzgünoğlu’na göre filmde Bahadır çoğu zaman sorunu kendinde değil de başkalarında arıyor.[7] Başarılı olamayışını daha çok dış koşullara bağlıyor. Kesilen elektrik, filmine para yatırmayan yapımcı, terk eden sevgili ne kadar dışsal olsa da, Düzgünoğlu çözüm için, Bahadır’ın iç dünyasına yönelmesi gerektiğini düşünüyor.[8] Bahadır bunu film süresi içerisinde başaramıyor ama Neden Tarkovski Olamıyorum’un gerçekleştirdiği bu, yani Düzgünoğlu’nun iç dünyaya yönelme fikri, onda otobiyografik bir filmle vücut bulmuş oluyor. Bir yönetmenin ‘sevgi nöbetlerinden korunması’ ve ‘hayat ile saf ilişkisini’ yitirmemesi için oldukça gerekli bir hamle.[9] Şöyle diyor Düzgünoğlu: “Böyle bir ailem gerçekten var. Benim babam 22 sene bir evi bitirmek için uğraştı, 22 senenin sonunda bitti. Ağabeyim de fotoğrafçı, o da uzun bir süre Haydarpaşa’nın fotoğraflarını çekti. Böyle arkadaşlarım vardı, hatta arkadaşlarımla aramızda ‘bir Tarkovski’nin arkadaşlarına bakın bir de size bakın’ diye espriler yapardık. Otobiyografik tarafları var bu anlamda ama hepsi bundan ibaret değil.”[10] Bense, ‘keşke hepsi bundan ibaret olsaydı’ diyeceğim, çünkü Federico Fellini’nin deyişiyle “Sanat tamamıyla otobiyografiktir.”[11] Düzgünoğlu’nun, sözünü ettiği biçimde kendi hayatını ele alması filmin nasıl inşa edileceğini de belirlemiş oluyor ve kendisinin bizzat yönetmen oluşundan dolayı, Neden Tarkovski Olamıyorum, sinemanın sinemaya baktığı filmlerden biri hâline geliyor.
(Murat Düzgünoğlu)
Filmin fragmanında gerilere saklanmış olan, fakat filmde açıkça karşımıza çıkan bir tarz ya da ruh hâli de, yine yönetmenin gerçekte ‘Tarkovski olmak’ istemediğini ortaya koyuyor: Kara mizah. Düzgünoğlu bu tarzın belirişini “Kendimle olmak istediğim yer arasındaki fark ve bundan doğan kara mizah bu filmin hikâyesini oluşturdu”[12] şeklinde açıklıyor, ancak şu ifadeleri aracılığıyla, benzeri bir yaklaşımının kendi bünyesinde zaten bulunduğunu ve onu bu hâlden ayıramayacağımızı anlıyoruz:“Kara mizah bende olan bir şey, ben biraz da böyle yaşıyorum. Kendimle de, yaptığım işlerle de dalga geçerek onları yüceltmemeye çalışıyorum.”[13] Buna paralel, Neden Tarkovski Olamıyorum için yapılan yorumlardan biri şu şekilde: “…son dönem sinemamızda fazlaca örneğini görmediğimiz kara mizah, filmin alaycı bir şekilde yaklaştığı festival filmlerinden de ayrışmasını sağlar. Bu şekilde Bahadır’ın yaşadığı içsel çatışma karanlık bir atmosferde seyreden, boğucu bir entelektüel bunalıma dönüşmekten kurtulur.”[14] Sonuçta yönetmen, bir manada Tarkovski olmaya kalkmadığı için Bahadır’ın aksine, kendi olmakta, Murat Düzgünoğlu olmaktadır.
