Yaşam amacını sorgulayan bir müzisyen, başına buyruk genç bir kız ve uzayıp giden yollar… Türk Sineması’nın son yıllarda yetiştirdiği başarılı kadın yönetmenlerden olan Handan Öztürk’ün son filmi Bana Git De (2016), bir yol hikâyesiyle güçlenen varoluş sancısına odaklanır.
Film; Ali’nin (Tayanç Ayaydın) üst üste gelen olaylar karşısında kendini yollara vurmasıyla kapılarını açmaktadır. Ötesini düşünmeden, rotasız çıktığı bu yolculukta karşısına çıkan Leyal (Atiye) ise onun bu yolculuğuna bir amaç katacaktır. Artık Ali için önemli olan tek şey; çocukluğundan beri en büyük aşkı olan müziğin peşinden gitmektir.
En genel hatlarıyla baktığımızda Bana Git De; Sartre’ın varoluş felsefesini çıkış noktası olarak belirlemektedir. Nasıl ki Sartre; “Ancak kendimizle verdiğimiz savaş neticesinde, ne şekilde yaşayabileceğimize karar verebiliriz.” diyorsa filmde de Ali kendi içinde böyle bir savaşa girmektedir. Yıllardır ünlü bir müzisyen olabilmek için verdiği çaba, sevgilisiyle kırılma noktasına gelen ilişkisi onu bir bilinmezliğin ortasına bırakmıştır. Aslında bu bilinmezliği, Ali’nin hayata karşı bir başkaldırısı olarak isimlendirebiliriz. Onun isimsiz bir yolculuğa çıkmasındaki ana etmen de içinde başlattığı çatışmanın altında yatmaktadır.
Hikâyeyi ilginç kılan nokta ise İstanbul’un keşmekeşinden kaçarak müzisyen kimliğine virgül koyan Ali ile kendini büyük bir şarkıcı yapma hayaliyle yanıp tutuşan hevesli Leyal’in yollarının kesişmesi.
Bu noktadan sonra, oradan oraya öylesine savrulan Ali’nin savaşına şahitlik ederiz. Ali babaannesinin bahsettiği ölümsüz müziği bir parça da olsa Leyal’in ona söylediği “Arapça Cimali Vali” şarkısında bulduğunu düşünmektedir. Ve her ne olursa olsun, o şarkıyı ona söyleyen bu başına buyruk kızı kaybettiği yerden geri bulmak zorundadır. Onun bütün bir film boyunca Leyal’in peşinde olması da aslında Sartre’ın bahsettiği savaşın aynısıdır.
Film her ne kadar oldukça yoğun bir felsefi altyapıya dayansa da, cast konusundaki bazı seçimler filmin ilk yarım saatteki gidişatını sekteye uğratmaktadır. Özellikle ilk oyunculuk tecrübesini yaşayan Atiye’nin performansı oldukça büyük bir hayal kırıklığı. Tayanç Ayaydın’ın kendinden emin tavrı karşısında oldukça pasif kalan Atiye, film ile ilgili görüş beyan eden herkesin ilk dikkat çektiği nokta. Yaşadığı aksan problemi ise oldukça eğreti durup filmin realitesini aşağı çekmektedir. Onun rolünün hikâyenin gidişatı için kilit bir rol olduğunu ele aldığımızda, performansının filmin bütününü zedelediğini açıkça dile getirmeliyiz. Her ne kadar oyunculuk anlamında vasatın üzerine çıkamasa da söylediği Arapça şarkıdaki büyülü tonlaması da oyunculuğunun zıttı düzeyde hayranlık uyandırmaktadır.
Yönetmen Handan Öztürk’ün bir belgesel için Erbil’e kadar uzanan yolculuğunda karşılaştığı olaylardan yola çıkarak kaleme aldığı senaryo, aslında müziğin farklı tınılarını da çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ülkemizde bir pop yıldızı olarak ün salan Atiye’nin harikulade bir şekilde söylediği Cimali Vali, müziğin tarz tanımadığını, evrensel olduğu gerçeğini ise bir kez daha gözler önüne sermektedir. Keza Ali’nin tüm yolculuğu boyunca karşılaştığı müzisyenler yahut ritimler, izleyen herkesi bambaşka bir kültürle tanıştırma misyonunu da sırtlamaktadır.
İzleyenleri yormayan kamera hareketleri, aşırıya kaçmayan renkler filmin izlenebilirliğini arttırmaktadır. Keza bu noktada sanat yönetimine de ayrı bir parantez açalım. Özellikle tüm film boyunca karşımıza çıkan canlı bir kırmızı renk oldukça dikkat çekmektedir. Kırmızının ilgi çekiciliğinden ve duygusal atmosferi arttırmadaki işlevselliğinden oldukça doğru bir şekilde yararlanılmıştır.
Ali’nin varoluş sancısının dışavurumu olarak başlayan Bana Git De, yol hikâyesine evrilen ve kulaklarımızın pasını silen bir müzik filmi. İç içe geçmiş birçok konuyu başarıyla harmanlayan, tüm film boyunca yarattığı karanlık atmosferi finalinde dağıtan ve kendi savaşımızı vermemiz konusunda bizi cesaretlendiren hikâye, oyunculuk konusundaki bazı eksileri bir kenara koyduğumuzda oldukça ilgi çekici bir film.