Rauf (2016) filminin Türkiye’deki ilk gösterimi Nisan ayında, 35. İstanbul Film Festivali’nde gerçekleştirildi. Antalya Film Festivali’nde ise Ulusal Yarışma Bölümü’nün güçlü adaylarından biri olan film, daha önce yönetmenliğini veya senaristliğini üstlendikleri herhangi bir filmi bulunmayan bir ekibe ait.
Filme adını veren Rauf, Kars’ın bir köyünde ailesiyle yaşamını sürdüren, ilkokul çağında bir çocuktur. Okula gitmek Rauf’a zor gelir ve okulu bırakıp bir marangozun yanında çıraklığa başlar. Rauf, marangozun kızı Zana’ya âşık olan küçük Rauf’un, kızın istediği pembe yazmayı ve yazmadan önce pembeyi aramasının hikâyesidir.
Pembeyi aramak şehirdeki insana anlamsız gelebilir. Ama Rauf’un yaşadığı coğrafyada pembe renk pek bulunmaz. O coğrafyada küçük kızlar pembe elbise, pembe taç, pembe ayakkabı diye tutturamaz da ya, pembeyi kadınların ve hatta çocukların üzerinde hiç görmeden yaşamak çok olasıdır. İşte bu filmde Rauf, hiç görmediği pembe rengini arar. Herkesin bildiğini sandığı, ama kimsenin tarif edemediği pembeye ulaşmaya çalışır. Filmde pembeyi arayış, barışı arayıştır sanki. Zana pembeye kavuşamadan ölür, topraklarına barış gelmeden göçüp gittiği gibi. Rauf sürekli sorar, pembe nedir, diye. Aldığı cevaplarla tatmin olmaz; topraklarında barışa yabancı olduğu, barışı hiç görmediği, bu coğrafyada kimsenin de barışı tam açıklayamadığı gibi. Barış nedir, diye bir soru duymak nasıl komik ama daha çok hüzünlüyse, Rauf’un pembeyi her soruşu da aynı kederli gülümsemeye, hatta efkârlı kahkahalara yol açar seyircide.
Daha önce izlediğimiz, çocuk oyuncular üzerinden Doğu hikâyelerini anlatan filmlerle benzerlik göstermektedir Rauf filmi. Kâh karakterleriyle, kâh sahneleriyle, kâh diyaloglarıyla, kâh kurgusuyla The Kite Runner (2007), Neredesin Süpermen (2012) ve Sivas (2014) filmlerini aklımıza getirir. Özellikle pembe arayışının simgesel kullanımıyla, Neredesin Süpermen filmindeki süpermeni arayışla oldukça benzerlik gösterir. Bu benzerliklerle birlikte, yine diğer paralel filmlerde olduğu gibi Rauf’u akılda kalıcı kılan, büyüklerin karmaşık dünyasından çocuğun yalın küçük dünyasına yansıttığı simgesel derttir. Neredesin Süpermen’i süpermen arayışıyla, The Kite Runner’ı uçurtmayla, Sivas’ı Sivas kangalıyla eşleştirdiğimiz gibi, Rauf filmini de “pembeyi arayış”la eşleştiriyoruz.
Filmde çatışmalardan hiç açık bahsedilmez. Rauf’un, ustasına “Dağa çıkmak ne demek?” sorusu cevapsız kalır örneğin. “Pembe nedir” gibi gülümsetemeyen, seyircinin içine oturan bir sorudur bu. Marangoz atölyesinde sık sık tabut yapılır. Bir çocuk için sipariş verir ailesi, yaşı on sekiz diyerek. Seyirciler olarak bu tabutların nedenini biliriz.
Çekildiği coğrafyanın ve oyuncu kadrosundaki güzel insanların hakkını veren görüntüleri, Rauf filmini sadece sinematografik olarak bile izlenmeye değer kılar. Bunun dışında, filmin zayıf unsurlarını sıralamak gerekirse, bazı diyalogların gerçekçi olmaması, özellikle minibüs sahnelerinde konuşmaların anlaşılmasında zorluk yaşanması ve dil tercihi sayılabilir. Filmdeki dil seçimi, anlatılan coğrafyanın en büyük dertlerinden birini yadsımak gibi görünüyor. Ancak belki de bu seçimin nedeni, insanların kendi dillerini konuşamamasına bir vurguydu. Eğer böyleyse bir şekilde bunu film içinde vurgulamak gerekirdi, filmin bu açıdan eksik kaldığını söyleyebiliriz. Benim açımdan en büyük eksiklikse müzik kullanımının azlığıydı. Özellikle son sahnede, Sivas’ta Neşet Ertaş’ın sesinden dinlediğimiz Hata Benim ve Sarmaşık‘ta (2015) Cem Karaca’nın sesinden dinlediğimiz Deniz Üstü Köpürür gibi, güzel bir şarkı dinlemeyi bekliyordum sanırım. Ancak filmin yönetmenleri, hâlihazırda çok çarpıcı olan son sahnesini müzikle dağıtmak istememiş veya yas hâlini sessizlikle daha çarpıcı kılmak istemiş olabilirler.