“İnsan ne yapsa hep kendini anlatır … garip bir tevekküldür.” Yıllar önce karşılaşıp bir kenara yazdığım bu sözü doğru kabul etmiş olsak, Fellini’nin ‘sanat otobiyografiktir’ fikrinin de ötesinde bir perspektife kavuşacağız. Buna göre, belki filmin bazı eksiklerini de doğrudan ‘yönetmenin eksikleri’ olarak sayacağız. Örneğin, benim de katıldığım, şurada işaret edilen eksikler: “…hikâyeyi yörüngesinden koparan, Bahadır’ın bekar erkek arkadaşlarıyla vakit geçirdiği sahneler … Bu arkadaşların aralarında geçen kötü espriler ve klişe durumlar…”[15] Murat Düzgünoğlu (eğer zorunda kalırsa) yaptığı sinemanın, yazar sineması ya da kişisel sinema şeklinde adlandırılmasının uygun olabileceğini söylüyor, bununla birlikte, bir filmdeki her sorunu (auteur eleştirinin sınırlarını da aşarak) yönetmenin benliğine fatura etmek de pek akıl kârı değil belki.[16] Yine de hoşuma gidiyor bu fikir; fantastik! Bir tür Hint inanışı gibi, eksikler tamamlanmadıkça, hayat sahnesindeki oyun da tamamlanmıyor. Filmlerdeki gibi ya da. Sanat eseri ile gerçek hayatın neredeyse birbirinin yerine geçtiği Synecdoche, New York (2008) gibi örneğin.
(Synecdoche, New York)
Biraz daha speküle edelim. Bergson, aktarılana göre, duyumlarımızın, insan bedenine ışığın bir perdeye yansıdığı gibi yansıdığını söylüyor:“…dışımdaki eşyanın, bir ışık kaynağının bir perdeye gönderdiği ışık gibi, vücuduma gönderdiği duyumlar vücudumda aksederek tekrar dış eşya üzerine dönmekte ve vücudumda duygulu (affectif) hale gelen bu duyumlar, tekrar kendilerini gönderen hayallere dönünce, onların çevresini aydınlatmakta ve bende eşyanın tam ve açık şuurunu meydana getirmektedir. Böylece vücudum, kendisini çeviren dış hayallerin ortasında onlardan aldığı duyumları yine onlara iade eden, nakledici bir merkez vazifesini görmektedir.”[17] Yani, belki de hayat bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçmektedir hep. Bedenimizse bu filmin yansıdığı perdedir. Bir sinema filmi de, böylece, bedenin perdesine yansıyan hayat filminin çözümlemesi olmaktadır. Sonra, bu çözümleme bedene yeniden akseder. Sonsuz bir döngü. Murat Düzgünoğlu, ne yapsa ya da ne yapamasa, onu çevreleyen hayatın taşıdığı yansımalar ölçüsünde, kendini anlatmıştır.
Neden olamıyorum, Tarkovski? Tarkovski sineması bir tarikat ise Tarkovski bir tarikat lideri, fakat başkalarını aramaya çıkanlar, yolculuklarının sonunda kendileriyle karşılaşmıyorlar mı? Neden Tarkovski Olamıyorum filmi, hiçbir şey yapmadıysa, ne olduğumuzu bir kez daha sordurttu. Eksiklik kendi özümüzde.
Oğuzhan Ersümer
[1] Murat Düzgünoğlu ile röportaj (Onur Ertuğrul), Bakınız, http://www.bakiniz.com/murat-duzgunoglu-roportaj/, 09 Aralık 2014. [2] Murat Düzgünoğlu ie röportaj (Banu Bozdemir), Cine Dergi Ocak 2015, sayı: 77, s.37, http://www.cinedergi.com/sayi/77/ [3] Murat Düzgünoğlu ile röportaj (Barış Saydam), Hayal Perdesi Ocak Şubat 2015, s.42. [4] Yavuz Turgul ile röportaj (Gülcan Tezcan), Film Arası Dergisi, Aralık 2011, sayı 17.s.15. [5] Murat Düzgünoğlu ile röportaj (Nergis Arıcı),Yılmaz Güney Ödülü’nün sahibi ile ‘Neden Tarkovski Olamıyorum’ üzerine, http://haber.sol.org.tr/kultur-sanat/yilmaz-guney-odulunun-sahibi-ile-neden-tarkovski-olamiyorum-uzerine-haberi-97500, 21 Eylül 2014. [6] Murat Düzgünoğlu ile röportaj(Burçin Gönül),Bir dönüşümün ayak sesleri, http://www.birgun.net/news/view/bir-donusumun-ayak-sesleri/12670, 27 Ocak 2015. [7] Murat Düzgünoğlu ile röportaj (Onur Ertuğrul), Bakınız, http://www.bakiniz.com/murat-duzgunoglu-roportaj/, 09 Aralık 2014. [8] Bilgiyi aldığım haber metninin ilgili kısmı şu şekilde: “Filmde bir insanın kendi yapmak istediğini yaşamak için harcadığı çabalama sürecinin anlatıldığını, insanlar önüne bir hedef koyduğunda öncelikle kendi iç dünyasında bir düzene sahip olması gerektiğine dikkat çeken Düzgünoğlu, Bahadır’ın iç sesine ve ya iç dünyasına dönemediği için hedeflerine ulaşamadığını belirtti. Düzgünoğlu, film ile başarının dışta olmadığı insanın iç dünyasında veya iç sesinde olduğu mesajının verildiğini söyledi. Filmin, herhangi bir angajmana hitap etmeden, geniş kitlelere ulaşma fikrine kapılmadan yazıldığına işaret eden Düzgünoğlu, ‘İnsanın yaratıcısının kendi samimi duyguları ve düşünceleri ile ancak film yapılabilir ve iyi sanat eseri gerçekleştirir. Hayatın da böyle olmasını gerektiğini anlatan bir filmdir’ diye belirtti.”, Selman Çiçek, http://www.bestanuce1.com/haber/149305/sinema-sektorune-icsel-bir-elestiri-neden-tarkovski-olamiyorum, 14.11.2014. [9]“İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayat ile olan saf ilişkisini yitirir.” Murat Düzgünoğlu’nun lise yıllarında karşılaşıp etkilendiği Andrey Tarkovski sözü. [10] Murat Düzgünoğlu ile röportaj (Nergis Arıcı), Yılmaz Güney Ödülü’nün sahibi ile ‘Neden Tarkovski Olamıyorum’ üzerine, http://haber.sol.org.tr/kultur-sanat/yilmaz-guney-odulunun-sahibi-ile-neden-tarkovski-olamiyorum-uzerine-haberi-97500, 21 Eylül 2014. [11]“All art is autobiographical…”, http://m.imdb.com/name/nm0000019/quotes [12] Murat Düzgünoğlu ile röportaj (Burçin Gönül), Bir dönüşümün ayak sesleri, http://www.birgun.net/news/view/bir-donusumun-ayak-sesleri/12670, 27 Ocak 2015. [13] Murat Düzgünoğlu ile röportaj (Barış Saydam), Hayal Perdesi Ocak Şubat 2015, s.42. [14] Barış Saydam, Bir Metafor Olarak Tarkovski, Hayal Perdesi,http://www.hayalperdesi.net/vizyon-kritik/271-bir-metafor-olarak-tarkovski.aspx, 23.01.2015. [15] Burak Göral, “Sinema Aşkı”, Sözcü Gazetesi, http://www.sozcu.com.tr/m/mobil/hayat_yazar.php?yazar=10657&haber=32589 [16] Murat Düzgünoğlu ile röportaj (Burçin Gönül), Bir dönüşümün ayak sesleri, http://www.birgun.net/news/view/bir-donusumun-ayak-sesleri/12670, 27 Ocak 2015. [17] Bergson, Nurettin Topçu, Dergah Yayınları, 4.Baskı, Kasım 2006, s.93.